Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '11

 
Kategori
Deneme
 

Müşteri kim, satıcı kim?

Müşteri kim, satıcı kim?
 

Çay içmek istedi. Mutfağa gitti, çaydanlığı su ile doldurdu, ocağı yakıp üstüne koydu.

Gazeteyi aldı, sedire oturdu. Bir makale açtı, okumaya koyuldu. Sırtını sert yastığa dayadı, sol kolunu yastık üzerinden uzattı, sağ eliyle tuttuğu gazete parmaklarının arasından kaydı. Geri almak için gücü kuvveti yoktu, öylece kala kaldı.

On-On beş gündür televizyonlarda ve gazetelerde izlediği haberlerde, yorumlarda, makalelerde yardıma muhtaç kişilere yapılan yardımlar hakkında bilgiler, eleştiriler, övgüler, yergiler veriliyordu. Aklı, kafası buna takılmıştı günlerdir. Devlet yetkililerinin farklı farklı mahallerde gazeteciler, kameralar eşliğinde buzdolabı, ev eşyası, kömür, giyecek-yiyecek malzemeleri gibi eşyaları muhtaçlara vermesi, özel şirketlerin, daha önceden yardım yapılacağını duyurmaları üzerine, kamyona doldurdukları eşyaları ihtiyaç sahiplerine! dağıtmaları, ahalinin büyük bir izdihamla kamyona saldırmaları, kalabalığa giremeyenlerin kenarda ağlamaları, insanların biribirlerini ezercesine eşyalara doğru hücum etmeleri, çocukların ezilme tehlikesi geçirmesi, nefes alamayan ihtiyarlar, ağlaşan kadınlar, çocuklar…. bağrışan sorumlular, kalabalığı itekleyen görevliler. Bir de fiyat indirimi yapan satıcılar, büyük mağazaların indirim gününde de, geceyi mağaza önünde geçiren, ucuza mal almak hayali ile dükkanın kapısı açıldığında, içeri girebilen şanslıların! koşuşturması, birbirlerin elinden -o malı ben aldım, sen aldın, sen almadın, ben alacağım- kavgasının yapıldığı, denetimsiz Türkiye Manzaraları. Televizyon muhabirlerinin yardım alan kişilerle röportaj yapma isteğine, yardım alıcıların başını çevirmesi, konuşmak istememesi, bazılarının ağlaması, bazılarının sırtını dönerek muhtaç olduğunu söylemesi….

Beş-Altı yaşlarında dedesinin elinden tutup, tepeye doğru köyün üstündeki sarı çam koruluğuna giderlerdi. Bir keresinde babası da vardı yanlarında. Babasının, korudaki ağaçların dikildiği günleri anlattığını hatırladı. Otuz yıldır köye gitmediğine göre şimdi korudaki ağaçlar Elli yaşını geçmiş olmalıydı. Gelişmiş, serpilmiş, büyümüş halini, ne yapıp edip bir daha görmeliydi. Dağdan inip, koruluğu geçen ve köyün bahçelerini suladıktan sonra diğer köye, oradan da başka köylere akan şırıltılı, kıvrak, narin (evet evet adını narin koymuştu derenin) şimdi ne haldedir acaba? bir seferinde dedesi evden çıkarken bir bohça almıştı. Koruluğa varmadan bir evin kapısını çalmış, bohçayı kapının önüne bırakmış ve yürümüşlerdi. İçinde ne olduğunu merak etmiş dedesine sormuş ama cevap alamamıştı. Üniversiteyi bitirip, köye el öpmeye gittiğinde, dedesi koruluğa gidemeyecek kadar yaşlanmıştı. Avluda oturup sohbet ederken aklına gelmiş ve dedesine sormuştu. “O bohçada ne vardı dede”. “içinde ne olduğu önemli değil evlat, önemli olan alan kişinin kim tarafından verildiğini bilmemesidir.” “Sadakanın müşterisi Allah’tır” (1) “Allah’a karşı gösteriş mi yapmalıydık?”…hey dedem hey… kabrine elleri ile indirmişti. Mekanı cennet olası dedem. Birde, dedenin komşuları  Hatice Teyze’nin ayran, çay ikramları. Yoksulluk içindeki bu insanların nerden bulup buluşturdukları belli olmayan cömertlikleri, hele hele Hatice Teyzenin sebzeli bulgur pilavı, doyulması imkansız lezzet, bir daha yapılması imkansız muhteşem eser. Hatice Teyze ayranı, çayı, pilavı ne diye ikram ediyordu bana?

Televizyonda sümüğü akmış ağlayan bir çocuk “anne anne anne” diyordu. Yardım malzemeleri dağıtım programı uygulanıyordu, naklen..!

Öğretmeninden dinlediği hikaye hücum etti beynine, arkadaşı ile birlikte yürürlerken yağmur yağmaya başlar, şemsiyesini açar arkadaşı, o da girer altına hasbelkader. Sonra diner yağmur. Arkadaşı “benim şemsiyem olmasaydı da görseydin” der. Biraz sonra bir daha tekrar eder, bir daha… dayanamaz, önlerine gelen havuza girer bir güzel ıslatır kendini “bundan daha mı beter olurdu ulan” der. “İnsanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi sadakalarınızı boşa çıkarmayın” (2) Hey Allah’ım şemsiyesi olanlarla niye karşılaştırırsın garip kullarını, hikmetinden sual olunmaz. Dedem,  “Allah muhtaç değildir, muhtaç olan, vermeye gücü olandır” derdi. Sadaka, zekat nefis terbiyesidir. Nefis terbiyesi dünyalıktan vazgeçmedir, gide gide dünyadan vazgeçmeye kadar dayanır. ihtiyaç sahibini bulabilirsen, Allah’ı buldun bil. Cömert ol, ikramda kusurun olmasın, misafir-perver ol. Ah dedem ah!

Verecek gücün mü yok? korkma, var. Muhtaca, kardeşine, arkadaşına, komşuna, anana, babana, tüm insanlığa “bir güzel söz söyle”, hem bu “sadakadan sonra gelen gönül kırıcılığından”(3) evladır. Ne kadar da kolaymış bizim hayatımız…

***

Ooo, aklına çay geldi, mutfağa koşturdu, çaydanlığın kapağını kaldırdı. Su ısınmamıştı bile.

                                                                                               :

(1)Tevbe/104, (2) Bakara/264, (3) Bakara/263

www.mahmutemin.blogspot.com

 

 

 
Toplam blog
: 64
: 425
Kayıt tarihi
: 25.05.11
 
 

"Bom boş, Boşlukta" Konuyla ilgili eğitimim yoktur.Merak ve özel çabalarla bir şeyler yapmaya çal..