Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '09

 
Kategori
Şiir
 

Namlusu yüreğime dayalı sevda

Namlusu yüreğime dayalı sevda
 

***


tenhalığıma taze sürgün

küskün sevgili

n´olur

bakma bana öyle puslu, puslu

sınama yüreğini bende yine

git

girme sakın yeniden yörüngeme

girme gözyaşlarımın

hummalı bugusunun

mayın tarlasına

irtifası yitik

yaz sonu akşamlarımın

kaybolmuşlar sokağında

kırık notalı

anasonla uyuşmuş

hüzün şarkılarım çalıyor

darmadağınığım bugün

kötüyüyüm, beterim

namlusu yüreğime dayalı sevdanın

çığlıklarıma düşen tetiği olma

git

rahat bırak

gidişinle süslenmiş acılarımı

yaşamışlığımı hayat yapan

yitmiş tüm kadınlarıma

başı çizilmemiş

isimsiz, ıssız

haritası kaybolmuş izbe kalbimin

coğrafyalasında belirsiz

gözyaşlarımın tuzuyla bestelenmiş

mahur ayrılıklar resimledim

son tualime sakladığım renklerle

boyası kurumuş

fırçaların dilsiz feryadlarıyla süslenmiş

sagular yaktim

kendi hayatımdan firar edip

bir başkalarının intiharlarında öldüm

suç ortağı oldum

işlemediğim günahlara

ucube yalnızlıkların koynunda bilenip

bir avuç güneşte tutuklu

yediveren ayrılıklara çiçeklendim

su yürürken baharlara

cehennem gibi içime eklediğim şiirlere

kafiye oldum satır sonlarımda

son bir kez daha

unutturmak için kendime her şeyi

bin nafile kelime türetiyorum

dizelenmekten usanmış

köhne

ölgün

yorgun

yosunlu harflerden

hadi

varsa gücün

kaybedilmişi kazanmaya

vuslatına nöbetimi yazdim

talibim

son bir kez daha

yine, yeniden

suçlarımın bas bas bağırdığı

hatalarıma biriktiğim

yanılsamalarımla kısalttığım hayatımda

törpülenirken kum saatinde zaman

fitili ateşlenmiş gözyaşlarıma

nehirler aramak için

açtım yine yüreğimin kapısını

yak yeniden

fitili yeni sönmüş

ışıltısı yitik lambayı

içindeki kinli öfkeyi tohuma bırakip

bir ömür boyu müebbet sevdaya

kelepçele dalgın bakışlarımı

sonbaharıma ulaşan sabahlarında

kiraç istemsemelerimin toprak kokusuna

ilk gece artığı

bir avuç

taze ışımış yıldız dök

kalma karanlıklarda

üşüme ayazda

giyin çıplak tenine gökkuşağını

soyun

sırılsıklam müebbet bir aşka

tenin ışışın avuçlarıma

ben hazanı giyinmiş ömrüme

düşürürken kendimi

sorgusuzca

sevişmelerin sonsuzluğunda vurgun

tetiği henüz düşmüş kurşunun

açtığı taze yarada tüten barut kokusu gibi

kırmızısı ısınsın kanımın

sobeleyip karanlıklarda hayalini

seni solumaya geliyorum yeniden

tenha gecelerin koynuna örüp

ayışığı dökülmüş saçlarını

bekle

dönüp dolaşıp

yalnızlığıma biriktiğim

kuytu gecelerin koynundan firar edip

sarısı teninde birikmiş

güneşi yeniden yakmaya geliyorum

adımı rujunda yeşertip

biriktir dudaklarını

son kez

yine, yeniden

içimde öldür kendini

geçmişin hesabını yapmadan

en düpedüz mahşeri anlamıyla

içimdeki dilsiz çocuğu yaralamadan

sev beni

sıvası dökük hayallerimden sağarken seni

yokluğunca yankılandın kalbimde

avaz avaz susarak

adını bir feryad gibi,

adını derin bir uçurum gibi büyüttüm dudaklarımda

Bilirsin acısız aşk yoktur birtanem. Acılarla bozgunlara uğrattık biz düşlerimizi. Birbirimizden habersiz öldü fotoğraflarımız. Mazi dediğimiz uzak günbatımları ağladı, sevme kokusu sararken çerçevelerde tutsak resimlerimizi. İçimizde yeşeren çiçeklerimiz soldu, avuçlarımızda baharı hapsederken. Sınır çizdik birbirimize farkında olmadan, kefen biçtik toprak kokulu dudak yangınlarımıza. Delicesine özlerken, çılgınca arzularken birbirimizi, perde çektik gözlerimizde doğan güneşimize. Beceremedik gülüm. Baharı getiremedik kışın hüküm sürdüğü hayatımıza. Bir damla gözyaşımızla ıslanan yüreklerimizde ayrılığı yeşerttik. Ayrılık son duraktı. Kestik birbirimize dönüşü olmayan bileti. Gittiğin ilk gün kadar ıssızım şimdi.

Küf kokulu yağmurlar kirpiklerimde ıslanırken, içimdeki hüzünle boğuluyor geceme sığınan dolunay. Bu sabah, sen uyanmadan rüzgara karışıp, bir buse bırakmak istiyorum adımı kopardığın dudaklarına. Açık bırak pencereni, çılgınca özlediğim teninde eriyip sana karışmak, sen olmak istiyorum. Seni unuttuğumu sandığın her gece, hazanlarımı gelin edip, çiy taneleri gibi düşmek istiyorum bensiz uyandığın sabahlarına. Acıyla y“utku“nuyorum adını. Gittin, beceremedin gülüm, korktun. Saklandın yine kendi içindeki gizeme. Sırlarımı verdiğim ketum bulutlar gözyaşlarını yakarken yüreğimde, yanık gözyaşlarının tuzu kokuyor soluduğum hava. Tuzlu duman çöküyor sensizliğe tırmanan yüreğimin zirvesine.

Sustu şimdi kaldırımlardaki yorgun ayak sesleri. Yalnızlığımın ürpertisine düşüyor yine aklım. Bin tomurcuk sessizlik patlıyor yine, yeniden, yeni baştan içimin güneş görmemiş derinliklerinde. Karanlıklarımı yaralıyorum ağlayan günbatımlarında. Sensizliğimin derinine indiğim merdivenin basamaklarında parçalarken bir önceki ayak izlerimi, açamadığım dügümlerle bağlıyorum kör bulutların içime düşmekten yorulmuş yıldırımlarını. İçimdeki neşter vurulmuş tütsülü lirik ezgide, tüm notalar hüzün kuşanmış yine. Ìçinden geçtiğim yabancı saatleri zehirleyen akrep, umarsız yelkovanına. Mürekkebi kurumamış lal dillere, içimdeki sızının lisanını öğretmekten yoruldum. Artık yüreğimin yağmalanmış mayınlı haritasında bir yol bulup, alıp gittiğin yüreğimin anahtarını vermeliyim kendime.

İçimin lodosları parçalarken, kendimi demirlediğim yalnızlık mendireğini, yanağımda taze açan gözyaşlarım kezzap. Her damla senden bir derin iz bırakıyor. Bugün yine, yeniden içimdeki kıskanç rüzgarlara döktüm kafiyesi yağmalanmış şiirlerimi. Bu yazı son. Bittiğinde kalemim, kurşununu döküp yüreğime, kendimi son satıra gömeceğim. Bir mum yak gözlerime, bir mum yak. Bilirsin nefret ederim karanlıktan. Işıltısından aşına gülümseyen bir yıldız as, en ücra kuytu kösesine yüzümün. Bir ses ver, n´olur bir ses ver, adıma iğnelediğin iyelik ekiyle.

 
Toplam blog
: 50
: 901
Kayıt tarihi
: 06.10.08
 
 

    ..