Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mayıs '09

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Mutluluk ve mutsuzluk meddüceziri

Bazen hiçbir şey içermese de, geleceğe dönük veya geleceğe dönük olmayan bir yaşam yumağıdır kişisel ilişkiler. Bu ilişkileri hiçbir şey engellemiyormuş gibi görünür. Fakat devamlı hissedilen incecik bir köprü vardır ara yerde. Köprünün iki ucunda da o ilişkinin muhatapları. Onlar: ‘’Önce sen adım at…’’ Yok, yok: ‘’ Sen adım at …’’ beklentilerinin sahipleridir.

Karar alınmış ilişkilerde yaşamın üçüncü ve son dönemi için karşılıklı olmasa da herhangi bir tarafın teşekkür alması, taçlanması, teşekkür etmesi, taçlandırması ve buna mecburiyet hissetmesi beklentisi de oluşur. İşte bu beklentiler o andan itibaren teşekkür ve taçlandırmaya dönüşüp ömrün geri kalan kısmına yayılırsa veya özel bir davranışa dönüşürse; o kişiler farkında olsalar da, olmasalar da yeryüzü cennetini ilişkilerinin başlangıcında yaşamış olurlar.

Bu anlayış genellikle her iki tarafın kendiliğinden uygulamasındaysa, üstelik beklentiler beklenilmeden ve arzuya gerek duymadan karşılıklı yerine getiriliyorsa; taçlandırmayla dopdolu geçen on beş-on altı bin günlük üçüncü devre yaşamı kısacık geliverir o kişilere.

Bunun adına; iki kişilik yaşamda, yaşamların sarmaş dolaş ve omuz omuza verildiği, zamanın da unutulduğu; yudum yudum geçen kader birliği de denilebilir. Ve yine de kısaların kısasıdır o on beş-on altı bin günlük üçüncü devre zaman dilimi.

***

Yıllar önce bir arkadaşım anlatmıştı:

‘’Bekârken serserinin tekiydim. Evlendiğimin ilk aylarında da devam etti bu serserilik. Bir türlü kopamadım bazı alışkanlıklarımdan. Evlilik kavramını bir türlü kavrayamamıştım. Akşamları eve devamlı geç ve tok giderdim. Geç vakit eve geldiğimde eşimi devamlı sofrayı hazırlamış ve beni bekler bulurdum. Eve dönüşüm için zaman anlayışım hiç önemli değildi. Bu anlayış bir hafta, bir ay, iki ay, vs, sürdü. Belirli bir süre sonra eşimi yine son derece özenle hazırlanmış sofranın başında geç saatlerde beni beklerken uyuya kaldığını görmeye başladım. Bu durum zamanla kendi davranışımdan beni utanmaya ve mahcup etmeye başlattı. Belirli bir süre sonra hatamı anladım ve şimdi iş çıkışı doğru eve gidiyorum. Şimdi ikimizde o günleri kaybedilmiş günler olarak sayıyoruz. Arada bir de gülüşüyoruz. İyi ki daha da geç kalmadan anladım hatalı olduğumu. Çünkü önümüzde çok güzel günlerin olduğunu biliyorum ve hissedebiliyordum. Şu anda da o güzel günlerin içerİsindeyiz…’’

***

Gün geçtikçe cendereye dönüşen, sadece çıkar amaçlı ve saygısal davranışın ne olduğu yıllardır akıllara dahi gelmeyen ilişkilerin azlığından da söz edilemez.

Başladığından beri bilerek veya bilmeyerek tek taraflı çıkar amacı düşünülerek sürdürülen ilişkiler sonradan doğal hale gelir ki; sadece sıradanlık ve pişmanlık yüklüdür.

Bir tarafın omuzlarına bindirilmiş yük; o tarafı devamlı ezer durur. Bu durum, diğer tarafın umuru haline gelmez.

Buna, kendince katlanma sebebi olan kişiler için katlanılması mecburi ilişkiler de denilebilir. Bu tür bir anlayış belki de hümanistçe bir anlayışın boy boy açmış çiçekleridir. Bilinmez ki.

On beş on altı bin günlük yaşam süresi; tanrısal bir sebep olmazsa; kişilerin son yaşam süresidir. Mutlu veya mutsuz geçen ve bir daha yaşanması mümkün olmayan bir yaşam sunar onlara.

***

Mutluluğun sebebi ne olursa olsun bütün mutlu kişiler genelde aynıdır. Ama mutsuzluğun sebebi ise farklı farklıdır.

Yani mutlu olan kişilerin kendi limanlarına yanaşan mutluluk gemisi farklı yönlerden gelip farklı limanlara yanaşsa da; o gemi hep aynı gemidir.

Bazen kendiliğinden, bazen kişisel iradenin zorlamasıyla yanaşıverir limanlara.

Bu da kişisel iradenin, hoşgörünün ve olumlu düşüncenin devamlı gündemde tutulup; bıkmadan usanmasan ılıman ve kesin bir kararlılıkla fedakârlık içermesine bağlıdır. Yani doğru ve ikna edici, aynı zamanda olumlu tavırların sonucudur.

Bazen de aşırı disipline olmayan davranışlar açar mutluluk ve mutsuzluğa giden yolları.

***

Kişi veya kişiler kendilerince doğru kararlarını aldığı halde, irade dışı gelişen ve her türlü uğraşa rağmen ulaşmak istediği ve bir türlü ulaşamadığı yaşamın özlemi beklentisindedir. Ve arzuladığı yaşama bir türlü ulaşamazlar. Bunun içinde bir arayışa da yönelemezler.

Belki de kişisel yaşamda yanlışın başladığı noktadır bu davranış.

Devamlı böyle düşüldüğünde de o kişinin kaderi; kaderini yazanın üstüne yönlendirilir hemen: ‘’Kader böyleymiş’’ denilir. Ve işin içinden çıkılır. İşte tam burada kişinin kendi iradesiyle bir meselesi başlar. Yani bir arayışı.

Bu arayış her hangi bir yöne yöneltir kişiyi.

Kişi kendini farklı bir yaşam denizinde, farklı bir uğraşın kucağında bulur zamanla. Uğraş konusu ne olursa olsun bu uğraşlar yavaş yavaş önce düşüncelerde filizlenmeye başlar.

Böylece kişi on beş-on altı bin günlük yaşam sürecinin belirli bir diliminden sonra yalnızlığa iter kendisini. Kendi gerçeğini sorgulayıp, tek başına mutlu bir yaşamı aramaya başlar. Bunu bulduğunu sandığında da iki kişilik süreç teke iner. Üstelik aynı çatı altında mecbur olunan ve gelecekte yaşanacak binlerce günlük yaşam göz ardı edilerek.

Can Yücel ’in şiirindeki gibi; ‘’ En uzak mesafe ne Afrika’dır, ne Çin, ne Hindistan, ne seyyareler; ne de; yıldızlardır geceleri ışıldayan… En uzak mesafe; iki kafadır bir birini anlamayan…’’

Sizce bu bir yazgı mıdır? Ne dersiniz?

 
Toplam blog
: 31
: 544
Kayıt tarihi
: 01.05.09
 
 

29.05.1949 Uşak doğumluyum. Lise dahil eğitimimi uşakta tamamladım. Yıldız üniversitesi inşaat bölüm..