Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mart '09

 
Kategori
Güncel
 

Muhsin Yazıcıoğlu’na üzülmek

Muhsin Yazıcıoğlu’na üzülmek
 

Bu ülkede sol düşünceyle az çok ilişkisi olmuş herhangi bir insanın zihninde Muhsin Yazıcıoğlu’yla ilgili en ufak bir olumlu izin bulunması imkânsızdır. Özellikle benim gibi 1980 öncesini yaşamış solcuların zihninde… “Muhsin Yazıcıoğlu” deyince biz ‘78’ kuşağı solcularının aklına Ülkü Ocakları Derneği gelir, Ülkücü Gençlik Derneği gelir. Yazıcıoğlu bu derneklerin genel başkanıydı. “Ülkü Ocakları”, “Ülkücü Gençlik Derneği” deyince de bu derneklerin mensuplarının adlarının karıştığı katliamlar gelir.

Mesela savcı Doğan Öz’ün, akademisyen Bedrettin Cömert’in, Cavit Orhan Tütengil’in, Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul’un, Milliyet gazetesi yayın yönetmeni Abdi İpekçi’nin ve daha sayısız biliminsanının, siyasetçinin, öğretmenin, öğrencinin, işçinin öldürülmesi gelir. İstanbul’da Eczacılık Fakültesi’nden çıkan solcu öğrencilerin üzerine bomba atılıp taranması ve 7 öğrencinin öldürülmesi, Ankara Etlik-Piyangotepe’de solcuların devam ettiği bir kahvehanenin taranıp 7 kişinin öldürülmesi, yine Ankara Bahçelievler’de Türkiye İşçi Partisi üyesi öğrencilerin evinin basılıp 7 öğrencinin boğulup kurşunlanarak vahşice katledilmesi, yine Ankara'nın Balgat semtinde solcuların kahvehanelerinin taranıp 5 kişin öldürülmesi gelir. Maraş’ta tertiplenen provokasyon sonucu 111 Alevi vatandaşın öldürülmesi gelir. (Bu katliamın sonradan soyadını “Şendiller” olarak değiştiren 1 numaralı sanığı Ökkeş Kenger halen Yazıcıoğlu’nun partisinde üst düzey yöneticidir) Bu katliamlardan bazılarının azmettiricisi olduğu ifade edilen Abdullah Çatlı'nın polis tarafından yakalanması üzerine Yazıcıoğlu'nun polisi arayıp "Çatlı'yı hemen bırakmazsanız Ankara'da 150 yerde bomba patlatırız" dediği ve Çatlı'nın bunun üzerine serbest bırakıldığı iddiası gelir.

Yani Muhsin Yazıcıoğlu'ndan şimdi bazı çevrelerin yapmaya çalıştığı gibi bir "aziz" falan çıkarılamaz.

Bu saydığım katliamların faili birçok ülkücü yakalanıp çeşitli cezalara çarptırıldı. İçlerinden bazıları 12 Eylül darbesinden sonra idam edildi. Aynı dönemde Yazıcıoğlu da yargılanıp yedi buçuk yıl hapis yattı ama hüküm giymedi. İlginçtir, 12 Eylül döneminde birçok sıradan MHP’li ve ülkücü ağır cezalara çarptırılırken üst düzey MHP’liler ve ülkücülerin bir teki bile bir süre hapis yatmış olsalar da hiçbir ceza almadı. Dönemin MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, “Ülkücü gençler devletin güvenlik kuvvetlerine yardımcı oluyorlar” demişti. Belki de Yazıcıoğlu gibi üst düzey yöneticiler bu “yardım”ın bir karşılığı olarak bir ölçüde kollandı. Yazıcıoğlu'nun bütün süreçlerde bu olayların içindeki rolü tam olarak neydi bilemiyoruz.

Yazıcıoğlu hapisten çıktıktan sonra bir süre eski partisi MHP’nin devamı olan MÇP’yle çalıştı. Daha sonra MÇP’den ayrılıp Büyük Birlik Partisi’ni kurdu. Bu ayrılıkta Yazıcıoğlu’nun bir dönem kendilerini kullanan devletle arasına mesafe koyarak milliyetçiliğin İslamcı yönünü öne çıkaran bir politika izlemek istemesinin bunun da Alpaslan Türkeş tarafından kabul edilmemesinin etkili olduğu söylenir. MHP’den ayrılık sebebi ne olursa olsun Yazıcıoğlu’nun milliyetçi-mukaddesatçı çizgisi hiç değişmedi. İslamcı özelliğinden dolayı BBP, MHP’nin rengi biraz yeşile kaçmış bir klonu gibiydi. Parti programı, faşizan söylemi, lider kültü, gençlik örgütlenmesi MHP’nin tıpkısı, hatta ondan bile geri bir pozisyondaydı.

Öteki partilerle seçim ittifakları yaparak ya da memleketi Sivas’tan bağımsız olarak seçilip Yazıcıoğlu’nun kendisi TBMM’ye girdi ama partisi BBP Türk siyasetinde önemli bir aktör olamadı. Yazıcıoğlu’nun Türkiye siyasetindeki asıl rolü karanlık ve katliamlarla dolu bir dönemin kara kutularından biri olmasıydı. Sonradan Devletle yolunu ayırmayı seçen Yazıcıoğlu bu dönem hakkında konuşma cesaretini de göze alabilseydi Türkiye şimdi çok daha şeffaf ve kendisiyle barışık bir ülke olabilirdi. Ancak o bu yolu ya tercih etmedi ya buna cesareti yetmedi. Konuşsa bir parti lideri olmasına ve hatta yaşamasına izin verirler miydi o da başka mesele… Keşke bunu yapabilseydi. Bunu yapabilse Türkiye “vicdan muhasebesi” diye bir şeyle tanışmış olurdu ancak o dönemin kara kutularının hiçbiri bu erdemi sergileyemedi. Yapsalar bu topluma en büyük faydaları da o olacaktı ama yapmadılar. Her zaman “kullanıldık” gibi üstü kapalı ve genel ifadelerle geçiştirip susma yolunu seçtiler.

Kazanın üzerinden iki gün geçmesine rağmen henüz helikopterin enkazına ulaşılamadı. O kazada hayatını kaybetmiş olma ihtimali bulunan Yazıcıoğlu’ndan zerre kadar hoşlanmıyorum ama buna rağmen üzüldüm. Yazıcıoğlu’nun ülkücü arkadaşlarının rol aldığı katliamlarda hayatını kaybeden insanlara acıdığım kadar olmasa da acıdım. Kazayı haber veren muhabirin acil yardım görevlisiyle konuşmaları insanın yüreğini burkuyor. Başkasının acısı benim sevincim olamaz. Hem haberlerde öteki kazazedelerin adı bile geçmiyor ama Yazıcıoğlu dışında aynı akıbeti paylaşan beş kişi daha var.

Karlı ve çok soğuk bir alanda üstelik yaralı olarak aç susuz iki gün hayatta kalabilmek kolay bir şey değil. Ama mucizeler de hayata dairdir. Hiç değilse helikopterin düşmesinden sonra hayatta olduğu anlaşılan o muhabirin donmadan kurtarılmasını dilerim.

......

Resim Yazıcıoğlu'nun kişisel web sitesinden

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..