Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '10

 
Kategori
Sağlıklı Yaşam
 

Muharip Sağlıkçılar Cemiyeti..

Muharip Sağlıkçılar Cemiyeti..
 

Ajan adayı Temel’in fıkrasındaki “hatırla oni, hatırla oni!” sahnesi bir an olsun gözümün önünden gitmez. Temel bir hatırlayabilse bülbül gibi ötecek ama, gel gör ki hafızası pek sağlam değildir. Hatırlayabilmek için duvara vurmaktan neredeyse kafasını kıracak garibim.

İsterseniz konuyu daha iyi anlayabilmek için fıkranın tamamını dinleyelim: Ajan olabilmek için 3 kişi müracaat eder. Tabi ki bunlardan biri de Temel’dir. Adayların güvenirliliğinin ölçülmesi için önce onlara bir sır verilir, sonra da işkenceyle sırrı koruyup koruyamadıkları test edilir. Alman aday 1 ay, İngiliz aday da 2 hafta dayanabilir işkenceye; neticede söylemek zorunda kalırlar. Sırada Temel vardır: 1 hafta geçer, 2 hafta geçer, 1 ay geçer bana mısın demez. Bakarlar Temel direniyor; testi geçecek gibi.. Son bir kez bir odaya kapatıp ona düşünme süresi tanırlar. Anahtar deliğinden onu kapattıkları odaya bakınca acı gerçek anlaşılır: Temel bir yandan kafasını duvara vurmakta ve mütemadiyen “Hatırla oni! Hatırla oni!” demektedir.

Şimdi “nereden çıktı bu fıkra?” diyeceksiniz. Yazının sonunda izah edeceğim.

Xxx

Dünya Tarihi adeta bir savaşlar tarihidir. Türk Tarihi ise Dünya Tarihi’nin olmazsa olmazlarındandır. Hatta bazı oryantalistlere göre Türk Tarihi’ni çıkardınız mı geriye bir tarih kalmaz. Atalarımız o kadar hareketliymiş ki Eski Dünya’da nerdeyse ayak basmadık toprak bırakmamışlar. Atalarımızın Anadolu’ya yerleşmeden önce atlılarının Avrupa topraklarında kaç tur attığını sayamazsınız. Tabir caizse tarihimiz canından bezdirdiğimiz komşularımızın çığlıklarıyla yazılmış.

Gün gelmiş hakim olduğumuz topraklar o kadar genişlemiş ki; karşımıza düşman olarak çıkacak millet bulamamışız. Atalarımız kara kara düşünmeye başlamışlar, “Ne olacak şimdi?” diye.. Sizce boş durmuşlar mı? Hayır. “Hiçbir şey yapamıyorsak bari bölünelim” demişler ve birbirlerine girmişler. Evet, tarihimiz maalesef kardeş kavgalarıyla dolu. İşin ilginci bizim bu huyumuzu bilen düşmanlarımız bunu aleyhimize sonuna kadar kullanmış ve bizi birbirimize düşürme oyununu tekrar be tekrar üzerimizde denemişlerdir. Öyle ki olay artık “Klasik bir Kızılderili numarası” olarak bilinse dahi biz bu numarayı her zaman yutmuşuz.

Olay öyle klasikleşmiş ki artık bazı Osmanlı padişahları bu numarayı yememek adına kardeşlerini dahi öldürtmekten çekinmemiştir. Gel gör ki bu da çözüm olmamış, “kardeş yoksa kuzen vardır” mantığıyla ülkeyi bölecek bir akraba mutlaka keşfedilmiştir.

Yazar Hakkı Devrim milletimizin bu özelliğini güzel bir benzetmeyle açıklıyor: “ Ben Türk milletini yarma şeftaliye benzetiyorum. İki tarafından tuttun mu kolayca ikiye ayrılır”.

Genlerimizdeki bu mücadele ruhu bazı dönemlerde bizi ateşlemiş ve cihana hakim olma ülküsünü tetiklemiştir. Ama aynı ruh; kontrol edilememekten dolayı aynı zamanda yıkımımıza da neden olmuştur.

Xxx

Trafikte yıllanmış şoförlerin dikkatinden kaçmamıştır: Bizim yayalarımız yolda karşıdan karşıya geçerken, eğer yoldan araba geçiyorsa hızlıca yolun ortasına kadar koşarlar, tam aracın karşısına gelince de kafalarını havaya doğru kaldırıp yandan gelen arabaya bakmadan ağır ağır yürümeye devam ederler. Bu tavır “Sen bana çarpmadan ben çoktan geçerim, beni ezmeyi umuyorsan avucunu yalarsın” tavrıdır. Buna benzer tavırlara; banka ve bankamatik kuyruklarında, self-servis kafeterya kuyruklarında, trafik lambalarında beklerken, her türlü resmi dairelerdeki kuyruklarda rastlamak mümkün. İnsanlarımız sıra kendisine gelene kadar mütemadiyen homurdanmakta, etrafındakileri önündeki kişilere karşı kışkırtmakta, hatta fiili tacize varan tepkiler göstermekten çekinmemektedir. Oysa her şey sıranın kendisine gelmesiyle bir anda değişir. O aceleci ve sinirli adam bir anda kaybolur; yerine sakin, yavaş hareket eden, arka sıralardaki insanların “ hadi be kardeşim acele etsene” diyen seslerini duymayan bir zombi geliverir. Evet bu durum, yani bu adı konmamış mücadele; savaşlarda enerjisini harcayamayan bir milletin günlük hayattaki aperatifleridir.

“Evirip çevirme, hangi kulağını tutacaksan tut artık!” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Milletimizin iyi mi kötü mü olduğunu tam olarak anlayamadığımız “mücadelecilik” hasleti; her alanda olduğu gibi sağlık alanında da bizi yoruyor. Biz sağlık çalışanları da toplumun her kesimi gibi en ufak bir mesele de anında bölünüyor ve birbirimize düşüyoruz. Bizim bu huyumuzu içeride bazı kişiler siyasal emelleri adına kullanmak istiyor. Hükümete yumruk atmak için bizim sağlığımızla oynamaktan çekinmeyen bu insanlar, gözümüzün içine baka baka bize yalan söyleyebilmekte; içimizden bazıları ise “her ne pahasına olursa olsun” bu hükümetin gitmesi için, yapılan spekülasyon ve söylenen yalanlara inanmış gibi davranabilmektedir.

Son Domuz Gribi Aşısı olayında biz sağlık çalışanları da bölündük. Zaten bu memlekette ne zaman bir aşı kampanyası yapılsa mutlaka ortalık bir toz-duman olur. Gördüğümüz odur ki; maalesef sağlık çalışanları dahi sağlıkla ilgili konulara popülist yaklaşmakta, internette dolaşan asparagas haberlere çabucak kanmakta ve bunu da bilimsel olması gereken toplantılarda iddia olarak ortaya koyabilmektedir. Daha dün gibi hatırlıyorum Polio Aşısı için yapılan kampanyada da ortalığın karışmasına başta yardımcı sağlık personeli olmak üzere okumuş kesim neden olmuştu.

Yarım imam dinden, yarım doktor candan edermiş. Bölük börçük bilgilerle uzmanlık gerektiren alanlarda iddia sahibi olmak sizce neyin alametidir. Rahmetli Turgut Özal’ın bir “konuşan Türkiye” hayali vardı. Ama biz yine cılkını çıkardık ve “çenesi düşen Türkiye”yi ortaya çıkardık. Olaylar bazen o kadar sıkıntı verici hale geliyor ki geleceğimiz konusunda karamsarlığa kapılmamak için büyük gayretler sarf etmem gerekiyor. Şifa vermeye çalışırken “şifayı bulmamak” elde değil. Konfüçyus; “Eğer bir yerde küçük adamların büyük gölgeleri oluşuyorsa orada güneş batıyor demektir” demiş. Ben bu ülkede güneşin yeniden doğmaya başladığına inananlardanım. Onun için bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların bu ülkede prim yapmayacağını düşünüyorum.

Şemsiye yağmur yağarken lazımdır. Hava güneşli iken şemsiyeyi kırar atarsanız, yağmurlu havalarda ıslanırsınız. Domuz gribi aşısı şu an müstakbel hastaların en büyük sığınağı. Lütfen siyasi mülahazalarla bu sığınağı onların başına yıkmayalım. Nasihatin kıymetini musibet başımıza gelmeden anlama erdemine kavuşalım.

Xxx

Şimdi gelelim yazının başındaki fıkraya..

Pandemik A (H1N1) Gribi tüm hızıyla yayılmaya devam etmekte. Kronik hastalıkları olanlar bir yana, sapasağlam insanlar çınarlar gibi devrilmekte. Sağlık Bakanlığı aşılama çalışmalarını başlattığında “balatası yanmış kamyon gibi” kendisini durduramayıp yetkililerin üzerine üzerine gidenler; hastalığın komplikasyonlarından ölüm bilançoları açıklanmaya, özellikle rakamlar büyümeye başlayınca “Bu işten nasıl sıyrılırım?” hesabına başladılar. Verdikleri aşı muhalifi beyanat kendilerine hatırlatıldığında bir nevi Temel taklidine yatıp “Hatırla oni! Hatırla oni!” demek suretiyle verdikleri beyanatı bu millete unutturmaya çalışmaktadırlar. Yalnız bu zevat şunu unutmaktadır: Artık bu millet onları kapının deliğinden değil, Mobese kameralarından izlemektedir. Doğal olarak da kül yutmamaktadır. Sonunda hafızamızı o kadar alaya aldılar ki içimden bir ses “yaz oni! yaz oni!” diye beni dürtmeye başladı.

Son olarak şunun hesabını çok iyi yapmalıyız: Ömrümüzü yel değirmenleriyle savaşarak mı harcayacağız, yoksa yel değirmeni olmak için mi gayret edeceğiz. Sanırım ülkemizin geleceğini de bu kararımız belirleyecek.

04.01.2010 saat 19.52

 
Toplam blog
: 32
: 859
Kayıt tarihi
: 04.12.08
 
 

Hayatı yaşanabilir kılan bilgidir... Vakit buldukça yazmaya çalışıyorum. Yazılamayan, kaydedileme..