Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mayıs '12

 
Kategori
Güncel
 

Nâzım Hikmet Ran üzerine

Nâzım Hikmet Ran üzerine
 

Nâzım Hikmet'in mezarı, Moskova


3 Haziran 1963…

Moskova…

Nâzım Hikmet Ran’ın ceketi..

Cebinde bir kağıt…

Kağıtta bir şiir:

“Gelsene dedi bana.. Kalsana dedi bana.. Gülsene dedi bana.. Ölsene dedi bana… Geldim, kaldım, güldüm, öldüm”.

Son şiir…

Bu son dizeler bir itiraf gibi…

Bir şairin yaşama, güzelliklere ve hüzne bakışının alçakgönüllü anlatımı… Koskoca ve dopdolu bir hayatın hak ettiği en sade veda…

Bir aşk..

Şairin insana, insanlığa ve tüm evrene duyduğu sevgi, tutku, acı ve saflık…

Bilinçli bir yaşam, bilinçli bir veda…

Bu veda Nâzım Hikmet Ran’ın son 5 dizesi..

Her yılın Haziran ayı, bende bir burukluk yaşatır; Haziran ayı üç büyük devrimci ustanın aramızdan ayrıldığı aydır: 2 Haziran'da Orhan Kemal (1970), Ahmed Arif (1991) ve 3 Haziran'da Nâzım Hikmet (1963) beni silkeler; zıtlıkları, çelişkileri anımsatır. Kırk yedi yıl önce; Nazım Hikmet Ran şairimizin dünyadan, büyük insanlıktan ayrıldığı gün bu gün!

Nâzım Hikmet şiirlerini gizli gizli korkarak, saklanarak okuduğumda çok şaşırmıştım; 1928’ de mahpusluk zanaatına başlıyor ve 1951’de bitiriyor. Bitirme belgesini alan Nâzım, o büyük beynini de alıp istemeyerek bu yurttan göç etmek zorunda kalıyor. J.S Perse, bir Fransız şair şöyle demiş: “Ozan; insanın görünmez yüzü…” Nâzım bir ozandı. Büyük insanlığın ozanı: İnsanın, emeğin, doğanın değerini bilen bir sanat adamı. Nâzım Hikmet, yirminci yüzyılın, modern çağın çelişkileri, acıları içinde, sınıf çatışmalarının ve savaşların yoğun yaşandığı bir çağın şairiydi. Onu yaşadığı ve hiç durmadan şiirler ürettiği zamanda kendi ülkesi için tehlikeli (!) ve günümüzde ise onu bir “Türk şairi” olarak değerli kılan şey tam da buydu: Çağının şairi olması. Nâzım’ın çığlığı keskindi çünkü memleketine ve dünyaya baktığında “gerçeği” görebiliyordu. Yüzyıllar boyu büyük ozanların seçtiği şairlik mertebesini yani “gerçekliğin taşıyıcılığı” görevini yüklenmişti. Bu ne pahasına olursa olsun dilin, beynin ve kalbin sesini bağırmak anlamına gelir ki şairlerin işi bu yüzden hep zor olmuştur. İşte bu “zorluk” Nâzım’ı bu kadar okunası yapandır; çünkü “gerçek”tir dizeleri; ama aynı zamanda Nâzım’ı memleketinden uzaklara gitmeye zorlayan ona “hasretlik” çektirendir de… Ama onu büyük yapan yaşadığı çağın haksızlıklarını, en derinde yatan anlamlarını, olaylarını güçlü bir şiirsellikle üretirken dünyayla bütünleşmesi; evren ve insan birlikteliğini dilinin gücüyle verebilmesiydi. Bu yüzden Nâzım nereye giderse gitsin başka bir ülkede yaşanan acılara ya da dünyanın öbür ucundaki barışa hep “hasretti”…”Angina Pektoris” şiirinde doktora söylediği gibi: “(…) Bakıyorum geceye demirlerden ve iman tahtamın üstündeki korkunç baskıya rağmen kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor (…)” …

Nâzım’ın şiirlerinde yaşam belgesel gibidir. Başından sonuna izlenir, anlaşılır ve düşündürür her bir satırı…Bu yüzden Nâzım’ın şiiri, bir tanıklıktır; tarihin sınıfsal çelişkilerini anlatan, acılarını ve mutluluklarını yansıtan ve en güzeli de gelecek yüzyıllara umut ve cesaret aşılayan…

YİRMİNCİ ASRA DAİR
— Uyumak şimdi,
uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim...
— Hayır,
kendi asrım beni korkutmuyor
ben kaçak değilim.
Asrım sefil,
asrım yüz kızartıcı,
asrım cesur,
büyük
ve kahraman.
Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
Ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum.
Bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövüşmek yeni bir âlem için...
— Yüz yıl sonra, sevgilim...
— Hayr, her şeye rağmen daha evvel.
Ve ölen ve doğan
ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır
(benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem),
senin gözlerin gibi, Hatçem,
güneşli olacaktır...

Nâzım Hikmet Ran
12.11.1941

İşte bu şiirde, önceki satırda sözünü ettiğim gibi; yüzyıl içindeki sınıfsal yapıyı ve onun çelişkilerini görebiliyoruz. Bir şairin, insanın, acısını ve umudunu görüyoruz. Bu şiirin gücü, hangi yüzyılda okunursa okunsun o hazin yaşamı, savaşı ve inancı dile getirmesinden gelir. Şiir, sınıf çelişkileri sürdüğü süreç içinde de hep güncel kalmanın ötesinde belgesel niteliğini de koruyacaktır. Nâzım’ın şiirleri tablo gibi izlenebilir, sinema olarak görselleştirilebilir; ses, ritim ve melodi her satırda birbirini takip eder. Nâzım konuşur siz dinlersiniz. Hikayeler: insanların, mahpushanedekilerin, kadınların, aşkların, yoksulluğun, Haydarpaşa Garı’nın, kentin, ormanın…karlı kayın ormanının, yolculukların, savaşın…. ve gelecek güzel günleri bir bir anlatır Nâzım.

Nâzım, bir insan, bir şair… Gençlik çağında 1938 yılında şiirleri yüzünden 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 17 yılı aşkın kaldı. 1950 yılında bir af yasasıyla çıktı. Yeniden askerliğe çağrılması ve öldürüleceği yolundaki duyumlar üzerine yurdunu terk etmek zorunda kaldı. 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulu Türkiye vatandaşlığından çıkarılmasına karar verdi. Sovyetler Birliği'nde Moskova yakınlarındaki yazarlar köyünde ve daha sonra da, eşi Vera Tulyakova (Hikmet) ile Moskova'da yaşadı ve orada öldü. Dünya emekçilerinin dilinde destanlaşan şairimizin mezarı ömrünün önemli bir kesitini yaşadığı ikinci vatanı olarak bilinen Moskova’da, Novo-Deviçiy Mezarlığı’nda gömülü. Siyah granitten bir mezar taşı üzerinde rüzgâra karşı yürüyen adam figürü ile görselleştirilen mezar dünyanın dört bir yanından gelen insanların çiçekleriyle anıtsallaştırılıyor.

Uzun bir zaman Türkiye bir hataya düştü. Kendi ozanına, kendi yurttaşına “vatan haini” damgası vurulmasına izin verdi. Birçok güzel insan, yetenekli ve değerli sanatçı, şair, tiyatro ve opera sanatçıları, sanat ve siyasi ideoloji arasında var olan o çelişkili yapı içinde haksızca cezalandırıldılar. O zamanın koşullarını ya da siyasi ideolojilerini şimdi burada tartışacak değiliz; ama artık Türkiye medyasında değerleri teslim edilen şairlerimizden biri Nâzım Hikmet… Şiirleri oratoryolara, destanları müziklere dönüşüyor; Bursa Cezaevi günlerini anlatan “Mavi Gözlü Dev” adlı bir film sinemalarda yer aldı… Peki, yetiyor mu? Nâzım dünyada bir “Türk şairi”… Çünkü Nâzım “memleketim…” der birçok şiirinde… Vasiyet şiirini: 27 Nisan 1953’de Barviha Sanatoryumu’nda hasta yatarken yazmış. ‘’…Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, -öyle gibi de görünüyor- Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni ve de uyarına gelirse tepemde bir de çınar olursa taş maş da istemez hani.... ‘’ der.

Nâzım Hikmet’in burada sözünü ettiği, gömülme isteğinin nasıl olduğuna doğru bakmak gerek diye düşünüyorum. Ben Nâzım Hikmet’in gömüleceği yeri seçtiği düşüncesinde değilim. Çünkü Nâzım Hikmet kendi ‘’mitini’’ görmüş bir dünya şairi olarak, gömülmek istediği yerin mutlaka Anadolu’da bir köy mezarlığı olması gibi bir zorunluluğu ifade etmiyor. Zaten Nâzım’ın bu dizeleri bildiğiniz gibi “şiir” dir. Vasiyet değil. Vasiyetse resmi bir evraktır. Şiirin yapısında metaforlar vardır. Anlatım, çağrışım ve dil oyunlarıyla zenginleştirilir. Bu, şairin ruhu ve kaleminin gücünün birleşimidir. O nedenle Nâzım’ı biraz anlamak demek; onun son yolculuğunu şiirin diliyle kurgularken; kendi memleketinde, Anadolu insanı ve çok sevdiği çınar ağaçlarıyla, alçakgönüllü bir buluşmayı hayal ettiğini anlayabilmek demektir. “Hasretlik, sevgi, özlem, alçak gönüllülük, dostluk… Ben sizden ayrıldığımda da yüreğim sizinle’’ demek ister…

Ama kırk yedi yıldır orada başkaldırının dinginliği içinde duran anıt mezarı buraya getirmek istiyorlar. Değişecek olan ne?

Nâzım Hikmet’in düşüncelerine inanan insanlara sözüm: Bırakın olduğu yerde kırılmadan, dökülmeden saygı görsün, dünya emekçileri adına ’’rüzgâra karşı’’ yürüsün. Materyalist ya da metafizik dünya görüşü yanlılarının her ikisi de: evrende her yerin aynı olduğunu düşünürler. Biri doğa adına, diğeri tanrı adına, bu iki görüşte de insanın bedeninin nerede gömülü olduğu o kadar önemli değildir. Önemli olan insanın düşüncelerinin aydınlığının ne kadarının insanlara ulaştığıdır.

Materyalist ya da metafizikçilerin dışında kalanları ve illa mezar buraya gelecek diyenleri önce Nâzım’ı doğru anlamaya çağırıyorum. Nâzım Hikmet’in dünya görüşü Marksizm, savunduğu ideoloji eşitlikten yana, komünist bir sistemdi… Ancak “büyük anlatılar’ın’’ (Grand Narratives) son dönemecinde artık değerler sistemi değişti. Biraz dikkatli bakıldığında 21. yüzyılın her şeyi üretip tükettiğini ve bunun yüksek kapitalizmin en büyük stratejisi olduğu görülebilir. Kültürel değerler de artık bu acımasız döngüde yerlerini alırlar. Yani Nâzım da bu anlamda bir ‘’meta’’dır kapitalizme göre. Bir aracıdır. O komünizmin, vatan hainliğinin değişen yüzünün bir simgesi olarak üretilir ve tüketilir.

Ancak gerçekte, Nâzımca ve bizce Nâzım yalnızca “büyük insanlığın şairi”… Marksist oluşu tehlike unsuru olmaktan çıktı (!) ; geriye “gerçekler”i söylemişliği kaldı… Ve bu sonsuza kadar kalacaktır da… Bu anlamda ne Marksist kesim ne de onun karşısındaki Kapitalist Burjuva aydınları Nâzım’ın mezarının nerede olduğuyla ilgilenmeyecektir. Unutmayalım ki kültüre ve sanata bakış açısı var olan ve gelişen toplumlarda “şairler ve sanatçılar, aydınlar ve ozanlar” mezar gibi somut mimari yapılarla değil ruhları ve yapıtlarıyla insanlarla bütünleşirler. Gelecek nesillere aktarılacak olan da budur. Yoksa her tarafı, karşıt görüşlü lümpen bir topluluk tarafından kırılan, dökülen mezar taşları değildir aktarılacak olan... Nâzım’ın mezarının orada olmasının bir anlamı var; Nâzım’ın yaşamının önemli bir kısmını, ideolojisini ve hatta son aşkını ifade ediyor o bize uzak gömüt..

Kendimizi kandırmayalım. Bırakın Nâzım’ın kendisinin neler çektiğini; memleketimiz Nâzım’ın şiirlerini okuyanların sürgün edildiği, işinden atıldığı, işkence gördüğü, toplum dışına itildiği sancılı süreçlerden geçti.Bu günlerden bir günde: ‘’Bir hazin hürriyet’’ uğruna olsa da beni korumaya çalışan babam, ben evden çıkıp gittiğimde Nâzım Hikmet’in kitaplarını raflarda tersine dizerdi! Babam okuryazar bir kişiydi. Ama beni koruyabilmek duygusu ve endişesiyle Nâzım’ın adını gizlerdi.

Uzaklardan memleketine bakıp, insanların her öğünde yalanla beslendiğini gören Nâzım: 1949’ da yazdığı ‘’elleriniz ve yalana dair’’ şiirindeki kahramanlara: 1930 Mayıs’ında yazdığı ‘’sen yanmasan ben yanmasam’’ diye bağırarak, 28.7.1962’ de yazdığı ‘’Vatan Haini’’ şiiriyle vatan hainliğine devam ettiğini haykırıyordu karşı kıyıdan. İnsanlık uyansın diye. Yalanla doyanlar gerçeği görebilsin diye!

Gerçek gizlenemeyecek kadar büyük şimdi. Nâzım Hikmet yaşıyor!

Canip Doğutürk

 
Toplam blog
: 18
: 1578
Kayıt tarihi
: 16.07.09
 
 

Eğitimci, Yazar ..