Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Eylül '12

 
Kategori
Öykü
 

Muhteşem Sülo

Muhteşem Sülo
 

“Atalarından başka övünecek şeyi olmayan adam, patatese benzer. Çünkü kendine ait olan biricik varlıgı topragın altındadır.”


Brooks Atkins


Haşmetli hünkar babasının huzuruna çıkması için, has odabaşının, önce majestelerinden destur alması gerekiyordu. Has odabaşı, padişah Yavoz Sultan Selom’un boş bir zamanını kollayıp, oglu Kanlıni’nin uzun zamandır kendilerini görmek istedigini, el pençe, başı yıkık, ıkına- tıkına -sıkına arz etti. Yavoz Sultan Selom, kırmızıya çalan yuvarlak yüzünde yer alan, gür ve bakımlı pala bıyıklarını, uzun tırnaklı düzgün parmakları ile koparırcasına çekiştirip okşarken, gür kaşlarını olabildiğince çatıp, ışıldayan gözlerini, egik kellesi ile iki büklüm duran has odabaşına yöneltti. Minderi kaplayan, kendisi gibi haşmetli, yayvan kıçı ile oturdugu tahtın yanlarında pır pır yanan iki iri mum, tüyleri iki cariyesi tarafından iple alınan kulaklarında sallanan, Bahreyn incisi küpelerini parlatıyordu. Öyle ya, oglu Kanlıni Sülo uzun süredir Manisa sancagında kalakalmış ve görüşememişlerdi. Elbette, O’nun da, bilinen bir takım karşı konulmaz dürtüleri ayyuka çıktıgında; elinin altında, hareminde hazır, nazır, amade, boynu bükük, yalnız el etek degil, zat-i alilerinin buyrugu dahilinde, her bir yerlerini öpen, büyük bir itaatla, verilen emirleri yerine getiren, halvetlerinin akabinde, “tamam çekilebilirsin” emrini aldıgında, başı önde, bombeli kalkık kıçları kapıya dönük; Anadolu Türkçesi ile “götün götün” çıkan, birbirinden alımlı onlarca cariyesi vardı. Demek onca cariye, şan, şöhret, güç, kudret, para pul da, hazretlerinin sıkılmaması için yeterli gelmiyordu. Yüregine kulak verdiginde, kendisinin de oglunu çok göresi geldigini hissetti.
          “Ala, gelsin bakalım. En yakın zamanda hazırlıklarını yapıp, huzuruma çıksın. Başka bir husus var mı?”
          “Emriniz olur hünkarım. Emriniz olur. Ben Şehzade Kanlıni Sülo hazretlerine haber salarım. Başka bir diyecegim yoktur. Devletli Sultanım.”
          Has odabaşı Kanlıni Sülo’ya tez elden haber saldı. atları ve bir yıgın askerleri ile solugu Hünkar babasının sarayında aldı. Hasodanın önünde aralıksız nöbet tutan, örgülü saçları egik başları ile birlikte yanlara sarkan kavuklu, parlak genç agalar, hünkarın kapısını usulca tıklatıp, Şehzade Kanlıni Sülo’nun huzura kabülünü bekledigini söylediler.  Yavoz Sultan Selom;
          “Ala, gelsin bakalım” diye buyurduktan sonra, Kanlıni Sülo usulca ileri süzülüp, oturan babasına beş metre kadar bir mesafede, elleri göbegine baglı, başı olabildigince egik vaziyette;
          “Hünkarım” diye seslendi. Hünkar Yavoz Sultan Selom, yüksek sesle;
          “Yaklaş” diye ferman buyurdu. Kanlıni Sülo babasına yaklaştı, egilip, hürmetlerin en büyügü ile etegini öpüp, başı önde bekledi. Hünkarın desturu ile ayaga kalkan Kanlıni Sülo babası ile hasretlik giderip, Manisa sancagında neler olup bittigini, konuştular. Yavoz Sultan Selom genç şehzade ogluna bolca nasihatte bulundu. Sade giyinmekten yana olan hünkar, oglunun fazla süslü giyindigini biliyor ve bu kendisini rahatsız ediyordu. Kulaklarında sallanan inci küpelerini okşayıp, ogluna daha sade giyinmesini, süslü giyinmekten kaçınmasını tembih etti. Aralarında devlet işlerini enine boyuna konuştular. Saatler boyu baş başa kaldılar. Yemek sonrasında Kanlıni Sülo, hünkar babasından müsaade istedi. Baba ve ogul tekrar öpüşüp, koklaştıktan sonra ayrıldılar.
          Onların aralarında zaman zaman büyük tatsızlıklar da yaşanmadı degil, elbette. Yavoz Sultan Selom şehzade oglu Kanlıni Sülo’ya kulagına gelen bazı söylentilerden dolayı köpürüyordu. Hiddetinden hızını alamadığından, O da, daha önceki padişahlar gibi oglunu ortadan kaldırmak istedi. Baba oglu, kardeş kardeşi, amca, dayı  ve diger bütün yakınlarını, iktidarlarının önünde bir tehlike olarak  gördükleri anda gözlerinin yaşına bakmadan, bogdurup, öldürmek gelenekti. Hanedan ailesine dahil olanların kanını akıtmak çok günah sayıldıgından, kansız ölüm yöntemi olan, bogdurma tercih ediliyor, böylelikle daha az günaha girdikleri hissine kapılıyorlar, vicdanları da fazla sızlamıyordu. Yavoz Sultan Selom da oglunun al kanını akıtıp, günaha girmek istemediğinden, sevgili oglunu Kanlıni Sülo’yu zehirlemek istedi. Ancak hünkar daha az vicdan azabı duyacagı bu girişiminde başarılı olamadı. Validesi oglunu, hünkarın gazabından korumasını bildi.
          Yine validesinin dayatması ile oglunu öldürme zevkini tadamadan, gözleri açık giden Yavoz Sultan  Selom’un ardından, Kanlıni Sülo padişah oldu. Kanlıni Sultan Sülo başa geçer geçmez haremini Rus cariyelerle yenileyip, doldurdu. Bu birbirinden güzel cariyelerin başına da, korucu melegi validesini getirdi. Valide Sultan, çiçegi burnunda hükümdar oglu Kanlıni Sultan sülo’ya bir birinden çıtır, türkçeleri bozuk, ama yataktaki işveleri, işlevleri ve cilveleri büyük olan cariyeleri, altın yoldan geçirip, hasoadaya yolladı. Kanlıni Sultan Sülo, sunumun karşılıgında beş para dahi almayan validesinin, koynuna, kıllı kollarının arasına bahş ettigi, ecnebi hatunları, birbirinden degerli taşlarla bezeli, paha biçilmez, kendi el mahareti yüzüklerle süslü parmakları ile avuçladıgı kızıl elmaları bir hamlede yarıladıgı gibi, bu sütün bacaklı, armut gögüslü, kiraz dudaklı dilberleri haşin ve gaddarca ısırıyordu. Günlerden bir gün; dagıtılan lokmaların, şerbetlerle ıslatıldıgı eglencenin ve hasodada noktalanan halvetin ardından, Kanlıni Sultan Sülo muamelesinden ziyadesi ile hoşnut kaldıgı Rum hatunun hayatını çok merak etti. Hatuna art arda sorular yöneltti. Gözleri iri birer zümrütten farklı olamayan Eleni Türkçe çok bilmediğinden, cevap vermekte zorlansa da, karşısındaki bir dünya hünkarıydı. Hayatını, başından geçenleri, geldigi kültürü ve Yunan mitolojisini dahi dilinin döndügünce anlattı.
         “Hünkarım bizde bilinen en güzel kadın Afrodittir. Afrodit’in ise çok hazin bir hikayesi vardır. İsterseniz size O’nun öyküsünü anlatmaya çalışayım.” Kanlıni Sultan Sülo anlatılanları pek anlamazsa da, bütün anlatımlardan Afrodit adlı dünya güzeli bir Hatunun, bu Rum dilberinin geldigi Bizans topragında oldugunu anladı. Eleni, gözlerindeki zümrütleri hafif kırpmalar ile gölgeleyip, anlatmaya devam etti. Kanlıni Sultan Sülo anlamazsa da sarmaş dolaş, üryan biçimde olduklarından, tercüman da çagıramazdı.
          “Hünkarım, günlerden bir gün;  heykeltraş Praksilteles  ressam bir arkadaşıyla Knitos’ta akşam üstü içki eşligindeki muhabbetlerinde, sanat konularında tartışıyorlardı. Az ilerideki tepede yer alan manastırdan bir kaç tane rahibenin, gülüşerek denize doğru koştuklarını gördüler. Rahibeler elbiselerini çıkarmadan suya daldılar. Aralarından  biri çırılçıplak soyundu ve suda kayboldu. Biraz sonra sudan çıkıp gelen kadının muhteşem vücudunu gören heykeltıraş Praksilteles bu güzelligin heykelini yapmadan yaşayamacagını anladı.
          Ertesi günün sabahı solugu manastırda aldı. Başrahibe ile görüşüp, rahibenin heykelini yapmak istedigini söyledi. Başrahibe;
          “Kendisine sorun, eğer kabul ederse yapabilirsiniz” dedi. Bunun üzerine rahibe ile anlaşmaya varan Praksiteles işe koyuldu. Heykeltıraş rahibenin çıplak heykelini yaparken, bir yandan da hikayesini dinledi.
          Rahibe bir adamı öldürmüştü. Çıkarıldıgı mahkeme kendisini idama mahkum etti. Mahkemede hiç bir şey yapamayacagını anlayan avukatı, aniden ortaya fırladı ve genç kızın yanına gidip, üstündeki elbiseleri bir hamlede yırttı. Yargıçlara kızın güzelim vücudunu gösterip;
          “Bu memeleri, bacakları, yok etmeye razı olacak mısınız?”
Genç kızın güzel memelerini görme şansını yakalayan yargıçlar, kendi aralarında toplanıp, bir karara vardılar. Bu karara göre, genç kız ömür boyu bir manastırda yaşamaya mahkum edildi.
          Praksiteles bu vücudun heykelini yaptı ve adını “Knidos Afroditi”koydu.
Kanlıni Sultan Silo, Eleni’nin anlattıklarından çok az bir kısmını anladı. Anladıgi tek şey Yunanistan’da dünya güzeli Afrodit adlı bir kadının olduguydu. Evet bu hatun neden o’nun hareminde degildi. Bir an önce O da sarayına getirilmeliydi. Eleni’ye sertçe çıkabilirsin derken, kapıda bekleyen ağaları çagırdı.
          “Bana vezirimi çagırın hemen.” diye emir verdi. Vezire hemen askeri bir komutanın, bir kaç adamını alıp,  Yunanistan’a gitmesini ve Afrodit adlı hatunu alıp, getirmesini emretti.
          Kanlıni Sultan Sülo sunulan onca hatunun yanı sıra, uzun zamandır Hurma Sultan ile birlikteydi. Valide Sultan’ın sunumları Hurma Sultanı kıskançlıktan çıldırtıyordu. Komutanlardan birinin Afrodit adlı bir hatunu getirmek üzere Bizans ellerine gittiginden bihaberdi. O nedenle Haseki Hurma Sultan bu konuda herhangi bir taşkınlıkta bulunmuyordu.
          Komutan uzun bir yolculugun sonunda, askerleri ile birlikte Yunanistan’a geldiler. Önüne gelen herkese Afrodit Hatun’u nerede bulabileceklerini sordular. Aylarca bakmadıkları yer kalmadıgı gibi, izine rastlamak için sormadıkları adam da kalmadı. En nihayetinde Parga adlı bir köye geldiler. Duvar dibinde keman çalan bir genci gördüler ve durdular. Artık Afrotit’i bulmaktan umutlarını tamamen yitirmişlerdi. Ama bulmadan gitmeleri halinde de akıbetlerinin pek de iç açıcı olmayacagını biliyorlardı. Keman çalan gence gelip, sordular. Bu genç bir balıkçının ogluydu. Adının Nicos oldugunu söyledi. Nicos sordukları hatunun adını duydugunu ve bu konuda bir çok şey bildigini anlattı. Genç oldukça bilgili birine benziyordu. Bir kaç dil biliyordu ve pek çok konuya hakim oldugu belliydi. Komutanın yapabilecegi bir şey yoktu. Askerlerine Nicos’u yakalayıp, götürmelerini emretti. Afrodit hatunu bulamamışlardı ama, hiç degilse ellerinde pek çok bilgili ve Afrodit’i de tanıyan birileri vardı. Bu onların kurtuluşu olabilir ve Kanlıni Sultan Sülo’nun gazabını bertaraf edebilirlerdi.
          At sırtında gelinen çok uzun olan yol, haftalarca sürdü. Komutan beraberinde Pargalı Nicos ve askerleri ile sarayın kapısından girerken, Kanlıni Sultan Sülo da o sırada, sakallarını sıvazlayıp, ellerini arkasında kavuşturup terastan kapıya bakıyordu. Komutanın yanında bekledigi Afrodit degil de bir erkek vardı. Bunun ne anlama geldigini anlayamadı. Hele sabır deyip, bekleyip ne olup bittigini ögrenecekti.
          Komutan ayagının tozu ile hünkara çıktı. Hünkar büyük bir merakla, komutanın ne yumurtlayacagını bekliyordu. Onur kırıcı, rütin el - etek öpme faslından sonra, komutan;
          “Hünkarım, emriniz üzerine beş ay boyunca Afrodit hatunu aradık. Bizans elinde aramadıgımız yer kalmadı, her tarafı didik didik ettik. Lakin bulamadık. Öyle birinin olmadıgını söylediler. En son Parga Köyü yakınlarında bu gence rastladık. Her konuda bilgisinin oldugunu gördük. Belki bir işinize yarar diye, alıp size kendisini getirdik.”
          “Yani Afrodit yerine bir erkek getirdiniz, öyle mi?“ Komutan vaziyetin pek de iyi olmadığını görünce, yere dogru olan egimini daha da kaydırarak, neredeyse halıların üzerine kapaklandı. Kanlıni Sultan Sülo hiddetle bagırdı.
          “Çık dışarı mendebur deyyus. Bizanslı sen kal. Agalar bana hemen birtercüman getirin.” Komutan korkuyla kapıya kadar geri geri gitti ve sarayın içinde gözden kayboldu. Acele ile buldukları tercümanın kollarından tutup, yaka paça Kanlini Sultan Sülo’nun karşısına çıkardılar. Hünkar gencin adını, geldigi yeri, gördügü egitimi, bildigi dilleri ve aklına gelen her türlü soruyu Nicos’a yöneltti. Aldıgı cevaplar, gencin çok çok akıllı ve bir o kadar da bilgi ile donanımlı oldugunu gördü. Genci çok sevmişti. Çok şeker bir çocuktu. Ne kadar da parlaktı. Bir an önce dillerini ögrenmesi gerekiyordu ki, bunun bu denli zeki bir genç için zor olmayacagını düşündü. Bu konuda gerekli emirleri bir çırpıda yagdırdı ve tez elden derslere başlamalarını da söyledi.
Nicos önce müslüman oldu. Çok kısa zamanda lisan ögrendi ve hünkarla her turlu diyaloğa girebilecek seviyeye geldi. Hünkar neredeyse bütün gününü hasoadada İbo adını verdigi Bizanslı gençle geçiriyordu. Haremi tamamen unutmuş, sadece ara sıra Hurma Hatunla buluşuyor ve O’na yazdıgı aşk şiirlerini kulagına fısıldayıp, kendisinin yaptıgı pahalı taşların üzerinde oldugu yüzükleri Hurma Hatuna hediye ediyordu. Hurma Hatun şiirleri can kulagı ile dinliyormuş gibi yapsa da, aklı fikri İbo’daydı. Hünkar sürekli İbo ile birlikteydi. Acaba ne yapıyorlardı. Üstelik İbo’yu has odabaşı yapmıştı. O geldigi günden beri hünkar çok degişmişti. Daha bir neşeli oldugu halde neden kendisine bu kadar az zaman ayırıyordu. Oysa hasodada, O’nun kıllı kollarının arasında olmak ve kızıla çalan saçlarını sevdigi adamın sakallarına dolamak istiyordu. Ama Kanlıni Sultan Sülo kendisinin hep uzagındaydı. Aylardır koynuna girememişti. Hani haremde duyulmayacagını bilse, emrindeki agalardan birini çagırıp, Kapalı Çarşıya gönderecek; zıbıkçılar çarşısından bir “zıbık” aldıracaktı. Başa çıkılır gibi degildi. Rüyalarında hünkarla sürekli sevişiyordu, Kanlıni Sultan Sülo’nun güçlü, kıllı elleri Pargalı Damat İbo’nun “kase-i billurunda” degil, onun beş çocuk dogurmuş kalçalarındaydı. Ama uyandıgında da yanında kimsecikler yoktu.
Bunca “civelegin” oldugu ve kabul gördügü bu mekanda, aklına gelenlerin dogruluk payını azımsamaz olmuştu. Yeniçeri ocagında bile iş çıgırından çıkmıştı. Padişahın oluşturdugu “Civelekler Taburu” sayesinde; her oglancı yeniçeriye, oglan bir yeniçeri düşüyordu. Yeniçerilerin genelde hamamlarda buluştukları ve bu nedenle, kendi aralarında; "Hamama giren terler." diyorlardı. Sarayda, boşuna agalar tekerleme halinde birbirlerine;
          “Yaz olunca avratlara meylet, kış olunca oglanlara ki, sıhhat bulasın. Avrat teni soguktur. İki soguk bir araya gelirse birbirini kurutur.” demiyorlardı.
          Aklına gelen olur olmaz soru işaretlerini her defasında kovmaya çalışsa da, düşünmeden edemiyordu. Hünkar neden yanında degildi. Neden hep Pargalı İbo ile birlikteydi ve ne yapıyorlar, neler konuşuyorlardı günlerce. Pargalıyı neden, yeni yetkilerle daha da yükseltiyordu. İki lafından birisi İbo oluyordu. Bu adama karşı büyük bir kin besliyordu. Peki, bu işin sonu nereye varacaktı? Acep Pargalı İbo ile aralarında nasıl bir ilişki vardı? Kız kardeşi ile de evlendirdigi Damat İbo’da ne buluyordu? Kanlıni Sultan Sülo, İbrahim ile sürekli çıkacakları harp seferlerinin üzerinde çalıştıklarını söylese de, yok yok bu olamazdı. Hurma Sultan iri dudakların ve ela gözlerin yer aldıgı güzel kafasından hoş olmayan pek çok soruyu kovamıyordu. Karmakarışık duygular içindeydi. Agaların tekerlemesindeki olmuyordu. Yaz geldi, kış geçti. Ama Kanlıni Sultan Sülo gelmez oldu. Ne saza geldi, ne de söze. Geçen Cuma günü gelecekti, ama aylar geçti gelmedi.
Aydın Yılmaz
Amsterdam, 27 Eylül 2012

 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..