Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Şubat '10

 
Kategori
Deneme
 

Narçiçeği...

Narçiçeği...
 

Hikâyeleri var, hep anlatılan. Hikâyelerimiz bizde, bizi vuran… Öyle sıradan bir yürek burkması, akşamın; hüzün yeli değil hiç biri. Kurgusal bir yalanın erişemeyeceği kadar inanılmaz, bir o kadar gerçek… Zor hayatların zoru ile yazılmış. Kolay anlatılır, kolay dinlenilir…

Bir çocuk masalı gibi başlayan, genç kızların susan hikâyeleri, kadınların zılgıtlara çıngırak lal dili...
Vurulmuş serçenin akan kanı, solan papatya sessizliğine döner. Biz o hikâyelerde gördük; dağlar mor, ormanlar yeşil yanıyor.

Nasıl anlatılır, yanmış hikâyeleri gençliğimin... Çoktan sararmış, soluk yüzlü bir fotoğraf, ceketimin astarı yırtık iç cebinde...

Korkuyorum hiç sırası gelmeyecek diye; henüz anlatılmamış hikâyelerde kalan gözlerini, çocuk gözlerini, gülen, ağlayan gözlerini, susan gözlerini... Kim, hangi dilde anlatacak. Uzaklarda toz toprak içinde oynayan, sümüklü oğlanlar, naçar kızların albazı bıraktığım çocukluğumun hikâyelerini…

Çıktığım yollarda kalan bendim, giden ben. Uzak ülkeler gördüm, uzak iklimlerden insanlar tanıdım. Kış güneşi altında, bahar ayazında kalmış çiçekler büyüttüm rengin renk. Demirde dökümde üstüm başım kir pas, torna tesviye. Ağır sanayide kalan mavi gülüşüm, Yorgun ellerim, uykusuz sabahlarımı kim anlatacak…

Yollar kar kış, yollar yağmur sel… Uzak kasabaların tenha kirletilmiş yalnızlığı. Arsız aymaz zulüm. Bir göç öyküsü başladığı yerde bitiyor.

Geldiğim gün…

Bir çocuğun sapanından çıkan taşla, ağır yaralı, kan kaybediyor kanayan karanlık. Sabaha az kaldı diyen kuş sesleri… Uçmaya hazır kelebek kanadı. Gün doğuyor sabah oluyor…

Bin zaman içinde bir zamandı. Aklımda gezdirdim seni. Gönlüme düştün. Susar mıyım bir daha…

Acem ilinden gelen turnalar, dosta giden selamım gibi usul nazlı iner sulara. Kafdağı’nın erimeyen karı, beride savrulmuş kan ve gözyaşı. İnce belli, narin uzun boylu kızlar. Hep kavgaya hazır, hırçın, hep çatık kaşlı oğlanlar.

Gülen çocuk gözlerine düşmüş; susan çığlıktı bir yanım… Küllerimi eşeleyen Anka kuşu, önüm derya deniz, Akdeniz.

Bir öğlen vakti girdiğim; Babil’in asma bahçelerinde yılanlar, çıyanlar gördüm. Bağdat tarumar…

Dicle susuyor kar suyu sessizliği içinde. Fırat yorgun geçiyor ayakucumdan. Şehirler, kasabalar, tenha köy yolları... Kimsesiz bir coğrafyada düşlerim yurtsuz kaldı…

Bize yazılan kardeş elinden bir ölümdür. Gün doğanda, güneşe karşı... Fer fecir vurulur düşerim.

Munzur’da leşimi sürer kurtlar çakallar. Kanım yürür narçiçeğine, incir yaprağına…

Hadi sus susabilirsen kirvem, yüreğim diken içinde, kanayan yediveren gülü.

Hasan Kaya
www.hkaya.com

 
Toplam blog
: 65
: 1019
Kayıt tarihi
: 11.09.09
 
 

Mart 1959 Erzincan doğumlu, İzmir de yaşıyor.. ..