Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '12

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Muhteşem Yüzyıl-Pargalı İbrahim Paşa

Muhteşem Yüzyıl-Pargalı İbrahim Paşa
 

Tasvirde oldukça güçlü biri olarak yer alıyor.


Muhteşem yüzyılda Pargalı’nın sonuna doğru yaklaşıyoruz. Tabi ki senaristler ve ekip ne zaman isterse Pargalı diziye veda edecek. Biraz bu konudan bahsedelim dedim ama önce ekran yüzü olan Okan Yalabık ile başlayalım işe. Okan Yalabık bu seferde Paragalı İbrahim Paşa rolü ile karşımıza çıktı. Okan Yalabık’ı, temiz yüzlü bir genç olarak tanıdık ve artık meslek yaşamında olgunluk çağında seyretmeye devam ediyoruz. Gelin isterseniz bir Okan Yalabık’a kariyer hayatı ile bakıp, sonra da konumuza geçelim. Okan Yalabık, yeni bir oyuncu olmasına rağmen uzun zamandır meslek hayatının içinde olduğundan, bizim için tanıdık ve bildik bir yüz. Okan Yalabık 33 yaşında, ilk tiyatro atılımını 15 yaşında Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi’nde yaptı. Okuduğu okula Cengiz Deveci’yi çalıştırıcı olarak çağırarak okulun Tiyatro Topluluğu’nun kurulmasına ön ayak oldu. Daha sonra konservatuarı kazandı. Bir sene sonra da Kenter Tiyatrosu’nda sahne almaya başladı. Art arda televizyon ve sinema filmlerinde rol alarak kendini seyircinin aklına kazıdı. Kendi halinde, sakin görüntüsü ile ters düşen bir oyunculuk gücüne sahip. Seyirci karşısında on kaplan gücüne erişiyor. Pargalı ile de oldukça başarılı. Kendime inanamıyorum! Karışık kimlikli beyefendiyi yazmaya kalkmak sizin benim için büyük cesaretti. Haydi hayırlısı! Bu arada hatırlatma olsun diye bir şey eklemek isterim yazılarım aslında iç içedir. Birini okuduktan sonra bir diğerini de okursanız daha net bilgiler edinebilirsiniz.  

Pargalı İbrahim Paşa, Muhteşem İbrahim Paşa, Makbul İbrahim paşa, Frenk İbrahim Paşa, Maktul İbrahim Paşa... Hepsi de aynı insan. Ne garip! Bu kadar tanımı isminin önüne almış. Onu belki de Muhteşem Yüzyıl yayınlanana kadar unutmuştuk. Belki hafızamızda bir yerde saklanıyordu. Ama bir hatırladık pir hatırladık. Ben bu yazıyı yazarken pek çok şeyi birlikte hatırlatmaya karar verdim, umarım başarırım.

İbrahim Paşa, Fransızların çok dikkatini çeken ve sevdikleri bir tarih adamıdır. Hakkında ilk kitap 1642 yılında roman niteliğinde yazılmış. Madamaselle de Seuderiy tarafından kaleme alınmış '' İbrahim ou I'lustre Bosso'', 2000 sayfa ve 4 cilt olarak yayınlanmış. Tabi cahil biri olarak çok merak ediyorum bu kadar bilgiyi nereden bulmuş?  Neyse! 1981 yılında Catherine Clement tarafından yazılan ''La Sultane'' ile tekrar karşımıza çıkıyor. Bu iki kitabın ortak noktaları var. Bunlardan biri ve bence en dikkat çekici yanı, İbrahim'in Müslüman olmasına rağmen Hıristiyan imanını terk etmediği yönünde yazılanlar.

Fransız yazar Louis Gardel, Pargalı İbrahim Paşa'nın hayatını ele alıp ''L'Aurore des bien-aimes'' adlı romanı ile 1997 yılında karşımıza tekrar geldi. Bu eser Fransız televizyonunda ödül bile aldı. ''Sevenlerin Şafağı'' ile Türkçeye çevrilmiş bir kitaptır. Pargalı, bizden önce Fransızları baştan çıkarmış, kendine hayran bırakmış bir kimlik yani.

Cahit Ülkü ''Masal Olmayan Masallar'' adını verdiği üçleme romanına Pargalıyı birinci seçip, onunla başlamış. Roman '' Pargalı İbrahim Paşa, Kanun-i'nin düşü, Hürrem'in Kabusu'' adını taşımaktadır. 2. kitabı ''Rüstem Paşa'', 3. kitabı ''Suların Getirdiği Padişah- 2. Selim''dir. Pargalı, ‘’ Muhteşem Yüzyıl ‘’ ile 2011 yılında ekranda karşımıza çıktı ve izleyicilerin dikkatini çekti.

Yazıma tam giriş yapamadım farkımdayım, ama önce bunlara bir değinmek lazım diye düşündüm. Tabi bize ekran yüzleriyle göz kırpan bu karakterlerin bazıları hakkında yeterince tarihi bilgi yoktur ve yazarın, senaristlerin hayal gücüyle, yönetmenin gözüyle bizim ile buluşmaktadır. Televizyon sektörü ilklere oynayan dizilerin aldığı reklamları da kamçılıyor ve unutmamalıyız biz zevk alırken, binlerce insan bu sektörden ekmek yiyor. Haliyle bire bin katıp, çirkini çekici, güzeli sevgili haline dönüştürecektir. Unutmayın bu ''Düşler Perdesi'' Ben Pargalı Damat İbrahim Paşa'yı tarih sayfalarından sıyırıp, etten, kemikten tekrar karşımıza dikeyim istedim. ‘’Haydi! Açılsın artık bizim beynimizdeki düşler perdesi! ‘’

1493 yılında Parga doğumlu, 1536 istanbul'da ölmüş Paşamız. 13 sene Kanun-i Sultan Süleyman'a sadrazamlık yaptı. Öldüğünde Sadrazam unvanını korumaktaydı. Önemli siyasi ve askeri olaylarda rol oynamış Osmanlı ünlü devlet adamlarından biridir.

Yunanistan sınırlarında kalan Parga yakınlarında bir köyde dünyaya ''Merhaba!'' çığlıklarını attı. Tarihi pek çok kaynak onu Rum olarak yazarken bazıları aslen İtalyan kökenli bir ailenin çocuğu olarak bahseder. Babası bir balıkçı olduğu sanılıyor. 6 yaşında köle tacirleri tarafından kaçırıldı ''Küçük İbrahim''. Kaynaklara göre Manisa'da yaşayan dul bir kadın tarafından satın alındı ''Çocuk köle İbrahim''. Fakat İbrahim'in yüzüne şans burada gülmeye başladı.

Manisalı annesi, İbrahim'i eğitti, öğretti, müzikle ve sanatla ilgilenmesini sağladı. Hatta kemana benzeyen bir müzik aleti çalmayı öğretti ''Şanslı İbrahim'' e. Farsça, Rumca, Sırpça ve İtalyanca öğretti Pargalıya yeni annesi. Çocukluğundan itibaren yoğun bir müzik eğitimi verdi. İbrahim de müziğe tutuldu ve kendini geliştirdi. ''Küçük İbrahim'', Anibal'i, Büyük İskender'i hikaye olarak okumaya başladı ve belki de çocukken hayran olduğu bu karakterleri, büyüyünce de içinde yaşadı.

Sadrazam olması onun sanata düşkünlüğünü geriye atmasına sebebiyet vermedi. Hatta büyük bir edebiyat hamisi haline geldi. Fethedilen memleketlere cami, külliye, medrese v.s. yaptırdı. Avrupa'yı yakından takip ediyor ve bilgisini padişaha hissettirmekten de geri kalmıyordu.

İbrahim esaretten kurtulmuş bir şekilde yaşarken, hayat ona yeni bir kapı açtı. 1. Süleyman ile ''çocuk İbrahim'' arkadaş oldular. ''Aklı büyük İbrahim'', 1. Süleyman'ın gözüne girdi. Şehzade, İbrahim'i maiyetine aldı. İşte! İbrahim, Süleyman ve Mah-ı Devran'ın dostlukları bu senelerde perçinlendi.  Süleyman tahta geçerken İstanbul'a getirdikleri arasına ''Maiyetindeki İbrahim’i ‘’ de koyuverdi. Kanun-i Sultan Süleyman, İbrahim'i o kadar sevmişti ki ''Sadrazam İbrahim Paşa''nın anne ve babasını da İstanbul'a aldırdı. Bu durum kayıtlarla sabittir de bu gelenler gerçek anne, babası mı? Yoksa onu himayesine alan dul Manisalı kadın ve yeni eşi mi?  Bilgim yok ne yazık ki!

Kanun-i ile olan dostlukları maiyetinden, boğularak öldürülmesine kadar sürdü. Kanun-i'nin padişah olması ile Pargalı İbrahim, Osmanlı İmparatorluğunda çeşitli görevlere getirildi. Sadrazamlık, Anadolu ve Rumeli Beylerbeyi, Serasker( yani baş asker bugün ki adı ile başkomutanlık) gibi en üst düzeyde görevlerde bulundu.

Kanun-i Sultan Süleyman'ın padişah olması ile ilk aldığı unvan ''Has odabaşı İbrahim''dir. Has odabaşı, padişahın giyisilerini giydiren, çıkaran, padişah nereye giderse yanında bulunmak zorunda olan görevliye denirdi. Sarayda padişaha ait bölümlerin hizmetini gören kişilerin yöneticisiydi. Padişahın bütün konforu ondan sorulurdu. Bu sırada ''Parlak zekalı İbrahim'' kendi yeteneklerini padişaha gösterirken güven telkin etti. Sıra dışı bir güvendi bu güven. Bizim İbrahim basamakları çifter çifter çıkarak yükseldi.

Arada atlayıp, tekrar başa döndüğümün farkındayım ama bu adamı yazmak benim gibi biri için o kadar da kolay değil demiştim. Neyse devam edeyim. Kanun-i Sultan Süleyman'ın döneminde İbrahim Paşa'nın gücünü iyi anlayabilmemiz için yapıyorum bunu. İbrahim Paşa o kadar güçlü bir siyasi adamdı ki Kanuni Sultan Süleyman, İbrahim'e ''Serasker'' unvanını verirken, 6 tuğ taşıma yetkisi de verdi. Osmanlı İmparatorluğu'nda o güne kadar 4 tuğ iktidar gücünü gösterirdi. Kanun-i Sultan Süleyman döneminde padişahın tuğ sayısı 7 ye çıkarıldı. Tuğraların üzerinde ''Elif'' işaretleri ya da direk sayısı o padişahın tuğları hakkında da bilgi veriyordu. Tuğlardan biri ''Hilafiyet Tuğu''ydu, Pargalı İbrahim Paşa bu tuğ hariç hepsini taşıdı. Pargalı İbrahim Paşa'nın 6 tuğu vardı bu da o güne kadar görülmemiş bir şeydi. Bu özellik Kanun-i Sultan Süleyman'ın, İbrahim Paşa'ya olan güveninin göstergesiydi.

Tarihte karanlık, karartılmış, karanlıkta kalmış pek çok nokta vardır. Yorum yapmadan sizin hür iradenizle kendi tarih sayfalarınızı aydınlatmanızı istediğim için çelişkili bilgileri de paylaşmak istiyorum. 1521 yılında Belgrad'ın fethinde görev aldı. 1522 yılında Rodos seferine katıldı. Bu seferden İbrahim yeni bir unvan alarak geri döndü ve ''Sadrazam İbrahim'' oldu bizim İbrahim. Kaynaklar Sadrazamlık tarihi için 1522 ile 1524 arasında çeşitli tarihler işaret ediyor. Genel olarak 1523 tarihi kabul görülüyor.

İbrahim Paşa'nın iktidara sağlam adımlarla ilerlemesine yardımcı olan olaylardan biri de Hatice Sultan ile yaptığı evliliği olduğu savunuluyor. Tarih sayfalarında bu evlilikten başka bir evlilik yaptığı da yazılmaktadır. Ona da bir ara değineceğim. ''Damat İbrahim Paşa'' unvanına Hatice Sultan ile olan evliliğinden dolayı sahip olduğu biliyoruz. Pargalı ile ilgili diğer sav Muhsine Hatun ile evli olduğu ve bu evlilikten de Mehmet Şah adında da bir oğlu olduğu yönündedir. Muhsin'e Hatun ile vakıf kurup Kadırga'da bir cami yaptırdığı ile ilgili bilgiler de bulunmaktadır. Bu bizim kafamızı karıştıran bir bilgi olarak kalsın. Çünkü İbrahim için eş olarak gösterilen kadın çoğu yerde Hatice Sultan'dır.

Hatice Sultan bir anda yazının içine karışıp, başrol oyuncusu olarak öne çıktı değil mi? Hatice Sultan hakkında tarihte çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu da saray kadınlarının halkın gözlerinin önünde bir yaşam sürmemeleridir. Evet! Böyle özel karakterler yazarların, senaristlerin hayal güçleri ile ete kemiğe bürünüyor ve bazen da kalem gücü veya oyunculuk gücü ile tiplemeyi gerçekmiş gibi kabul ediyoruz. Oysa bu sadece hayal dünyamızın kapılarını bir başkası sayesinde aralamamızdan dolayıdır.

Tarih yazar: Hatice Sultan

Babası: Yavuz Sultan Selim

Annesi: Ayşe Hafsa Sultan

Kardeşi: Kanun-i Sultan Süleyman (1. Süleyman)

Doğum Tarihi: 1496

Evlilikleri: 1. Evliliği evet yalnış duymadınız ilk evliliği İskender Paşa

2. Evliliği 1524 yılında Pargalı İbrahim Paşa

Tarihi bir hikaye vardır ki anlatmadan geçemiyorum. 22 Mayıs 1524 yılında Kanun-i Sultan Süleyman, kız kardeşini Sadrazam İbrahim Paşa ile evlendirirken 8 gün süren görkemli bir şenlik düzenlemiştir. Şenlik sürerken 28 Mayıs da Kanun-i adını Selim koyduğu bir oğul sahibi oldu. Bu evlilik şenlikleri için At Meydan'ına çadırlar kurulurken, Sultan için de büyük bir taht da konuldu.

Yıllar yıllar sonra 27 Haziran 1530 yılında Kanun-i Sultan Süleyman 4 oğlunun sünneti için 3 hafta süren görkemli bir şenlik yaptı. Bu şenlikler sonrasında da Damat İbrahim Paşa'ya sordu:

 ‘’Sence en güzel şenlik hangisidir? Senin düğünün mü? Yoksa oğullarımın sünnet düğünü mü? ‘’

Akıllı İbrahim Paşa gülümseyerek cevap verdi

‘’ Benim ki kadar güzel düğün ne şimdiye kadar oldu, ne de olacak. ‘’

Kanun-i Sutan Süleyman hiddetle

‘’ Nasıl? ‘’dedi.

İbrahim istifini bozmadan

‘’Hiç bir şenlikte sizin gibi bir konuk yoktu, benim düğünümü varlığı ile onurlandıran Mekke ve Medine'nin Padişahı çağımızın Hazret-i Süleyman'dır. ‘’

Bu konuşmadan da anlaşılacağı gibi Pargalı çok zeki bir adamdı ve Hünkar'ının gururunu nasıl okşayacağını da biliyordu. Uzun yıllar sadık ve güvenilir olmasını da bu özellikleri sayesinde elinde tuttu. Ta ki araya iktidarı tek başına ele geçirmek isteyen bir kadın ( ki ona da her hangi bir kadın diyemem, bu şahıs Hürrem'di kimilerine göre can korkusu vardı diye adlandırılan, bence de hırslı bir kadın, ben kadın hırsını bilirim. Neler yaptırır, neler!) girene kadar.

Mısır'ın bozulan düzenini sağlamak için görev alan İbrahim, ''Mısır Beylerbeyi'' unvanını da diğerlerinin yanına ekledi. Mısır'da pek çok düzenleme yaptı. Macaristan seferine katıldı. Mohaç Savaşının kazanılmasında önemli rol oynadı. Anadolu'da Alevi- Türk isyanlarının bastırılmasında da başrol bizim İbrahim'e düştü. 1.Viyana Kuşatması'na katıldı. Avusturya İmparatorunu, Osmanlı Sadrazamı'na eşit sayan, 1533 yılında İstanbul Antlaşması'nı da bizzat yürüttü. Bu durum Avusturya İmparatorunu küçük düşürürken Büyük Osmanlı İmparatorluğu Sadrazamını öne çıkarıyordu.

Safevi Devleti'ne karşı ''Irakeyn Seferi'' sonrası Tebriz'i aldı. Oradan da padişahın kuvvetleri ile birleşip ''Bağdat Fethi'' ne gitti. Anlaşılacağı gibi İbrahim oradan oraya yetişti ve ömrünü at sırtında, çadırlarda geçirdi. Padişahlar da aynı şekilde seferlerde çadırlarda tüketti yaşamının çoğunu.

Osmanlı İmparatorluğu tarihini şekillendiren kontrollü politikası tamamen İbrahim Paşa'nın elindeydi. Venedikli diplomatlar (ki Hatice Sultan ile evliliğini de Venedikli tarihçilerden öğreniyoruz) ''Muhteşem İbrahim'' olarak Pargalı'yı tarihe kayıt ettirdi. ''Muhteşem Süleyman'' a da ''Muhteşem İbrahim'' yakışır.

Mohaç Meydan Savaşı'ndan sonra Budin'den İstanbul'a 3 heykel getirdi. Halk arasında '' taş kesilmiş insanlar'' olarak anılan bu Antik Yunan Mitoloji'sine ait heykeller çok ses getirdi. Yaşadığı sarayın bahçesine dikilen diğer adı ile ''3 Güzeller', Gelin kız, Kral kızı, Taş bebek ‘’ adları ile de anıldı. Bu üçlü Apollon, Herkül ve Diana'dan başkası değildi. Mitolojik heykeller nedeni ile ''Putperest İbrahim'' unvanını da taşımak zorunda kaldı İbrahim. Oysa sanata ve güzelliğe düşkünlüğü ile tanınan İbrahim, kendince ''Savaş Ganimeti'' getirmişti evine. İbrahim'e de bu savaş ganimeti yakışır. Bu durumu Figani dizelerine taşıyınca İbrahim'in sabrı taştı ve 1532 yılında Figani'yi idam ettirdi. Şiirin Türkçesi şöyle idi:

'' Cihan tapınağına iki İbrahim geldi

Biri put kırıcı, diğeri ise put dikici oldu.''

Ölüm sebebi ''Kibir'' diye de tanımlanabilir. İbrahim, kendine verilen değerin belki de altını çizmek için söylediği sözlerle kendini arkasından vurdu. Kendine düşman olan ve İbrahim'i engel olarak gören kişilerin ellerine de bir koz verdi. Sözler de şöyleydi:

'' Bu devleti idare eden benim. Her ne yaparsam yapılmış olarak kalır. Zira bütün kudret benim elimdedir. Memuriyetleri ben veririm, eyaletleri ben tevzi ederim, verdiğim verilmiş, reddettiğim ret edilmiştir. Büyük Padişah bir şey ihsan etmek istediğinde veya ihsan ettiği zaman bile ben onun kararını tasdik etmeyecek olursam, gayr-ı vaki gibi kalır. Çünkü her şey harp, sulh, servet, kuvvet benim elimdedir.''

Kendine çok güvenen ve egosu tavan yapmış olduğu bu sözlerden anlaşılıyor. Bu kibri söylenenlere göre Kanun-i Sultan Süleyman olmak üzere herkesi kendinden soğuttu. Biraz da İbrahim'in yabancı gözü ile nasıl görüldüğüne bakalım. Venedik elçisi 1526 yılında verdiği raporda İbrahim Paşa'nın fiziksel özellikleri için '' zayıf ve ufak tefek yüzlü, sultanın en yakın danışmanı'' demiştir. Dizideki tiplemesi ile Okan Yalabık, sanki bana öyle geliyor ki fiziksel özelliğiyle, durgun, sabırlı, soğukkanlı tavrı ve düşünceli hali ile role biçilmiş kaftan gibi.

Rapora geri dönersek kimliğini de gözler önüne seren bir tanımla karşılaşacağız. ''Dünyadaki diğer büyük beylerin neler yaptığına, onların topraklarına meraklı. Değerli, ilginç eşyaları satın alıyor, bilgili biri, kitap okuyor, ülkesinin kurallarını çok iyi biliyor ve uyguluyor. Bu paşadan önceleri herkes çok nefret ediyormuş. Ama şimdi sultanın onu çok sevdiğini gördükleri için herkes onunla arkadaş olmaya çalışıyor. Sultanın annesi, karısı, diğer 2 paşa da dahil, hiç bir konuda kendisine karşı gelinmiyor. Bu yüzden her şeyi yapabiliyor. Sultana çok sadık, halkın gözleri önünde hediye almaya dikkat ediyor, gizli hiçbir hediyeyi kabul etmiyor''

Birçok araştırmacı ve tarihçi İbrahim'in büyük bir diplomat olduğu kanaatinde birleşirler. İbrahim Paşa özel verilen hediyeleri topluluğun önünde almayı adet edindiği için bazı fitne-fücurlar gizli gizli Kuran-ı Kerim hediye etmeye çalışıp, reddedilince de '' hediye Kuran-ı reddetti, demek ki Müslüman değil!'' gibi söylentiler çıkarıp İbrahim'i iyice gözden düşürdüler. Aslında o kadar çok dedikodu vardı ki halkı da padişahı da onun aleyhine doldurmaya yetti de arttı bile.

İbrahim ile ilgili dedikodular almış başını gidiyordu. Eşiyle ilgilenmeyişi ( at sırtında bir adam nasıl ilgili koca olurdu, anlayamıyorum), bazı cinayetlere göz yumduğu, boş yere harcamaları, v.s, v.s....Pek çok tarihçi, yapılan görüşmelerin hepsinde de İbrahim'in iktidar hırsı ve kendi başına buyruk verdiği kararları sonucunda kendi ölümünü hazırladığını savunurlar. Asıl ölüm sebebi olarak da bu gösterilir.

Bence olayda biraz Hürrem’in parmağı var gibi geliyor. Makbul İbrahim Paşa, Şehzade Mustafa ve Mah-i Devran'ı çok seviyor ve koruyup, gözetiyordu. Bizim hırs küpü Hürrem'in de pek işine gelmiyordu bu durum. Belki foyasını çıkaracak ve iktidarına son verebilecek gücü olanların listesinde, Makbul İbrahim Paşa başa oynuyor ve ismini altın harflerle yazdırıyordu. Hürrem ile taraf olan Defterdar İskender Çelebi de Kanun-i Sultan Süleyman'ı İbrahim aleyhine dolduruyordu. Bunu fark eden İbrahim, Defterdar İskender Çelebi'yi idam ettirdi. Tarafını kaybeden Hürrem çıldırmış olmalı.

Bir ramazan günü Kanun-i Sultan Süleyman, Fransızlara verilecek kapitülasyonları da bahane ederek ( İbrahim o sıra bu konuda çalışıyordu) Makbul İbrahim Paşa'yı İftar yemeğine çağırdı. 1536 yılında 14 martı 15 marta bağlayan geceydi bu korkunç gece. Olaylardan habersiz Makbul İbrahim Paşa, görevinin gereği saraya geldi. Uzun bir iftar yemeği oldu ve gece sabaha kavuşmak üzereydi. Kim duymuş? Kim görmüş? Kayıtlara nerede geçilmiş? Bilinmez. Kanun-i Sultan Süleyman, uzun, tatlı sohbet sonrası '' Bu gece burada kal'' emri buyurdular. Olayları rutin gören İbrahim, kendi için hazırlanmış odaya geçti ve hazırlanıp, tatlı bir uykuya daldı. Oysa onun sonu için hazırlanmış acı bir son uykuydu.

Şehzade Mustafa'nın da canını alan 4 sağır, dilsiz cellat tarafından boğularak öldürüldü. En acısı da yan odada yıllarca hizmetinde çalışmaktan gurur duyduğu Padişah, boğuşma seslerini duyuyor ve İbrahim'in sonunu bekliyordu.  Tarih sayfalarına geçerken birilerinin hayal gücü ile de geçmiş anlaşılan. Cesedi ibret olsun diye de sarayın kapısına atıldı. Artık bizim İbrahim, Maktul İbrahim unvanı aldı. Ne acımasızlıktır ki bir süre sonra da Gavur İbrahim unvanı ona layık görüldü. Galata'daki Canfeda Zaviyesi'ne defnedildi. Bu öyle bir ölümdü ki Pargalı İbrahim'im, Hatice Sultan'dan olan 3 çocuğu da (Mehmet Şah, Fülhane Sultan ve Hanım Sultan) öldürüldü. Kanun-i Sultan Süleyman, soyu bana zarar verir diye kendi yeğenlerini de öldürtmüştü. Sandukaları Şehzade Paşa Cami avlusundadır. Muhteşem bir hayat acı bir nokta ile son buldu. Bütün mallarına ve parasına el kondu.

1524 yılında padişahın sevgisinin nişanesi olarak İbrahim'e verdiği saray, Vezir Zal Mahmut Paşa'ya hediye edildi. Yıllarca pek çok vezire hizmet veren saray zamanla Pargalı gibi gözden düştü. Bu öyle bir düşüş ki inanamazsınız. 1716 yılında ahır olarak kullanılmaya başladı, 1725 yılında ise boyahane olarak kullanılmaya başladı, 1777 yılında Hindistan’dan getirilen file tahsis edildi. 1827 yılında bir seyyah tarafından yazılanlara göre saray; '' Burada deliler yaşıyor. Bazı odalarında aslanlar var'' diye anlatılmaktadır. Buradan da yarısı Tımarhane, yarısı ise Hayvanat Bahçesi olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Sarayın hizmet verdiği Defterdarlık'ı da unutmayalım. 1983 yılında nihayet Pargalı'ya yakışan saray layığını buldu ve Türk ve İslam Müzesi olarak kullanılmaya başladı.

Öyle bir hayat sürmüş ki Pargalı, ''Nereden Nereye'' dedirtmiş ve sonu da simsiyah, acı bir nokta olarak bitmiş. Öyle bir bitiş ki soyunu, sopunu kurutmuşlar Pargalı'nın. Ben bilmem, yazılanlar çizilenler bunlar. Ama bana göre İbrahim, yanlış kararlar vermiş olsan da pek çok doğru karara imza atmış, pek çok başarının arkasındaki adam olmuş, zamanına göre iyi bir yöneticiymiş. Bunların karşılığında da böyle bir ölümü hak etmemiş. Ölüm kelimesi aslında yeterince tarif etmiyor durumu. Şuna yok ediliş demek lazım. İbrahim'in suçu güçlü ve kıvrak zekalı olması bence. Eğer biraz gücü olmayan, aptal biri olsaydı sonu sadece sürgün olurdu.

Hayattan sürgün edilmemek dileği ile...

 
Toplam blog
: 781
: 3899
Kayıt tarihi
: 23.09.12
 
 

16- 06- İstanbul'da doğdum. Tatbiki Güzel Sanatlar Tekstil Ana sanat dalı Moda tasarımı bölümünde..