Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '08

 
Kategori
Haber
 

Mustafa!...

Mustafa!...
 

Mustafa, bizler seni unutmadık ve hep hatırlıyoruz... Rahat uyu...


Teşekkürler Can Dündar… Sana bir Atatürk aşığı olarak, bir Cumhuriyet çocuğu olarak sonsuz teşekkürlerimi gönderiyorum… İyi ki bu filmi yaptın, Ata’mın bilinmeyen yönlerini öğrendim, unuttuğum bilgileri tazeledim, taparcasına sevdiğim Ata’mı bana yaşattığın için sonsuz teşekkürler…

Filmi Türkiye’de yaşayan herkesin görmesi gerekir diye düşünüyorum. Ey siz Atatürk düşmanı zatı muhteremler, sizin de görmeniz gerekir. Gidin görün bakalım bu nefret ettiğiniz insan neler yapmış sizin nefretinizi kazanacak şeyler midir bunlar, gidin, görün, öğrenin gerçekleri, bakalım sonra da bu nefretiniz sürecek mi?

Bir iki ay önce Teke Tek programında Tuncay Özkan’la Sevan Nişanyan karşı karşıya idiler. Nişanyan Atatürk’ü kötüleyen bir kitap yazmış. T.Özkan bu kitabı okuyacağını söyledi, “Bu kitabı okumalıyım ki Atatürk sizin gözünüzle nasıl biri ve neler yapmış ki sizin bu kadar nefretinizi kazanmış. İyi yazanı da okurum kötü yazanı da” dedi. Bu arada Sevan Nişanyan’ın ne kadar boş birisi olduğunu da kahkahalarla gülerek gözlemledim. F.Altaylı ve T.Özkan’ın sorduğu hiçbir soruya bilgisi olmadığından cevap veremedi. Artık T.Özkan sabrı taşarak ve gülerek; “Siz bir şey ortaya atıyorsunuz konuşuyorsunuz ama olay hakkında soruları yanıtlayamıyorsunuz ve siz hiçbir şey bilmiyorsunuz” dedi. Tüm Atatürk karşıtı insanlar bu filmi görmeliler, en azından fikir sahibi olmaları için.

Mustafa, sevgili Can Dündar’ın söylediği gibi Atatürk’ü yalın haline sadık kalınarak, annesinin onu çağırdığı isimle anlatılmış. Çok çalışılmış olduğu öyle belli oluyor ki… Birçok resmi ve özel arşivler didik didik taranıp hazırlanmış. Fotoğraflar için kullanmadıklarımız kullandıklarımızdan fazla diyor röportajında. Fotoğraflar ve kısa çekilmiş film görüntülerini merakla, hayranlıkla izledik.

Ölümüne yakın bir tarihte Afet İnan’a söylediği sözlerle başlıyor film. Dört mevsim tablosuna bakıp oradaki yolu Selanik’te doğduğu yere benzetmesi ve “Afet keşke oraya gidebilsek” demesiyle tablodaki yolda küçük Mustafa’nın ilerleyişi, kargaları kovalayışı, kendine çalı çırpıdan bir ev yaparak orada kendi dünyasına dalışıyla başlıyor film. Olağanüstü etkilendiğim filmden birkaç anekdot sunmak istiyorum.

Hatay’la ilgili görüş ayrılığına düştüğü İsmet İnönü’yü İstanbul’a gelip görevden aldığı dönemde, İnönü ‘nün el yazısıyla yazılmış bir kağıt görünüyor “Bana küs müsünüz, birlikte mi dönüyoruz” cevap olarak “Hayır, ben unuttum onu, sen benim dava arkadaşım, kardeşimsin” diye Mustafa’nın el yazısı görülüyor, İnönü de cevaben ciddiye alıp çok korktuğunu yazmış.

Bir yerde de unutulmaktan korkup üzülerek “Beni unutmayınız, beni hatırlayınız” diye not düşmüş. Ona böyle bir şeyin olamayacağı, bu ifadenin halkı üzeceği söylenerek o ibareyi silmesi rica edilmiş.O da üzerini çizmiş yazdığı o cümlenin.

Kurtuluş savaşında cephanenin, paranın olmadığı çaresiz kaldığı bir dönemde Sovyetler’den Lenin’den yardım istemesini, oradan gelen altınla ve cephaneyle nefes alıp savaşı sürdürüp zaferler kazanmasını gördüm.

İstanbul’a sekiz sene sonra ilk gelişinde boğazda coşkun bir karşılama töreni yapılmış halk tarafından. Kendisini coşkuyla alkışlayan bu halk için “Bakınız sizi ne kadar seviyorlar” sözüne karşılık “Aynı kalabalık bizi linç de edebilir” söylemi şu günlere nasıl da uyuyor değil mi?

Etrafında bu kadar insan olmasına rağmen yalnız bir adam olduğunu gördüm Atatürk’ün, karanlıkta uyumaktan korktuğunu gördüm, kadınlardan yana yüzünün gülmediğini, eşi Latife hanım için “Koca bir ülkeye hükmettim ama bir kadına hükmedemedim” deyişini, Fikriye’nin intiharından sonra günlerce içine kapanıp üzüldüğünü, kısa bir zaman sonra da Latife hanımdan ayrıldığını, “Hayatımın en büyük hatası evlenmekti” dediğini gördüm.

Samsuna ayak bastığı dönemde padişah tarafından geri çağrıldığında yol ayrımına gelip askerlikten istifa edişini, sivil bir insan olarak beş parasız kurtuluş hareketini başlatması, Samsun Havza yolunda yürürken “Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar” marşını ilk kez onun söylediğini duydum…

Ve Can Dündar… İki hafta kadar önce Güneri Civaoğlu’nun Şeffaf Oda’sına konuktu Aşkın Nur Yengi’yle birlikte. Programı Beenmaya Özlem ve ben Güzaltı Nazan’ın evinde izlerken bir ara Özlem Can Dündar için dedi ki: Bu adamın yüzünde öyle güzel bir ifade var ki, ben bu adamın karısıyla da hiç kavga ettiğini düşünmüyorum, bu adam nasıl kavga edebilir ki”. Daha sonraki günlerde Can Dündar hakkında bana gelen bir maili Özlem’e gönderdim. Evlilikle ilgili yazısında karısıyla kavgalarını anlatırken başka odaya geçip yatışını ama birazdan karısının gelip ona “Kay öteye benim yerim senin yanın, sen gelmezsen ben gelirim” demesiyle ondan sonraki dargınlıklarının da sadece yat vaktine kadar sürdüğünü yazmış. Film hakkında da O’nun ağzından bilgi aldıktan sonra o gün filme gitmeye karar verdik ve ben bu filme 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda gidilir diye önceden bilet aldım hepimize.

Çok büyük emek sarfedilmiş, filmin sonundaki listeden nereler araştırılmış, nerelere gidilmiş belli oluyor. Öyle çok yer var ki nasıl becerdin bunca işi pes dedim, şaşırdım sevgili Can Dündar…

Müzikler süperdi, Atatürk’ün doğduğu bölgeden olan Goran Bregoviç öyle isabetli bir karar olmuş ki tebrik ediyorum kendilerini de…

Sevgili Can Dündar iyi ki varsın, sen gibi insanlar var olduğu müddetçe Atatürk unutulmaz, yaşatılır… Sağol, Varol tüm emeklerin için yürekten teşekkürler… Seni zaten seviyordum bizlere böylesi güzel bir eser sunduğun için daha da çok seviyorum…

 
Toplam blog
: 203
: 2037
Kayıt tarihi
: 23.10.06
 
 

İnsanların yapmaktan mutlu oldukları hobileri vardır. Benim de en severek yaptığım, hayatımda yen..