Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Kasım '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Nasıl bitecek bu kış

Bu resmin sizde olduğu aklımın ucundan geçmezdi... Çocukluk fotoğrafların vardır ya hani... Hiçbirisinde tek başına değilsindir, bir bakıma film karesi kadar değerinin olmadığı zamanlar... Kalabalığın içine ‘Sen de gel bari’ diye çağırılıp bir köşede süzgünce önüne bakarken çekilmiş fotoğrafların...’

‘Bazen ‘Yan tabure sarhoşları’ gibi konuşuyorsun, ilginç gibi, farklı gibi ama sonuçta sanık durumunda olan sen oluyorsun... Bir çeşit mutsuzluk hastalığı seninki’

‘Yani abarttığımı düşünüyor olabilirsin ama bedelsiz bir bedenden bahsediyorum, bedelsiz bir yüz, el- kol- bacak yani; tek başına bir fotoğraf karesini hak etmeyen bir beden’

‘Eller bedelsiz olabilir ama dokunuşlar...’

‘...Ve yumruklar bedelsiz değildir’

‘Aman be ablam, bırak bunları artık. İyisi mi ben sana tuzlu bi ayran yapayım da iç bari’

‘Sağ ol Nurten ablacım, bu iyi fikir’

‘E Süha eniştem kızını evlendiriyor mu bu sene? Vallaha üzülüyorum; şöyle güzel bi düğün görmeden yazı bitirdik’

‘Hepiniz toplanıp adama üzüntünüzü bildirin işte. Ne anlıyorsanız düğünden falan. Hem üzülecek birisi varsa o da adamın kendisi, varı yoğu - tek evladı bir tane kızı, o da evden gidecek. Biliyor musun eniştem bazen gece yarısı tahminim çilingir sofrasında falan telefon açar bana ‘bu sülaledeki en sevdiğim adam sensin’ der kapatır’

‘Allah allah, o niye be?’

‘Sırlar var aramızda, eniştemin tesadüfen gördüğüm zamparalıkları, kumarı falan, ödü kopuyor halama söyleyeceğim diye’

‘Canım onları bilmeyen yok ki... Gerçi ben görsem söylerdim’

‘Niye gireceksin ki o delilerin arasına, neyse Nurten abla kalkayım ben... sen bana para verecekmişsin herhalde’

‘vereyim mi?’

‘Canım sıkıştırma işte beni, Mehmet amcam aradı köyden devlet toprak mı ne almış bana da üç kuruş hak düşmüş gibisinden bir şeyler anlattı’

‘Doğru duymuşsun, dedemin tarlalarından birisinin toprağı kullanılıyor, baraj yapılacakmış işte, senin hakkına bu düşüyor’

‘Ehe ehe...İyi de parayı niye mendile sardın...’

‘Yok ablam köyden öyle geldi para, açıp bakmadım ben de, neyse ‘ölüm hak miras helal’ demişler al güle güle harca...?’

‘Teşekkür ederim ablacım. Koyup giden sağ olsun ne diyelim... Eee Nurten Abla seni ne zaman evlendiriyoruz. Ne oldu senin o eleman sağlıkçı mıydı? gelmedi mi daha seni istemeye’

‘Parayı aldın şımardın bakıyorum, ablaya öyle şey sorulmaz’

‘Yaramdan değil sorandan demişler’

‘Sen kendine bi çorba yapan bul önce, sonra bana akıl verirsin’

‘Nesi var sokaktaki çorbacıların mis gibi yapıyorlar işte’

‘Aman be oky...Hayırlısı olsun’

‘Haklısın ablacım hayırlısı ne ise o olsun’

...

Eve geldim sıcaktı hala hava, bir tane az haşlanmış pul biberli yumurta attım ağzıma, alelade bir şeyler giyinip işe gittim, dün gece işin çok yoğun olduğu zamanlarda garsonlardan birinin kalbini kırmıştım. Çocuğa Galatasaray amblemli çelik bir çakmak hediye ettim, sonra barışıp sarıldık birbirimize ve çalışmaya devam ettik.

‘Ne içersin Okan abey?’

‘Şekersiz elma çayı’

‘... ? ’

2) Erken uyandım ertesi sabah. Yıllar öncesinin serin, neşeli ve tebessümlü uyanışlarından birisiydi. Sokaktan çocukluk arkadaşlarımın ‘hadi gari voyn’ diye çınlayan seslerini duyacağımı sandım hatta. Mutfağa giderken karşıma çıkan aynayla birbirimize gülümsedik.
Çok iyi olamazdı her şey, buna hazırdım, sürprizler beklemiyordum. ‘Tanrım bana acı verme’ diye dua etmek yerine -illaki dua edilecekse- ‘Tanrım bana acılara dayanma gücü ver’ demek daha insaflıcadır.

Çayı demledim, aşağı inip gazeteleri aldım.

...

Herkes gibi benim de kafamda fikirler, ideolojiler, uğraştığım meslek koluna ve yetiştirilme tarzıma, yaşam şeklime bağlı politik bir duruşum vardı.

Bazı gazeteler kafamdakileri biliyor ve beni küstürmemeye, kızdırmamaya çalışıyordu, bazı gazeteler ise kafamdakilerin yanı sıra bana yol gösteren yeni faydalı şeyler öğretiyorlardı. Bazıları aptal yerine koyuyor ve gerçekten ilgilenmem, görmem gerekenleri benden saklamaya çalışıyor bazıları ise benim gibilerle sadece kavga ediyordu.

İnsan olarak uysaldım ama siyaseten ılımlı değildim.

Sonra gitar dersi verdiğim çocukla babası geldiler, hiçbir zaman çayı tek kişilik demlemezdim babası teklifimi geri çevirmedi ve ‘biraz vaktim var’ diyerek çay içmeyi kabul etti.

Adam iyi bir çay tiryakisi ve ağırlaması zevkli bir konuktu. Bütün ikramlarımı güler yüzlülükle kabul etti, birbirimize sorular sorup espriler yaptık sonra gitti, çocukla salondaki masanın etrafına konuşlandık.

Tın tın...

Dımbır dımbır...

Parmaklarıyla gitarı tekmeleyebiliyordu eleman. Önce hiç ses çıkarmamasını, sonra kısık sesle çalmasını, sonra dilediği zaman sesi yükseltmesini ve zamanı geldiğinde de gitarı bir kenara fırlatıp kızların ilgisini çekmek için arabalara yönelmesini öğrenecekti.

‘Oluyor mu Okan abi?’

‘Olmaması için bir sebep yok’

‘Ben de senin gibi barlarda çalabilecek miyim?’

‘Barda değil evde çalacaksın, baban senin hukukçu olmanı istiyor’

‘Bende Avukat olmak istiyorum ama öğrenciliğimde çalarım’

...

Akşam Antalya dışından tatile gelen bir fotoğraf sanatçıları derneğinin -onlar kendilerine dernek değil birlik diyorlardı- kaynaşma yemeğinde müzik yapacaktık.

İğrençti ortam...

Üç- dört tane kültür motoru ve onlara yaranmak için birbirini yiyen on beş yirmi tane insan.

İçildi ve kaynaşmaya çalıştılar. Böyle toplantılardan onlara sadece bir sonraki toplantılarında konuşabilecekleri yeni dedikodular kalırdı.

Birlik –beraberlik- başkanı bizi yanlarına çağırdı sonra ve uzayda da hayat olduğundan, güçler birliğinden falan bahsetti.

Biliyorduk uzayda hayat olabilirdi.

Bilmediğimiz Dünya’da olup olmadığıydı.

Garson geldi yanımıza

‘Ne içersin Okan abey?’

‘Şekersiz elma çayı’

‘... ? ’

Kupkuru .oktan bi Kasım ayının, nikriz makamında sıradan bi günüydü işte.

Eve gelip bunları yazdım ve yattım...

Daha ilginç bir fikir gelmedi aklıma...

Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..