Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '12

 
Kategori
Güncel
 

Muhteşem Yüzyıl ve onun muhteşem gölgesi üzerine

Muhteşem Yüzyıl ve onun muhteşem gölgesi üzerine
 

Pablo Picasso, Massacre in Korea (1951)


BEŞ SATIRLA

Annelerin ninnilerinden

okuduğu habere kadar,

yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek

yalanı,

anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,

anlamak gideni ve gelmekte olanı


Nâzım Hikmet Ran

Güneş ışınları bulutların arasından kendini gösterse de hava soğuktu. Sokağın başında epeyce bekledikten sonra bir marketin servisine bindim. Önümde oturan iki yaşlı adam konuşuyordu. Bir süre sonra konuşmalarını ben de duyar oldum. Birini her zaman görüyordum. Marketten markete dolaşıp nerede ucuz bir yiyecek varsa onu arayıp bulabilen bir adamdı. Kışın geldiğinden, geçimin zorlaştığından ve bütün bu zorlukların arasında Muhteşem Yüzyıl tartışmasının anlamsızlığından söz ediyorlardı… “Muhteşem Yüzyıl’dan bana ne! Ben kendimi bildim bileli, geçim derdi ile uğraşıyorum. Kırk yıla yakın çalıştım, emekli oldum, şimdi domatesi nerede ucuza alabilirim onun hesabını yapıyorum. Bu yaşıma geldim geleli iyi bir gün görmedim…’’ dedi yaşlı adam…

Ve söz bitti.

Yaşadığımız dünyada yüzlerce devlet ve inanç var.Ama olmayan en önemli şey: ‘Yaşam hakkı’. İnsanların büyük çoğunluğu aç, susuz, çaresiz bir biçimde muhteşem yüzyılların kanlı ve karanlık muhteşem(!) gölgesinin altında en vahşi biçimde can çekişiyor. İnsanlık, iletişimin bugünkü kadar ileri olmadığı zamanlarda birbirinin nasıl yok olduğunu; şimdiki gibi göremiyordu.  Şimdi bu büyük insanlığın çaresizce, doğal ya da kendi var ettiği felaketlerde nasıl yok olduğunu ekran başında izleyebiliyor…               

Üç kıta üzerinde bir devlet var olmuş. Bu büyük devlet Osmanlı Devleti. Bugün ‘Muhteşem Yüzyıl’ diye nitelendirilen, Osmanlı İmparatorluğu’nun zirvede olduğu bir dönemden söz ediliyor. Bu yüzyılın kahramanları Kanuni Sultan Süleyman ve onun hareminden yüzlerce kadın arasından seçtiği Hürrem Sultan.

Muhteşem Yüzyıl dizisi bu toplumun değer yargıları üzerine kurgulanmış bir dizi olmasına karşılık, belli çevreler filmde geçen olayların padişahı ve imparatorluğu aşağıladığını düşünmektedir. Deniliyor ki padişah yüzük falan yapar mı? Harem hayatı olur mu? Hayatı hep seferlerde ve at üstünde geçmiş… Oysa Osmanlı padişahlarının neredeyse tümü, en iyi hocalardan eğitim almış, resim, marangozluk, şiir yazma, çeşitli el sanatları, mimari ve diğer sanat dallarıyla ilgilenerek yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Hareme gelince, saraylara gidip gezmek,  harem odalarını görmek her şeyi açıkça gösterir. İmparatorluğu aşağılama olayına gelince, aksine dizide o devasa güç görülebiliyor. Diğer ülke elçileri ile görüşürken, onlara nasıl hitap ettiklerini, nasıl yendiklerini, neler istediklerini, onların hakkında nasıl düşündüklerini izleyici olarak görüyoruz. Ürkütücü, güçlü ve kudretli. Dizide düşmana karşı veziriazam ve diğer paşaların yüksek politik davranışlarının nasıl olduğunu izlemekteyiz.

Muhteşem Yüzyıl dizisinin izleyicisi büyük olasılıkla şöyle düşünüyor: O zamanlar,  öyle bir yaşam vardı. En büyük iş savaşmak, hükmetmek ve onun getirisi olan ganimetleri yemek, içmekti. Ve en güzel kadınlarıyla Padişahın harem ve saray hayatı. Ama bunların dışında da Padişahın zanaat ve sanatsal çalışmalarıyla bir hayatı vardı. Saraylar, köşkler, camiler, medreseler, kervansaraylar, köprüler yaptırmışlar; her gittikleri yerde kalıcı izler bırakmışlar. Bugün bu mimari sanatsal eserlere baktığımızda o yüksek değerleri, ihtişamı, eğitimi ve emeği görmekteyiz. Bu harika eserlerde hiçbir eksiklik ve fazlalık yok. Doğanın içinde uyumlu ve işlevsel olarak inşa edilen o eserlere hala saygı ve hayranlıkla bakıyoruz. Günümüzün yapılarından çok daha anlamlı oldukları bir gerçek.

Aynı üç kıtaya başka uygarlıklar, başka imparatorluklar da hükmetmişti. Onlarda da vardı kılıç, kalkan,  savaşlar ve katliamlar, kadınlar.  Sonuç ne? Ne değişti o günden bu güne? Silahlar daha gelişmiş, savaşlar aynı ve yoksulluk daha kötü biçimde sürüyor. Emekçi sınıf hala ve devamlı yenilgi içinde. Ne yana baksan acı. Açlık, yoksulluk. Uyanıklık, dolandırıcılık, taciz, tecavüz, çaresizlik, yağmacılık, işgal, göç, töre, cinayet, ilkellik, sevgisizlik, bencillik…  

Burada eleştirilmesi gereken, yavan oyunculuklarla anlamsız hikâyelerin bir araya geldiği, duygu sömürüsü ve tekrarlarla içimize işleyen, şiddet öğeli, vurmalı, öldürmeli sahnelerin kahramanlık diye yutturulduğu diziler, filmler, reklamlardır. Aslolan; halkın kültürel, sanatsal düzeyini yükseltebilecek, bakış açısını,  insan ve doğa sevgisine açabilecek davranışlar kazandırabilmek. İnsan gibi yaşama ve paylaşma sanatını öğrenebilmek…

Yeniden vurgulamak gerekirse; devletler kendi tarihini yazarken kendi yenilgilerini gizleyerek okul kitaplarında da bunu birkaç satırla geçiştirirken; zaferlerini sayfalar dolusu anlatmışlardır. Bunun da sonucu olaraktabulaşan statik bilgilerin yerine, tabuları sorgulayan kişiler; saklı kalmış tarihin gerçekliklerini ve onun kahramanlarını haber, yazı, film ve dizilere yansıtarak bilimsel ve insani sorumluluklarını yerine getirmek ister… Sorgulayan izleyici de buna sahip çıkarak ilgi duyar…

Günümüzde artık hiçbir şey saklı kalmıyor. Yerin kulağı ve gözü artık, duyup gördüklerini; insanlığa bağıra bağıra duyurup gösteriyor.Sırların saklanmasının, sahte kahramanlıkların gelecek nesilleri zehirlemesinin anlamı yok. Artık neyin ne olduğunun anlatılacağı; gerçek insanlık tarihinin okutulma zamanı gelmiş ve geçiyor. Bu sınıfsal nitelikli ortak tarih yazılıp okullarda okutulmalı ki, insanlar ‘savaş’ yerine ‘barışı’ getirebilsinler… Dünya tek ve herkesindir. Çağımızda hiçbir yer uzak değil ve her insan her yerde yaşayabilmektedir.

Sınıfsal dünya görüşü kazanan bir kişinin ya da toplumun tarihe bakış açısı farklıdır. Artık toplumlar bu çağda yaşanan olaylara ve tarihe sınıfsal bir dünya görüşü ile bakabilmelidir! Bakmalı ki insanlığın kaderi değişebilsin.

Günümüzde yaşanan zorluklar öylesine ağır ki, egemen güçlerin eskimiş tarih sayfaları artık ‘gerçekleri ve açlığı’ örtemiyor! 

Nazım Hikmet’in ‘Beş satırla’ şiiri ile başladığımız yazımızı,  Bertolt Brecht’in anlamlı şiirlerinden biri olan ‘Okumuş Bir İşçinin Soruları’ şiiri ile bitirelim…

OKUMUŞ BİR İŞÇİNİN SORULARI

Kimdi yedi kapılı Teb şehrini kuran?

Kitaplarda kralların adları var.

Krallar mıydı kayaları sırtlanan?

Ya şu defalarca yakılıp -yıkılan Babil-

Kimlerdi Babil’i her seferinde kuran?

Altın parıltıları içindeki Lima’nın

Hangi evlerinde oturduydu yapı işçileri?

Çin seddinin bittiği akşam

Nereye gittilerdi ki duvarcılar?

Büyük Roma zafer taklarıyla doludur.

Kimdi onları diken?

Cesarlar kimlerle-kime karşı muzafferdiler?

Dillerden düşmeyen Bizans’ta –oturanlar için

Yalnız saraylar mı vardı?

Ve hatta Okyanusta- gecenin kudurmuş denizi

Yutarken efsaneleşmiş Atlantis’i

Boğulurken adamın efendileri

Uluyup yardıma buyurmuşlardı kölelerini

Genç İskender fethetmiş Hindistan’ı.

Yapayalnız bir İskender?

Cesar Galyalıları yendiydi

Yanında bir ahçı olsun yok muydu?

İspanyalı Filip ağlamamış mı?

İkinci Frederik muzaffermiş, yediyıl savaşlarında.

O da yalnızdı galiba savaş meydanlarında?

Bir zafer doldurmuş her sayfanın başını.

Kimler pişirmiş ki zafer aşını?

Her on yılda bir büyük adam.

Kim ödemiş masrafları

Bir sürü yorum.

Bir sürü soru.

 

Bertolt Brecht

Çeviren:  Anna Çelikel – Murat Çelikel

 

Mutlu kalın.

 

Canip Doğutürk

 

 
Toplam blog
: 18
: 1578
Kayıt tarihi
: 16.07.09
 
 

Eğitimci, Yazar ..