Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '08

 
Kategori
Blog
 

Münazara yarışmaları vardı çocukluğumda...

Münazara yarışmaları vardı çocukluğumda...
 

Münazara yarışmaları yapılırdı çocukluğumda ilkokullarda, her bir grubun derdi diğer grubu yenmekti, öyle öğretilmişti…

Kıyasıya bir çekişme yaşanırdı gruplar arasında, çocukluk işte, çıkıp da birimiz bu konudaki fikrim ile ödevim çakışıyor demedik!

Öğretmenler de sormamışlardı zaten, bu konuyu münazara etmeye istekli misin diye…

Çocukça demagojiler yapılırdı, çocukça savunmalar…

Yüzümüz al al olur, yarıştan başarı ile çıkacağız derken boğazımızda damarlar şişer, çatallaşırdı sesler!

Alkışlar da alırdık, yuhalar da…

Aslında yarış olmasa, kim bilir, belki de o fikri savunmazdık!

…..

Çok küçük yaşta rahmetli babamdan öğrendim “Zevkler ve renkler tartışılmaz!” diye…

Tartışılmaz hakikaten de…

Tartışılır istedikten sonra elbette de, anlamsızdır yani nihayetinde, “Herkesin zevki kendinedir” den başka bir sonuç çıkarmak mümkün değildir, harcanan onca emek de dayatmak, ya da kırıcı olmaktan öteye geçemeyecektir…

Bir kez daha teşekkür ederim sana babacığım, hem uyardığın hem de örnek olduğun için…

..…

Son günlerdeki bazı yazılar ve yorumlar çağrıştırdı bu münazara konusunu, kimsenin tercihi ya da düşüncesi sorgulanamaz, kişiye özeldir, bu platform aynı zamanda okul da değildir…

Görüşlerini, duyumsamalarını kendi üsluplarınca yazarlar, katılanlar olur, katılmayanlar…

Beğenenler, beğenmeyenler…

Yorum yazanlar, yazmayanlar…

Yazılan yorumlara verilen yanıtları beğenenler, beğenmeyenler…

Olacaktır elbette, olması da gerekir yani bir şekilde…

Münazara diye öğretilenler bunu gerektiriyor bir yerde, durmasını bilmek ise nefsi terbiye ile…

……

Tartışma farklı fikirlere, görüşlere sahip olanların ortak bir noktada buluşmak üzere konuşması, görüş bildirmesi, fikir alış verişinde bulunmasıdır diye bilirim, öylesini ailemden öğrendim, çok şükür, farklı fikir sunarken anne ya da babam “Ama şekerim..” diye başlarlardı cümlelerine, “Öyle diyorsun ama, bunun bir de böyle bir tarafı var” diyerek bağlarlardı…

En uygulanabilir, en mantıklı çözümü sunan her ikisinden kimse, diğeri “Haa, bak o tarafını düşünmemiştim” derdi!

İnat etselerdi, “Yok benim fikrim doğru”, “Yok seninki yanlış” tarzında, uzlaşamasalardı sonucunda, bize ne derlerse desinler, zevk ve renklerin tartışmasının anlamsız olduğunu öğrenemezdik!

Tartışmanın amacının ise kavga değil, ortak bir noktada buluşabilmek olduğunu…

Buluşulmak zorunluluğunun da olmadığını…

Bir noktadan sonra “Herkesin fikri ve görüşü kendinedir” diyerek gereksiz saygı ihlaline, gereksiz sevgi ihlaline izin vermeden, hiçbir tarafın kişiliğine de zarar verilmeden sonlandırılmasının en sağlıklı yol olduğunu…

……

İnsan adedi kadar fikirler, insan adedi kadar görüşler ve de duygular olacaktır!

Bunu bilmek için ne doktor, ne öğrenci nede mühendis olmak gerekir, insan olduğunu kabul eden her bir canlı bilir ki nasıl ki ben kendim gibi düşünüyorsam, kendi olan her bir canlının da şahsına özgü düşünce ve görüşleri vardır!

Şahsidir, gün gelir değişebilir, değişmeyebilir…

Şahsa münhasırdır, şahsi olarak yazdığımız buralarda, şahsi düşüncelerimiz var olacaktır sonuçta, ancak şahsımızdan yola çıkarak bir başka şahısların düşünce ve görüşlerine de saygı duymak, aslında kişiselliğimize saygı duymaktır!

…..

Yoksa ham edecek bu gidişat!

O saatten sonra “Ah canım, o dönemde tam olarak seni anlayamadım…” demenin de bir anlamı kalmayacak, korkarım…


Gülgün Karaoğlu
Eylül, 15/08

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..