Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

03 Mart '08

 
Kategori
Öykü
 

Mutluluk satıcısı '2'

Mutluluk satıcısı '2'
 

“Yani şimdi bu eski ayna parçası, ben nasıl görüyorsam onu mu bana gösterecek demek istedin babalık? Yanlış anlama, eski yakılmış granit sözler bunlar. Bana söyleyebileceğin veya verebileceğin başka bir şey var mı, sen bana onu söyle?”

“Çok kabasınız.”

“Farkındayım ve umurumda da değil.”

“Peki neden geldiniz buraya? Bana hakaretler savurmak için mi?”

“Tamam babalık, gidiyorum. Beni çeken pek bir şey yok zaten dükkanında.”

Orta yaşlı kadın gitmek için ayağa kalktı ve kapıya doğru yürüdü.

“Neden bu ismi koydun dükkanına diye sormayacağım ama, Yüksekkaldırım’a yakın olduğun düşünülürse birilerinin ayağına bastığını düşünenler olabilir; belki de olmuştur, ha?”

“Siz, ne kızım diyebileceğim yaştasınız ne de karım olabilecek yaştasınız. O yüzden şu babalık lafını size iade ediyorum.

Derdinize gelince. Klasiktir sizlerin dertleriniz. Toplumdan kendini farklı görme ihtimaliyle doğarsınız. Belki içe dönük yapınızdan, belki de bir tılsımın mucizesiyle sevdiğiniz için kitapların dünyasını keşfedersiniz. Yeni şeyler öğrendikçe ara sıra oyunlar oynamak için dışarı çıktığınızda çocuklara kitaplardan pasajlar okumak, onlarla paylaşmak istersiniz ama onlar sizi dinlemezler, ki büyüyüp koca insan olduğunuzda da durum aynıdır. Yıllar kendi içinize ördüğünüz kırılgan saydam kalelerin duvarlarını sağlamlaştırmayla geçer.”

“Ooo, bakıyorum mutluluk satıcısı delik okşuyor.”

“Neyse, istemiyorsanız devam etmem.”

“Yoo, lütfen devam et. Bakalım hangi limana çekeceksin gemini. Şu dümeni de batırdığın gemiden çıkarıp getirmişsindir Allah bilir. Devam et, durma,” dedi ve yeniden oturdu kadın.

“Sigara içsem rahatsız olur musunuz?”

“Evet. Devam ediyorum. Kalelerin saydam ve olabildiğince görünür bırakırken içini, bilirsin ki, en saydam ve berrak halde görseler bile, seni anlayamayacaklarını, hatta ulaşamayacaklarını; asıl güvenli limanları arayan olurken, seni eleştirmeyen ama içten içe kemiren sigara gibi dostlarının olması da seni üzemez. Çünkü ilahi ölümün tüm çeşitlerini okuyarak zaten öğrendin, biliyorsun. Birden seni huzura yaklaştıran, ki bu kavgalar yaşanırken bu daha çok olur, bir sigara yakma isteği duyarsın.”

“Valla kızsan da mızsan da bir sigara yakacağım. Eee, çok heyecanlı, devam et.”

Yaşlı adam orta yaşlı kadının fazlar ötesi tavırlarından rahatsız olmaya başlamıştı.

“Sonuç olarak; dünya senin çevrende daha hızlı dönmeye ve zaman daha bir bonkörce akmaya başladığında fark edersin, atı alanlar Üsküdar’ı geçmiş. Her şeyde geç kalmana yol açan, seni dört duvar sevdalısı yapan kitaplarına kızmaya başlarsın. Senin ilahi komedyan oluverir tüm yaşamın. Artık dersin, benim için requiem aeternam çok uzaklarda. İlk yaptığın şey kendinden kıyasıya öç almak ve ardından yavaş ama emin adımlarla tükenmek. Aslında bu senin iyi ve değerli olduğunu söyler tabiata. Çünkü hem değerli hem de gizemli kalamayacağını kanıtlarsın. Çözülürken yavaşlarsın, dünya yavaşlar. Dünya ve dünyan küçülür. Anlamsızlaşırken her şey, senin çözülmelerin alaysı başkaldırılarla, dalgaların içine gire çıka; hayatının bir küçük tekne olduğunu anlarsın. İşte o yüzden bu gemi dümeni senin için çok büyük gelir çünkü o gemi senin için çok büyüktür.”

Orta yaşlı kadın sigarasının sonuna yaklaşırken yukarı bakan avucuna silktiği küllerin dökülmemesi için son külü de döktükten sonra kül tabağı aradı gözleri. Yaşlı adam çöp kovasını avucunun altına uzattı. Kadın, düşünceli ama sakin bir tavırla külü kovaya döktü, avucunu içine silkerek temizledi. Sigarasını çöp kutusunun kenarında söndürdü ve izmariti içine attı.

“Anlattıklarına bakılırsa sayın babalık; pardon, çok özür diliyorum, ağız alışkanlığıma verin; anlattıklarınıza bakılırsa lafınızın sonunda bana söylemek istediğiniz bir şey var sanırım. Ama isterseniz lafınızın sonuna siz gelmeden ben birkaç söz edeyim naçizane kendimle ilgili.

Evet, fark ediyorsunuz. Hem de çok iyi fark ediyorsunuz; önce yalan söyleyenlerin yalanlarını yakalıyorsunuz. Sonra herkese fark ettiklerinizi söylemeye başlıyorsunuz: bakın bu taptığınız adamlar bayanlar yalan söylüyorlar, haberiniz var mı diye haykırıyorsunuz, ne hacet; anlamadıkları gibi sizi anarşist olmakla kibarca suçlayıveriyorlar. Ardından inat buya, devam edip yine haykırıyorsunuz, bu kez anarşistçe; sizi kandırıyorlar! Bu kez de yargı ipini boğazınıza doluyor, hey hat. Bütün bunlar olurken komşunuza bakıyorsunuz, gayet mülayim boy boy çocuklar, huzurlu pozisyonlarındalar. Yolda, handa, yerde, gökte umursamaz bir sürü insan ve insancıklar görüyorsunuz. Ve sonra diyorsunuz ki, ‘madem bu kerre mağlubuz’ diyene: madem sürekli mağlubuz, inadına yenilen güne savaş açar gibi, en zehirli oklarla yollara yeniden düş! Zehirli okların hepsi birer bumerangken üstelik.

Evet sayın bayım. Sizin eşiniz olamam, kızınız olacak kadar da sizi yaşlı yapmak istemem. Geriye bir tek olasılık kalıyor, sevgili olabilecek yaşlardayız. İşin garip tarafı ne sen, ne de ben bu iş için uygunuz. Evet, söylediğin tüm laflara karşı sözlerim bunlar.”

“Bakın, sizinle konuşmak rahat. Siz de kelimeleri çürütmeyi sevmiyorsunuz. Söylediklerinizi beynimde sizinle istişare ediyorum da, kuzum siz neden buraya geldiğinizi bana hala söylemediniz? Zira hayatın mutlu mutsuz ne kadar girilip çıkılacak delikleri varsa; ya yaşanmışını ya da yaşanacaklarını çok iyi öğrenmişsiniz.”

“Dedim ya, bir arkadaşım bahsetti sizden. O yüzden geldim.”

“Süreniz mi daralıyor?”

“Anlamadım?”

...

***

not: sevgili pirmete, nereye?

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..