Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '10

 
Kategori
Siyaset
 

Mümtaz Türk yargısı! kökten köke sorgulanmalıdır

Mümtaz Türk yargısı! kökten köke sorgulanmalıdır
 

Dile kolay, son darbemizin üzerinden geçen koca bir otuz yılımız var. Henüz daha onbir yaşında olduğum zamanlardı ve ak ile karanın ne anlama geldiğini bile bilmiyordum. Ama, en nihayetinde darbe denen yönetime gayri meşru yollardan silah zoru ile el koyma operasyonunun ne olduğunu az çok fark etmiştim. Sokağa çıkmanın birileri tarafından yasaklandığı, ve siyah beyaz ekranlarda sokağa çıkana vur emrinin verildiği haberlerinin olduğu bir dönemden çıkageldik bu günlere. Geçen otuz yılın üzerinden kârların en büyüğünü ceplerine doldurmuş olanlar, darbeyi sorgulamaktan, darbeyi iğdiş etmekten bahsediyorlar. Bu ironik halleri neye yorsam, bilmemki.

Darbenin bir toplumu ne hallere getirdiğini Türkiye ve Latin Amerika’nın geri kalmış ülkelerinin suretinde bir bir gördük. Gençlerini gözünü kırpmadan birbirine kırdıran mümtaz devletimiz, en nihayetinde bir düğmeye basarak kırma operasyonlarını bizzat üstlendi. Devletin en kadim dostu milliyetçi cephenin ne hallere düştüğünü görmüştük. Darbe üzeri yirmi yıl sonrasında bülbül gibi pişmanlık şakıtmaları yapmaya başladılar. “Mağduruz” edebiyatına sığınarak duyguları hareketlendiriyorlar. “Az adamın kanına girmediler” dersem yalan olur. Nasıl olsa kendilerini feda etmeye ahd etmiş oldukları devleti bir gün ödüllerin en nadidesini kendi boyunlarına asacaktı. Nitekim astıda. “Bir öte yandan, bir bu yandan” asmayı terazinin eşitlenmesi olarak gördü darbecilerimiz.

Hakikaten mağdurlardı. Hemde en kallavi tarafından mağdurdu memleketin milliyetçi, vatansever faşistleri. Ve devletin sözüne güvenip, önüne gelene kurşun sıkmayı memleket sever olarak yedirmeye çalışıyorlardı. Halende farklı olduklarını söyleyemem. Lakin şimdilerde memleket sathına yayılmışlar, koro halinde anayasa değişikliğine hayır demekten demler vuruyorlar. Zira devletlerini pek bir sevmekte beis görmedikleri için ve devletlerine şizofrenik bir tutku ile bağlı olduklarından, bir kez daha devletlerini en ince sevgi damlacıkları ile kucaklayacaklar. Ve sonrası yine bildik hikâyelere gark olacak. Savaşa gönlünü kaptırmış olanları, mümtaz devletimiz, cephenin en ön saflarına hukuki meşruiyet kazandırarak gönderecek. Zira, severler kurşun atmayıda, kurşun yemeyide.

Hayır ve Evet cephesinde yer alanların başını çekenleri, ekranların her bir köşesinden keyfe keder zap eşliğinde izlerken, muhteremleri en profesyonel tarafından standupçılarımızı dahi halt ettirecek bir hale getirdiklerini gördüm. Bu ne sanatsal bir fetva demagojisidir canım. Bu demagojinin hiç şüphasizki en nadide örneği Başbakan’ın ta kendisi. 12 Eylül’e bindiriyor. Sanki kendisini oraya taşıyan bu memleketin mazlum halkıydı. Ve şimdi Sayın Başbakan, partisinin kalibresine bakmadan 12 Eylül ile hesaplaşmaya müthiş bir gaz eşliğinde yol alıyor. Hafızamız pek bir kıt olduğundan olsa gerek, kimse sormuyor Sayın Başbakan’a “Sen değilmiydin daha üzerinden çok değil, hepi topu bir onbeş yıl öncesinde, darbeye övgüler yağdıran ve sonrasında darbeci başını misafir eden?” Zavallı halkımız ve memleketin gariban mazlumları, halk dostu olarak gördükleri Başbakan’ı, şimdilerde darbecilerden hesap soracak sanısı ile desteğe yeltenmişler. Bu iş AKP’nin boyunu aşar. AKP ve Tayyip Erdoğan’a da boyundan büyük işler yüklememek lazım. Zira boyundan büyük işlere bulaştığında, işlerin nasıl sarpa sardığını gördük. Elini attığı her şey havada kaldı.

Bu iş bir darbe hesaplaşması değildir. Darbe ile hesaplaşmak için harbi olmak lazım. Koftiden darbe hesaplaşmaları ile bu toplumun vicdanından akan kanın duracağını sanmak inandırıcı değil. Laf ola, beri gele.

Öyle ya, bir şeylerle hesaplaşmak gerekiyor.

Bu ülkenin devleti, yargı vesayetinden aldığı güçle ayakta kalmakta. Yargı sayesindedirki bu devlet, her hangi bir suç işlemekten imtina etmemiştir. Zira memleketin mümtaz yargısı alnının ortasına yaldızlı tarafından çakmış olduğu birçok skandal kararı ile anılmaktadır. Bu yargının anaları nasıl ağlattığını, bu yargının gençleri nasıl hiçe saydığını, mazlum insanları nasıl yok saydığını bir dolu örnekte gördük. Bu yargı pek tabiki değişmelidir. Pek tabiki devleti en yüce kurum olarak algılamış olan bu yargı sistemi, halkı ezmek için örgütlenmiş bir hiyerarşik düzene sahiptir. Bu düzenin sivilleşme lehine değişmesinde bir gariplik yoktur ve olması gerekende budur. Devletin içine çöreklenmiş olan bu kafaların, tek doğru bildiği şeyin devletin kutsiyeti olduğudur ve hizmeti ile mükellef olduğu halkının hukuk karşısındaki durumu ile pek alakadar olmamaktadır.

Örnekleri her dem fırsat buldukça sıralamıştık.

Çok değil, daha geçtiğimiz yıl Adli Tıp raporu sayesinde yargının verdiği kararın ne olduğunu hep birlikte görmedik mi Hüseyin Üzmez vakasında. Vicdanları kanatmış olan bu yargı kararının değişmesinde kamuoyu baskısının olduğunu göz ardı edebilir miyiz? Ya bu olay kamuoyunun gözünden kaçmış olsaydı. Oysa kaçanların haddi hesabı yok.

Burnu akıp, iki aksırık tıksırık sonrasından hastane yoluna düşmesinde engel olmadığını belirten mümtaz yargımız ve uzantısı Adli Tıp Kurumu, Güler Zere’yi ölüme nasıl göndermişti? Hatırlayınız.

Bu yargı sistemi kökten köke sorgulanmalıdır. Hatta ve hatta, kapanmış kilit dosyalar tekrar açılmalı, tekrar kararları incelenmeli ve verilmiş kararlar kamuoyuna açıklanmalıdır. İşte o zaman anayasa değişikliği üzerinden ortaya çıkan tartışmalar bir anlam kazanır.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..