Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Temmuz '11

 
Kategori
Dünya
 

Multi-Kulti tarihe gömüldü

“Avrupa’da ‘multi-kulti’ yani çok kültürlü hayatın sonunu ilk ilan eden Merkel oldu. 

 

Bu sözler yaşlı kıtada büyük tartışmalar kopardı. Ama İngiliz Başbakanı Cameron da aynı ifadeyi kullanınca, ‘multi-kulti’ tarihe gömülmüş oldu.” 

 

http://haber.gazetevatan.com/multikulti-tarihe-gomuldu/391060/30/Dunya 

 

Biraz gerilere dönelim: 

 

Çokkültürlülük konusuyla 25 yıla aşkın süredir uğraşıyorum. Bunun nedeni, 1985’te modern dans kuramı çalışırken, konunun önemli kuramcılarından Richard Schechner’in, ‘Çokkültürlü Avant-Gard Sanat’ konusundaki savlarına ikna olmamamdı. 

 

O zamanlar sanatta öyle bir moda vardı. ‘World music’ de o zamanlar popüler olmuştu. 

 

Çokkültürlülük konusundaki ikircikliliğim, dilimizde var olan çokluğun bokluk olduğu yönündeki savın, yaşamımdaki gözlemlerle çok uyuşması, hatta son zamanlarda bu sözün az bile söylendiği kanısının kanıtlanması. 

 

Neden böyle? 

 

Türkiye’de geçmiş onayıyla resmi olarak 100’ün üzerinde halk var. Bunların altkümeleri 1.000’i geçer. Örneğin, 15 milyonluk İstanbul’un yalnızca bir semti olan Kasımpaşa’da 3 Çingene mahallesi vardır ve birbirlerini sevmezler, çünkü kökenleri farklı yörelerdir. Artı son 10-15 yılda ülkemize çığ gibi düşen Afrikalı zenciler de, çok çeşitli (yani bütün zenciler birbirine benzemez) ülkelerdendir: Bunun öyle olduğunu taa 1977’de, okuduğum üniversitedeki zencilerin birbirlerini dışlamasından anlamıştım. 

 

Tamam da, peki neden böyle? 

 

Bunların birbirleriyle permütasyon-kombinasyon ikili kümeleri milyonu bulur, olmakta. Çok ne kelime, çook çok. 

 

10 milyonu aşkın nüfuslu kentlerde zorunluca gerçekleşen, birbirine fazla yakın yaşamanın biyolojik saldırganlığa yansımışlığının, kültüre izdüşümleri olarak gözlediğimiz bir durum mevcut. Yani, şiddet limit olarak kaçınılmaz ama bahaneler beş benzemez. 

 

Örnekse, Dolapdere’deki bit pazarında, legal-illegal sınırında çokça gezen ticaretin paylaşımında, çok ilginç gel-gitler olmakta. Kürtler ve Çingeneler birbirlerine doğrudan saldırırlarken, 2 tarafın da bu ülke vatandaşı olmadığı ve Türkçe bilmediği için aşağıladığı zenciler, saat ve parfüm pazarını orada olduğu gibi, Türkiye’de de her yerde tekellerine almış durumdalar. Diğer bir deyişle, Türkiye’deki şu anki parfüm merakını küçük bir grup zenci yarattı, gözlerimle gördüm ve izledim, adım adım, hafta hafta. Şimdilerde sahte parfümler, gerçek marka parfümlerden daha pahalıya satılabilmekte, çünkü kimse pazarın kuralını bilmiyor, çünkü kural yok, çünkü o yeni bir pazar ve dengeye dünya dengelerinin ve kurallarının dışında ulaşacak. 

 

Ortalama birinin harcamasının on binde biri veya daha az eden bir metanın bu durumu yarattığını anlamak gerek. Bu durumda bile herkes parfüm satıcısı ve satmak için adam dövücüsü oldu çıktı. Hurdaları bedavaya toplayanlar bile. 

 

O zaman da çatışma çıkıyor. Sonuca bakınca, ortada neden yok görünüyor, çünkü neden-sonuç ilintileri çok zayıf ve sonul görüngüde izlenemiyebiliyor. 

 

Yani, kan davası olan bir ülkede, düşmanlıklar için neden aramak gerekmiyor ve göründüğü kadarıyla herkes birbiriyle kanlı bıçaklı. 

 

Şimdi, geçelim makro ölçeğe: 

 

AB bu oyunu oynamak istedi, çünkü çok fazla proleter göçmeni vardı ve onları asimile etmek istiyordu ama beceremedi. Tersi oldu: Türkler Almanya cumhurbaşkanlığı sarayı önünde bol dumanlı mangal partisi yaptı ve şimdilerde kimse engelleyemiyor bu durumu. 

 

İslam-Hristiyan çatışması fay hattı, Fas-İspanya’dan Endonezya-Filipinler’e dek, 180 dereceyi aşkın bir boylam açılımında, 500 senedir sürüyor, yani yeni bir durum sözkonusu değil, belki bahaneler yeni olabilir. 

 

Ayrıca, bizdeki Alkent-gecekondu içiçeliği durumu, AB’de yeni yeni oluştu. Alamancılar meclislere filan girdiler. İyi Türk - kötü Türk ayrımı muallaklaştı. 

 

Politikacılar tarihteki gerçeklere en son ayan sınıflardan birisidir. Bu duruma aymaları için, Norveç faciası gerekti. Ancak, artık çok geç olmuştu. 

 

Her 2 tarafın nefreti aşırı bilendi. Her taraf da eşit güçte, yani savaşacak kesimleri öyle. Yıkımın ana nedeni bu olacak. Savaşımın görünen sonu şimdilik yok çünkü. 

 

En baştan alalım: 

 

25 yıl önce, öyle saçma sapan hayallere kanmasalardı, çokkültürlülük yangınına benzin dökmeselerdi, böyle olmayacaktı. 

 

Çokkültürlü içiçe geçiş, katliamı yapanın Norveç toplumunun tamamına düşmanlığı durumunu yarattı. Siyasetçiler istedi diye, halk da azınlıklara pas geçti. Sonuç böyle oldu. 

 

Bakın: 

 

Negatif diyalektik, diye bir şey var ve Adorno gibi, ABD’nin de AB’nin de kaale aldığı bir yazar tarafından çokkültürlülükten çok önce tanımlandı. 

 

Onun anasavı şudur: 

 

Farklılıklar ve karşıtlıklar, birbirinden uzakta daha iyi diyalektik işletir, karşılaşıp çatışıp sentezlenerek değil. Yani, davulun sesi uzaktan hoş gelir. Unutmayın ki çokkültürlü perküsyoncu müzisyen Okay Temiz’in yaptıklarının % 99’u gürültü, % 1’i müziktir. 

 

Evet, siyasetçilerin sanattan bu dersi almaları gerekirdi. 

 

Tarih işledi, işledi ve bıçak kemiğe dayandı. Artık, savaş baltaları uzun süredir toprak üstünde ve çok kan dökülmeden tekrar altına girmeyecek. 

 

Kültürlerin savaşına hoşgeldiniz. Fukuyama yanıldı: Balta veya baliset, Yankiler’in füzelerinden daha çok öldürücü olabilir, çünkü dost ve düşman içiçe ve birbirlerine çok yakın konumda, artı ilkeller daha sessiz. Artı dost ateşi, düşman ateşinden fazla can alacak. Norveç’te görüldüğü gibi aldı bile. 

 

Anımsayın: ‘Unthinkable’da ve ‘Source Code’de, Yankiler’in ölümcül düşmanı da sıradan birer Yanki’dir. 

 

Artı, çözümü yalnızca düşünülemeyenleri düşünebilenler ve her durumda ölebilip her durumda öldürebilenler getirecek ki onlardan henüz gerçekte yok. Katliamcı, yalnızca bir prova basımdı, bundan sonrası için örnek teşkil edecek. 

 

Siyasetçiler durumu batırdı ve onu çukurdan çıkaracak asker yok. Siviller buyurun savaşa... 

 
Toplam blog
: 2216
: 514
Kayıt tarihi
: 16.08.06
 
 

Serbest yazarım. 1960 doğumluyum. BÜ İşletme mezunuyum. ..