Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Aralık '16

 
Kategori
Kitap
 

Muhtar, bu kalem yazmıyor

Muhtar, bu kalem yazmıyor
 

“YAZSIN” DEMEDEN YAZMAYAN KALEMİ BİZ İCADETTİK

               “Mucize Kaymakam”Turan Eren’in “Üç Dilek” adlı “anı-roman”türü eseri öyle güzel sahnelerle dolu ki!..

               Anlatacağım, anlatacağım onları size:

               Henüz yedi yaşındadır Turan Eren.Güreşirken ayağının kırıldığı yılın baharı… Hayvan semeri ve palanları yapan Artin Amcagelir bir gün evlerine.  Arapgirli Ermeniasıllı bir ustadır; Artin Amca.

               İkindi ezanı okununca, Turan’ın babası, “Artin Efendi, sen işine bak. Ben camiye gidip namaz kılayım.”der. Devamını Turan Eren’den dinleyelim:

 

               “Ben Artin Amca’nın yanında oturmuş sorular soruyordum. Artin Amca, ‘Ben de namaz kılayım Turan, sonra sohbet ederiz.’ dedi. O da namaza durdu. Ama onun durduğu kıble doğuya doğruydu. Ben, ‘Artin Amca, sen kıbleye yanlış durdun. Bizim evin kıblesi şöyledir.’ diyerek elimle tarif ettim. O da, ‘Turan, ben Müslüman değil, Hristiyan’ım. Benim kıblem böyledir. İbadetimi bitireyim, konuşuruz.’ dedi. İbadetini tamamladıktan sonra, ‘Turan, anlayacağın bizim kıblemiz farklı. Belki Allah’ımız bir, fakat kitabımız da, peygamberimiz de ayrı. Ama dinlerimizin kuralları birbirine çok yakın. Mesela hırsızlık, adam öldürme sizde de bizde de çok günahtır. İbadet etmek, iyilik yapmak bizde de sizde de sevaptır. Kısacası temel özellikleri aynı ama ayrıntılarda farklılıklar var.’ dedi. Ben, ‘Artin Amca, o zaman sen de Müslüman ol.’ dedim. Gülerek, ‘Peki Turan, düşüneceğim’ dedi. O sırada babam geldi. Artin Amca, ‘Hasan Ağa, iyi ki yetiştin. Az kalsın Turan beni Müslüman yapıyordu. Neyse ki dinimi kurtardım.’ dedi.”

               Hasan Ağa, “Ne oldu?”diye sorunca, meseleyi anlatır; sonra da:

               “Hasan Ağa, bu çocuğu okut. Bu çocukta pırıltılar görüyorum. Çok akıllı, çok zeki bir çocuk.”demeyi de ihmal etmez.

               1950’li yıllar. Turanlar’ın köyü büyük olduğu için, özellikle seçim önceleri iktidar ve muhalefet partilerinin milletvekili adayları sıkça ziyarete gelirler. Köylüler, aynı fikirde olmadıkları adaylarla sert tartışmalara girişirler.

               Bir gün köy muhtarı olan Turan’ın amcası, köylüleri toplayıp bu konuyu tartışmaya açar.  Herkes düşüncesini açıkça söyler.  Konu uzun uzun tartışıldıktan sonra şu karara varırlar:

               “Köyümüze gelen bütün particiler misafirimizdir. Aynı görüşte olmasak da hiçbiriyle tartışmayalım.  Her birini güler yüzle karşılayıp ağırlayarak yolcu edelim.”

               Gerçekten de aldıkları kararı aynen uygularlar. “Oyumuzu sana vereceğiz”dememekle birlikte, “İnşallah!”deyip araçlarını hep birlikte havaya kaldırıp alkışlarla uğurlarlar. Diyor ki yazar, “Bu tutum ve davranış hem gelenleri memnun ediyor, hem de köyde gereksiz tartışmaların, gerilimlerin yaşanmasını önlüyordu.”

               Ne güzel, değil mi? Keşke, ülkemizin her yerinde bu kural uygulansa!

               Pekiyi, bir gün, köye vali geleceği duyulursa?..

               “Gelsin varsın! Ne var bunda?”diyemezsiniz. Gelen, boru değil, ‘vali’…  Yörenin en büyük mülkî âmiri… Vali Paşa!.. Başkentte Cumhurbaşkanı ve Başbakan neyse, illerde de ‘vali’ o… Var mı bunun başka bir izah tarzı!

               Köylüyü toplar hemen, Muhtar Nuri Amca. Konu enine boyuna tartışılır ve kararlar alınır. “Ne gibi kararlar mı?”dediniz. Dinleyin öyleyse:

               “… Köyün içinin temizlenmesi, mümkünse evlerin dış cephe badanalarının yapılması, hatta ahırlara varıncaya kadar temiz tutulması… Vali’nin geldiği gün, tüm köylünün düğünde bayramda olduğu gibi güzel giyinmesi… Ayrıca Vali’nin köy okuluna uğrayacak olması nedeniyle öğretmenle görüşüp okulun da hazırlanmasıydı. On beş gün boyunca köyün her yerinde Vali’nin gelişi konuşuluyordu. Öğretmen okulda bizi sıraya diziyor, provalar yapıyordu. “Merhaba çocuklar!” diyor, biz de sesimizin çıktığı kadar, “Sağ ol!” diyorduk. Bu çalışmalar Vali’nin geldiği güne kadar devam etti. Köyde, evlerin içinden köy içi yollarına kadar her yerde bir tertip, düzen, temizlik faaliyeti sürüyordu.”

               Nasıl, beğendiniz değil mi? Köy içi ve evler neyse de, okuldaki hazırlığa bayıldım ben! Çocuklar Türkçe’yi, matematiği, tarihi, coğrafyayı bilmese ne gam! Önemli olan, Vali “Merhaba çocuklar”deyince, hep bir ağızdan ve yüksek sesle “Sağ ol”diye bağırmaktır. Ya bu törenin provası en az bir hafta, on gün yapılmaz da çocukların bir kısmı “Merhaba”, bir kısmı da “Sağ ol, var ol Vali Amca”derse!.. Ne kadar büyük bir ayıp, günah ve dahi felaket olurdu bu; değil mi?

               Köyü ziyaret edecek olan, herhangi bir insan değil ki… Koskoca Malatya Valisibu adam, Vali!..

               Sonuç mu? Evet, sonucu merak etmeniz hakkınız tabii. Yazara kulak verin öyleyse:

               “Köylü on beş gün geceli gündüzlü çalışmış, emek sarf etmiş, büyük bir coşku ile beklemişti. Ama Sayın Vali köyde dört beş dakika kalıp gitmişti.”

               O’nun için kesilen koçlar, hazırlanan nadide yemekler yenmeden… Karşılanırken olduğu gibi, uğurlanırken de, “Sağ ol Vali Paşa”denilip coşkunca alkışlanarak hem de.

               “Pekiyi, Vali’nin köy ziyareti hiçbir işe yaramamış mıdır?”diye sorarsanız; yaramaz olur mu, elbette yaramıştır! Başka çocukları bilmem ama Turan’ı çok etkilemiş bu ziyaret. Nasıl mı?

               “Vali’nin geliş ve gidişi yalnız bununla kalmadı. Bende büyük bir hayranlık uyandırdı. Büyüyünce ne olacağım düşüncesi bende cevabını bulmuştu. Kesinlikle vali olacağım… İnsanlar beni böyle sevmeli, böyle saygı duymalı. İnsan, olunca böyle büyük adam olmalı. (…) O gün, mesleğimi kesin olarak seçmiş, kararımı vermiştim: VALİ OLACAKTIM.”

               Yıl 1961… Turan 11 yaşında. İlkokul 4’ten 5’e geçmiş. Yayladan dönmüşler. Okullar açılmış. Ekim ayı sonları… Bir gün öğretmen, “Turan, senin Arguvan’a gidip İlköğretim Müdürlüğüne uğraman gerekiyor.”der. Babasına söyleyince, O da, “Nasıl olsa Muhtar Nuri her hafta gidiyor. Söyleyeyim, giderken seni de götürsün”der.

               Birkaç gün sonra, Muhtarla birlikte kestirme yoldan 12 km. yürüyerek Arguvan’a varırlar. Önce İlköğretim Müdürlüğü, sonra Kaymakamlık derken, sıra gelir Nüfus Müdürlüğü’ne. Amcası oğlu Hüseyin’in nüfus cüzdanı alınacaktır.

               Muhtar, memurun odasına gidip selamlaştıktan sonra, geliş nedenini söyler. “Hay hay hazırlayayım” deyip boş bir nüfus cüzdanı alıp koyar önüne memur. Turan, muhtarla birlikte masanın önünde ayakta, ne yapıldığını izlemektedir merakla. Ötesini yazardan dinleyelim:

               “Nüfusçu Bedri, kalemlikten kalemi alıp nüfus cüzdanının üstünde yazmadan tuttu. Başını kaldırarak, “Muhtar, kalem yazmıyor.” dedi. Muhtar, “Bedri Bey, yazsın; yazsın.” dedi. Nüfusçu kalemle cüzdanı itinalı bir şekilde doldurdu ve muhtara teslim etti. “Muhtar, yazmıyor” dediği andan itibaren, kafamda müthiş bir soru işareti belirmişti. Yazmayı denemeden neden yazmıyor dedi ve muhtar “Yazsın, yazsın” dedikten sonra neden yazdı? İlk fırsatta Nuri Amca’ya bunu sormayı düşünüyor ve cevabını da sabırsızlıkla bekliyordum.”

               Nitekim yola çıkar çıkmaz, Turan, Nüfus Memurunun “Kalem yazmıyor”demekle ne demek istediğini sorar. Muhtar, “Bu rüşvet oluyor.”der. “Rüşvet”in ne olduğunu bilmeyen Turan,“Nasıl rüşvet oluyor?”diye sorar.

               “Senin anlayacağın, ‘Yazmıyor’ deyince rüşvet istedi. Ben de ‘Yazsın, yazsın’ deyince kabul ettim.”der.

               Turan’ın soruları biter mi? “Peki Nuri Amca, ne vereceksin ona?”diye sorar bu kez. “Ne vereceğim Turan, bir dahaki gidişimde ya birkaç kilo peynir,  yahut da birkaç kilo tereyağı götüreceğim.”der.

               Böylece Turan,hayatında ilk kez, henüz 11 yaşında iken rüşvetle tanışmış olur.

               Kanunlarımızda, “Rüşvet almak da vermek de suçtur.”diye yazarmış. Kimin umurunda? Böyle saçma cümleleri niçin yazarlar ki kanunlara! Tek parti dönemlerinde de böyle yürümüş, çok partili dönemlerde de… CHP iktidardayken de, DP başta iken de… Dahası “Ak Devrim”dedikleri 27 Mayısve sonraki yıllarda da…

               Sözgelişi, 1960’lı yıllarda Turan’ın köylüleri neler konuşurlarmış, kulak verelim bir hele:

               “Özellikle nüfusta ve tapuda iş yapanlar, genellikle sigara türünden rüşvet verdiklerini hep anlatırlardı. İşi olan kim olursa olsun, yetkili, “Samsun’u dolaş da gel”, “Kulübe uğra da gel” veya “Dışarda Harmanla da gel” gibi şifreli sözlerle hangi sigarayı istediğini açıkça ima ediyormuş. Kimi, “Bir Kulüp sigarası verdim”, kimi “Yenice sigarası verdim”; kimi de daha ucuz olan “Bir Bafra sigarası ile işi bitirdim” diyordu. Para ile iş yapanı hiç duymadım.” dedikten sonra, özellikle şunu da söylemeden geçmemiş yazar:

               “Ama esas hayret ettiğim konu, bu rüşvet denen olayı anlatanların son derece normal bir olaymış, almanın ve vermenin hiçbir kötü yönü yokmuş, doğal bir işlem yapıyorlarmış gibi anlatmalarıydı. Anladığım kadarıyla köylü için o günkü işinin görülmesi önemliydi. Alışılageldiği gibi, o işleme karşılık bir şeyler vermenin, onların nezdinde de alışılmış bir olaya dönüşmesiydi.” (*)

               Benim, bu cümlelere ekleyecek hiçbir sözüm yok. Sizin var mı?

 

                                                                                                                      Hüseyin Erkan

                                                                                               huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

(*) ÜÇ DİLEK(Yazan: Turan Eren, Emekli Vali Muavini, Antalya 2016)

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..