Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

02 Mart '08

 
Kategori
Öykü
 

Mutluluk satıcısı

Mutluluk satıcısı
 

Kentin eski sokaklarının birinde, kapısında küçük ziller, bir merdiven altı, eski bir dükkandı mutluluk satıcısının dükkanı. Sabahları kuşluk vakti dükkanını açar, ardından ortalığa çeki düzen vermeden mutsuz müşterilerini beklemeye koyulurdu. Hoş, çoktu mutsuz insan ama iş mutluluğu bir dükkandan almaya geldiğinde; bir anlamda saçma geldiğinden miydi bilinmez ama, pek müşterisi de yoktu.

Kahvesini yeni bitiren yaşlı adam kapıdaki zillerin çıkardığı sesle gözlüklerinin üzerinden bakışlarını kapıya doğrulttu.

Otuz yaşlarından bir kadın, biraz merak, biraz da çaresizlikten bir halde girdi içeri.

“Merhaba, dükkanınızın kapısında okuyunca önce başka şeyler geldi aklıma. Az ileride yeni başladığım işe gelip giderken görüyordum levhanızı. Sonunda dayanamadım, attım kendimi içeri,” diyerek gülümsedi genç kadın.

“Çok iyi ettiniz. Buyur hanım kızım.”

“Şey, aslında ne alacağımı bilmiyorum. Şöyle bir etrafa baksam, sizce bir sakıncası var mı?”

“Neden olsun, istediğin kadar bakabilirsin. Ancak pek anlamlı gelmeyecektir dükkandakiler size,” dedi yaşlı adam sevecen bir yüzle.

Genç kadın eskiciyi andıran dükkanı dolaşırken, yaşlı adam, “İsterseniz siz bana, sizi en çok mutsuz eden şeyleri söyleyin, ben de sizi mutlu edecek bir şeyler bakayım. Malum, yaş meselesi yüzünden pek evirip çeviremez oldum içerileri.”

“Evet, sanırım haklısınız. Çok karışık dükkanınız. Baksanıza burada musluk var, yanında koca bir kitap, onun yanında tekne dümeni, mumlar, çok eski olduğu anlaşılan renkli şişeler, kuş tüylü maket yelkenli, lambalı eski bir radyo, onun üzerinde bardaklar, bisiklet tekerleği, kaleydeskop, dürbün, eski saatler, hayvan desenli totemler, hayatımda ilk defa gördüğüm onca şey… sonra, şu çuvala ne demeli? Üzeri Yörük desenli olan. Ne var içinde?”

“Bunların çoğu aslında yıllardır yerlerinde öylece duruyor. İçinde buğday var ama çürümüş olmalı, uzun zamandır orada.”

“Peki gelen insanlar neler alıyorlar?”

“Genelde gelenler bir şeyler almadan giderler.”

“Anlamadım, nasıl yani?”

“Yani, bu dükkanda pek bir şey satmıyorum ben aslında. Daha çok gelen insanlar ne istediklerinden çok ne için geldiklerini anlatıyorlar, bulabilirsek uygun bir şey alıyorlar. Çoğu zaman beni mutlu etmek için alışveriş yapmak isteyenler oluyor ama ben izin vermiyorum.”

“Neden? Sizin amacınız dükandakileri satmak değil mi? ‘Mutluluk Satıcısı’ yazıyor camda.”

“Hem evet hem hayır. Bak, istersen şöyle yapalım. Sen bana neden mutsuz olduğunu anlat ben de sana bir şeyler bakayım dükkandan. Veya seni ne mutlu edecekse onu konuşuruz, olur mu?”

“Oturabilir miyim? Bütün gün ayaktaydım. Hem üstelik daha çok ilgilimi çekmeye başladı dükkanınız ve siz.”

“Buyur kızım, şu iskemleye otur. Anlat bakalım.”

“Ne anlatayım da. Bildik, herkes gibi benim de mutsuzluklarım.”

“Acının çeşidi az olur ama mutluluğun çok. Bir kenarından başla, seni dinliyorum.”

Genç kadın birden bire kendisinden istenen şeyin sanki bir diretmesiyle karşı karşıya geldiğini hissetti. Hiç hoşlanmazdı istemediği bir şeyi ona yaptırmaya çalışanlardan ve kendinden söz etmekten. Ama bu kez karşısında tatlı mı tatlı bir ihtiyar vardı.

“Şey… sanki bir boşlukta gibiyim. Sanki yaşamak bende öylesine bir alışkanlığa dönüştü ve ben bu anlamsız dairenin çevresinde dönüp duruyorum. Herhalde bana verebileceğiniz en iyi şey şu özgürlüğü anlatan gemi dümeni olurdu. Eve götürüp, masamın bir köşesine monte edip, ara sıra çevirip, vira vira demir alırım,” dedi gülümseyen ve soran bir ifadeyle.

Yaşlı adam sakince gözlüğünü kılıfına koyduktan sonra, “bak kızım, sana ben başka bir şey düşündüm. Şu dolabı görüyor musun? Onun içinde heybeler olacak, hoşuna giden bir tanesini al ve bana getir,” dedi.

Genç kadın heyecanlı ama şaşırmasız bir telaşla dolabı açtı. İçinde düzgünce katlanarak dizilmiş heybeler gördü. Üzerindeki rengarenk kök boyalarla çok eski zamanlarda dokunduklarını düşündüğü çeşitli desenlerle örülmüş heybelerden birini aldı ve yaşlı adama verdi.

Yaşlı adam heybenin tozunu silkti, eski bir dostunu görmüş ve sağlığını merak eder gibi bir süre inceledikten sonra heybeyi, şöyle dedi:

“Sana bu heybeyi vermeyeceğim. Çünkü senin bir heybeye ihtiyacın yok. Ama sana heybenin anlatacakları var, sıkılmazsan söylesin sana.”

“Asla sıkılmam. Ben de bana vereceksiniz diye düşündüm ve korktum. Çünkü çok değerli bir heybe olmalı ve benim o kadar param yok.”

“Eğer sana verecek olsaydım heybeyi, merak etme para istemezdim senden. Ama daha anlamlı olacağını düşündüğüm için sana bunu vermeyeceğim. Onun yerine heybenin sana anlatacaklarını vereceğim.

Evet, gelelim lafımıza. Ne düşündün heybeyi görünce?”

“Hımm, öncelikle eski bir heybe ve…”

“Hayır, öyle sormadım. Sana neler düşündürür bir heybe diye sordum.”

“İşte ben de onu anlatıyordum.”

“Hayır kızım, bak, senin asıl sorunun burada; yanlış gözle bakıyorsun. Ve biliyorum sadece heybeye değil, tüm hayata öyle bakıyorsun.”

“Demek istediğinizi anlamadım,” dedi genç kadın, hafiften kızarak.

“Heybenin kaç gözü var?”

“İki.”

“Demek ki içine iki farklı şeyi koyabilirsin, değil mi?”

“Ihh, evet?”

“Diyelim ki sol gözüne mutsuzluklarını koyalım. Kederlerini, tasalarını, acılarını; seni mutsuz eden ne varsa senin anlayacağın.”

“Peki sağ göze? Mutluklarımı mı?”

“Aynen öyle. Mutluluklarını, keyiflerini, hazlarını, coşkularını, zevklerini koyalım. Seni mutlu eden ne varsa onları da sağ göze koyalım.”

“Peki, tamam. Sonra ne yapacağız bu heybeyi?”

“Heybeyi iki gözün tam ortasındaki delikten boynuna takacaksın.”

“Heybeyi boynuma takacam ve dolaşacağım, öyle mi?”

“İşte yine mutsuzluğundaki temel nedenlerden birine daha şahit oluyoruz.”

“Yaa, neymiş o?” diye kızmış bir ifadeyle yaşlı adama çıkıştı genç kadın: “Siz bana bir şeyler mi ima etmeye çalışıyorsunuz?”

“Başta ne dedim ben sana? Heybeyi sana vermeyeceğim, dur hele bitsin sözüm. Halbuki senden şöyle bir soru gelseydi daha çok hoşuma giderdi, ‘heybenin sağ gözü mü önde duracak, sol gözü mü?’”

“Kusura bakmayın, sanırım size kaba davrandım. Ama siz de dolambaçsız konuşuyorsunuz.”

“Alışkanlık dışı yani?”

“Evet, aynen öyle. Peki diyelim sağ gözü önde duracak şekilde boynuma astım. Ne olacak şimdi?”

“Evet, sağ göz öne asarsan senin sürekli gülümseyen, mutlu, çevresine müspet enerjiler veren biri olman gerekir. Öyle misin?”

“Eh, belki,” dedi genç kadın. Dün öğleyin işte azarladığı çaycı çocuk geldi aklına, ardından kararını değiştirdi, “sol göz önde olmalı, doğrusu bu.”

“Peki, tamam. Sence hangi göz daha ağır?”

“Tabiî ki sol göz!”

“Kambur olacaksın.”

“Ne?”

“Kambur olacaksın.”

“Bu kadar mı?”

“Evet, bu kadar.”

“Bunu dengelemenin bir yolu yok mu? Yani, ne biliyim...”

“Artık gitmelisin. Yeterince zaman ayırdım sana.”

“Ama…”

“Lütfen hanım kızım. Yorma beni.”

“Özür dilerim,” dedi genç kadın ayağa kalkıp gitmeye hazırlanırken, “yine gelebilir miyim?” diye çekinerek sordu.

“Sık olmasın, evet gelebilirsin”

İyi günler dileyip dükkandan çıktığında yaşadıklarını ve yaşlı adamın söylediklerini düşünerek otobüs durağına doğru yürümeye başladı.

Dükkanın kapısı sertçe yeniden açıldı. Asık suratlı, akşamdan kaldığı belli, orta yaşlı bir kadın ahkam keser havalarda içeri girdi.

“Merhaba, geçerken levhanızı gördüm. Yalan olmasın, bir arkadaşım bahsetti ama şimdi geldim. Müsait misiniz?”

“Evet müsaidim, içeri buyurdunuz zaten. Nasıl yardımcı olabilirim size?”

“Ben, aslında, şey…”

“Oturun şöyle. Sizi mutsuz eden şeyleri anlatın.”

“Sanki doktoruma gelmiş gibi oldum ama onun muayenehanesi bal dök yala,” diyerek oturdu.

“Gerginsiniz.”

“Nereden anladınız?”

“Yazar mısınız?”

“A-aa, peki bunu nereden bildiniz?”

“Size ihtiyaç duyduğunuzu getiriyorum, bekleyin.”

“Tamam,” dedi orta yaşlı kadın. İçinden “tamam babalık” deme isteği öyle yoğunlaşmıştı ki kendini zor tuttu. Yaşlı adam büyükçe bir eski aynayı yazara getirip verdi.

“Buyurun, bu sizin.”

“Yani, eski bir ayna. Bir özelliği var mı peki?”

“Evet, içine koyduğuna dolar.”

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..