Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ekim '06

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Nasıl aşık olmalıyız?

Nasıl aşık olmalıyız?
 

İnsanlık yaşamına kaç tane kavramla başladı dersiniz? Diğer canlılardan farklı olarak düşünmeyi ilk kez yudumladıklarında hangi kavramı akıl edip soluklarına kattılar acep?

Yaşam ve ölüm, zaten kavram olarak ilk solukla birlikte var olduklarından bunları saymıyoruz. Eh, cinsellik de ilk canlıların ilk soluklarıyla birlik de doğdu büyük olasılıkla. Yoksa ilk soluk da olmazdı öyle değil mi?

Bunların ardından ilk edindiği kavram ne olabilir insan atasının, birlikte hayal etmeye çalışalım gelin. Cinsellik, ilk kavramlardan biri olarak, ikiz kardeşi "aşkı" getirmez mi insanın aklına? Ben de hep, insana dair ilk kavramlardan biri olarak "aşkı" düşünürüm bu yüzden. Aşkın günümüzdeki kavramların yanındaki devasalığına bakarsak haksız da sayılmam.

Söyle düşünelim atalarımızdan biri, aynı komünde yaşayan bir diğerine tutkuyla aşık olmuş olabilir. Bunu da bir şekilde ona anlatmak istemektedir. Ne yapardı acaba?

Günümüzdeki örnekler gibi, güzel sözler kullanma olanağı yok olduğunu unutmayalım ama.

“Seni seviyorum” diyemezdi kuşkusuz. Şiir yazması olasılığı düşünülemez bile.

Payına düşen dinazor budunun en güzel yerini hediye etmiş olabilir mi? Bilmiyoruz, olabilir. Aşık olmuş umutsuzların günümüzde, canını bile verdiğini biliyoruz aşk uğruna. Sonuçta ilk aşk ilişkisiyle birlikte çıkar ilişkisi de başlamış olmalı.

Aşk karşılığında bir şey verilmesi gereken bir kavramdır. Böyle denilebilir mi?

Her neyse bir şekilde böylesi bir şeytani kavramı akıl eden atamız bir yolunu bulmuş olmalı ki, “aşk” günümüze insanlığın, en akıl almaz, en tarif edilemez, en çok vakit alan, en çok konuşulan, en büyük endüstriye konu olan ve de en çok tüketimi olan bir kavramı olarak yerleşmiştir.

İnsan olup da, aşkla işi olmamış bir kimse olabilir mi acaba?

Şimdiden eklemeliyim ki, ben burada karşı cins aşkından söz ediyorum. Gerçi, günümüzde ayan beyan hale gelen aynı cins aşkları da tüketilen bir kavram halinde ama buna ilişmeyelim isterseniz.

Biz çoğunluğun normal saydığı ama her nedense binlerce değişik tarifi olan aşkı konuşalım. Ve binlerce yıl öncesinin ilk aşkının nedenlerinden yola çıkarak ve olabildiğince detaylandırmadan anlamaya çalışalım.

Yine hayal gücüme başvurup ilk atamızın hangi nedenlerle aşık olmuş olabileceğini şöyle bir düşünelim.

Ve kendimi fedakarca yerine koyduğum, bu atamız erkek olsun. Bir kadının yerine aşkı düşünebilme olasılığımın olmadığı gerçeği yüzünden.

Şimdi ben, aşık olma düşüncesi aklına gelen ilk atamız olsaydım, özgün donatısından başka hiçbir estetik eklentisi olmayan bir kadına neden aşık olurdum ki?

Düşünsenize ağzı yüzü kir ve yağ içinde, parça pürçük postlara bürünmüş, kolları bacakları sincap gibi tüylü, kötü ve dengesiz beslenme yüzünden büyük olasılıkla obez, bacak boyu en fazla 65 cm, pasaklı ve saçaklı bir kadın.

Bir erkek olarak nesine aşık olayım böyle bir hatunun. Ama unutmayın bu günün erkeği değilim şu anda ben. İlk atalarımızın erkek olanları da bu tarifin içerisinde ve büyük olasılıkla da daha çirkindiler. Sonuçta günümüzde bile hızla değişen bu kaygılardan o zamanlarda bahsetmek bile söz konusu olmazdı.

Kim bilir, belki de ilk atamız yani kendimi yerine koyduğum ilk aşık, o pasaklı kadının gözlerinde bir zeka pırıltısı, bir yanağında belli belirsiz bir gamze, duruşunda kendine güven, bakışında bir şehlalık fark etmiş olmalı. Yoksa neden, diğerlerini bırakıp ona aşık olsun değil mi?

Yine de, şimdi kendimi onun yerine koyunca zor bir iş olduğunu düşünmüyorum, tarif edilmemiş, dayatılmamış ve de ezberletilmemiş bir kavramın, yani aşkın icatçısı olma düşüncesini.

Basit bir gerekçesi vardır mutlaka. Solukladığımız bu çağda olsa daha kolaydı kuşkusuz.

Biz erkeklere, aşık olunabilecek bir kadının nasıl olması gerektiği ezberletilmiş durumda zaten. (aslında aynı şey kadınlar içinde geçerli)Ölçüleri belli, 90- 60- 90 yada buna yakın. Eğitim durumu, giyimi kuşamı, sosyal statüsü hakkında verilen tariflerden yola çıkar, toplumun hassas olduğu, dil, din, mezhep, sosyal sınıf farklılığı, ırk ve benzeri hassasiyetleri gözetir, arada fazla bir yaş farkı olmamasına azami özeni gösterirdim ilk olarak.

Zaten bu konuda fazlaca kafa patlatmaya da pek gerek kalmazdı aslında. Bunu sizin yerinize yapmayı şehvetle arzu eden, bir sürü ve sizin iyiliğinizi gözeten, gönüllü, fedakar yakınlarınız, sizin yerinize bu tespitleri yapıp, aşık olacağınız insanı seçip size önereceklerdir kuşkusuz.

Ve bu sayede de hep yokuş aşağı yorgunsuz aşklar yaşarız cümleten.

Yakınlarımızın yaşayacağımız aşkı tarif edip önermeleri hatta dayatmaları yetmez. Çünkü onlarla bir arada yaşadığımızdan, konu aşk da olsa asla çıkıntılık yapmamalıyızdır.

Toplumsal örgütlerimizde bu konuda mevcut çabalara çaba ekleyip gelenekler, görenekler, normlar, yasalar anayasalar hazırlayıp nasıl ve kime aşık olmamız gerektiğini tarif ederler. Ve bu tarifleri soluklamamızı yoksa mutsuz olacağımızı ezberletirler. Çünkü “aşk” öyle olunup bitecek bir kavram değildir yalnızca. Aşık olduktan sonra, aşık olanların yapması gereken bir sürü gelenek, görenek ve yasa gereği işler vardır.

Aşık olduktan sonra yasalara uygun olarak evlenmelisinizdir mesela. Sonrada tariflere ve yasalara uygun bir aşkı sürdürmelisinizdir. Aksi halde fena halde canınız yanar. Hatta içerisinde yaşadığınız toplumun “pırasa kabuğu “ kalabalığından atılır, dışlanırsınız. Tüm bu yaptırımlardan akıllanmazda, bildiğiniz aşkı yaşamaya kalkarsanız başınıza gelecekler vardır daha.

Aşk ve sonuçlarına dair yasalar devreye girer cezalandırılırsınız. Zindanlarda çürüme ihtimali bile vardır sonuç da.

Ezberlenmiş ve tarif edilmiş aşkları yaşayanlarımız için sorun çıkmaz mı? Çıkar tabi ki. Ama onların işi göreceli olarak daha kolaydır. Arap saçına dönmüş bir hayatın kurallarını kabul etmiş ve daha da beteri alışkanı olarak onlar, eğer tarif edilen aşkları tercih edip içlerine sindiremezlerse pek fazla sorun yaşamazlar.

Toplum bu sindirmezlik durumuna göre tariflerde hazırlamıştır onlar için. Nasıl boşanacaklar, mallar ve çocuklar nasıl paylaşılacak, sonraki aşklarını nasıl yaşayacaklar vs.

Gerçi tarifi edilmiş aşk ilişkisinin olumsuz sonuçlanmasın da, “dul bir kadının” başına gelebileceklere göre önlemler alınamamış da olsa, idare eder bir düzenleme vardır toplumsal çözümlerimiz de.

Ama gene de, tarifli aşk ilişkisini deneyenler için sindiremedikleri aşklarını nasıl kusacaklarını, sonra ne yapacaklarını, eğer hala aşık olma istekleri varsa, kimlere nasıl aşık olacaklarını geleneksel, göreneksel ve yasalar çerçevesinde düzenlemiş, önceden hazırlamış ve hizmetlerine sunmuştur toplumumuz.

Onlarda bu kurallara uyar kolayca yeniden aşık olabilirler tabi ki. Tüm dünyada bir aradacılığı sistemleştirmiş, abartmış hatta cılkını, çıkarmış toplumlarda üç aşağı, beş yukarı durum ve sonuçlar aynıdır.

Sonuç olarak, "aşkı" ilk icat eden atamızın, bu eyleminden binlerce yıl sonra "aşka dair" eylem nedeni ve sonuçları inanılmaz şekilde değişmiştir.

Bu yüzdende, ciddi sorunlarda yok değildir. Sözgelimi tariflerin dışına çıkarda kendi bildiğiniz bir aşkı yaşarsanız, ezberletilenlere uymazsanız vay halinize. Hele ki gelişmemiş yada gelişmekte olan bir ülkede yaşıyorsanız. Hele ki kadınsanız “uff size”.

Öncelikle en yakınlarınızın türlü psikolojik işkence usullerine maruz kalırsınız. Eğer bunu savuşturabilecek bileğe ve yüreğe sahipseniz, diğerleriyle savaşmanız gerekecektir. Bunu başarsanız da, içlerinde en yakınlarınız dahil, komşularınızın, arkadaşlarınızın, dost bildiklerinizin ve dahi eğer şikayetçi olan varsa devletin, hükümetin, hakimlerin, savcıların, polislerin ve jandarmanın tazyikine maruz olacaksınız.

” Haber değeri olan” bir aşk yaşarsanız medyamız da bu sarsılmaz gücün yanında olacaktır.

Şeriat yasalarıyla yönetilen bir ülkenin kadınıysanız bunlar hafif kalır. Yada kendisini medeni bir ülke kılıfı içerisinde zanneden bir devletin aşiretlerinden birinde yaşıyorsanız ve kadınsanız bir şekilde aile meclisinin infazıyla aşkınıza ve soluğunuza veda edersiniz.

Yok siz gene de “kardelen inadıyla” bunlarla baş edip, “ içimden gelen aşkı yaşarım” diyorsanız dağ başlarında bir yer bulun kendinize. Ya aşkınızla bir başına yaşamanın yollarını bulacaksınız, yada bilinen “en eski meslekle” hayatınızı kazanacaksınız demektir. Çünkü kendi bildiği aşkı yaşayanların aşkları biterse ve iyice yalnız kalırlarsa, üstelik kadınlarsa başka bir iş yapma şansları kalmayacaktır.

Eğer kadınsanız, bizim ve bizim ki gibi ülkeleri soluklayan toplumun tarifi aşkları yaşamış olsanız da, başaramadığınızda aynı sonuçlar sizi de bekliyor olabilir. Tariflere göre evlilikle sonuçlandırdığınız aşkınız, çoğunlukla tariflere göre mutlu sonuçlanmayacaktır her zaman.

Hatta başarı yüzdesi de gittikçe düşmektedir. Sonuçta ayrılacaksınız ve “dul bir kadın “ olacaksınız.

Diyelim ki çalışıyorsunuz. Daha dulluğunuzun ilk günlerinde çalışma arkadaşlarınızın, komşularınızın, "yakın dostlarım" diye sevdiklerinizin hatta hısım akrabınızın, size karşı davranışlarının değiştiğini şaşkınlıkla fark edeceksiniz. Çünkü bunların içerisinde erkek olanlar için siz artık "potansiyel bir seks partneri adayısınız". Çevrenizde ki kadınlar ise sizi başı boş kalmış "potansiyel bir koca ayartıcısı" olarak göreceklerdir. Ve siz daha farkettiğiniz bu davranışları çözemeden, şaşkınlığınızı üzerinizden atamadan başka hamleler gelecektir.

İlk önce ve en kısa zamanda, çalıştığınız ortamın en yetkili ve de etkili erkek amirinin tacizleri başlayacaktır. Ve gelişmeler o denli hızlı olacaktır ki, ya tariflere uygun yeni bir aşk tesis edecek kendinizi kurtaracaksınız yada işinizden olacaksınızdır. Eğer çalışmıyorsanız ve yasaların sizi koruma olanağından faydalanıyor ve hatırı sayılır bir nafaka alıp ev kadınlığınızı sürdürüyor olsanız da fark etmeyecektir. Aynı işleyiş konu komşu, bakkal, kasap, hısım akraba arasında sorun olarak çıkacaktır karşınıza.

Bu konuda, toplumun tarifleri ve dayatıları dışına çıkma yüreğinde olan yada olabilecekler içinse, sonuçlar daha vahimdir söyleyeyim. Onlar toplumun tariflerine uymayan aşklarının daha tadını çıkaramadan, yazdıkları şiirleri okuyamadan, birbirlerine verdikleri papatyaları kitap arasında kurutamadan, başlarına gelen ve ardı arkası kesilmeyen felaketlerin üstesinden gelme işiyle uğraşmakdan yorgun düşen aşklarını bir yana bırakıp, "nalet" olsun diyecekler.

Ben bu aşk konusunda sorun yaşamayan tek insanın, “icatçısı atamız” olduğu kanısındayım. Ondan sonra her insanın aşkı sorunlu yaşadığından eminim.

Eğer insansanız sorunsuz aşk yaşayamazsınız. Çünkü insanlar sadece aşklarını değil, soluk alma eylemlerinin dışında her şeyi kurallar silsilesi halinde yapmayı öğrenip ezberlediler. Ne denli zor ve karışıkta olsa, aşk kavramına binlerce tanım ve tarif buldular. Bu yüzden de aşkı yaşamayı bir türlü beceremeyecekler.

Eh bu kadar ahkamın sonunda bende zengin aşk literatürümüze bir küçük tarif ekleme hakkını kazanmış olmalıyım diye düşündüm şimdi.

Aşk sevginin, kuralsız ve koşulsuz çarpan yüreğidir

Ve bu yüzden aşkı, sadece yüreği yetenler soluklayabilir.

 
Toplam blog
: 26
: 881
Kayıt tarihi
: 07.07.06
 
 

Basın Yayın Yüksek Okulu mezunuyum. Adalar'da yaşıyorum. ..