Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ocak '10

 
Kategori
İlişkiler
 

Nasıl Görmek İstiyorsanız O Şekilde Bırakınız

Nasıl Görmek İstiyorsanız O Şekilde Bırakınız
 

‘Hayata dokunmak’ diye bir tabir vardır ya; çoğu zaman teğet geçiyor, zaman zaman ıskalıyor; kiminde de hiç önemsemiyoruz. Bu nedenle de sayısız açılmış hesap ve her hesabın kendine göre devam eden (kısır) döngüsü (bir başka ifade biçimiyle de karması) var. Tamamlamadan, arkasını düşünmeden, hesap etmeden sürekli eylem içindeyiz.

“Yaşarken hesap mı yapalım?”

Kuşkusuz vurgumuzu bu bahsin içinde oluşturmuyoruz. Koşulsuz ve bir nehir gibi akarak yaşamak bizim için her şeyden önemli. Birçoğumuzun koşulsuz olamadığı bir hayatın içinde olduğunu da biliyoruz. Üstelik her birimizin ayrı ayrı şartları var. Bu şartlar her adımda diğeriyle çatışıyor, geriye savaş sonu görüntüleri kalıyor.

Doğa öğreticidir, ilham kaynağıdır, yol göstericidir. Ancak sosyal yaşamın, insanın doğa yasalarından çok farklı bir varoluş olduğu da bir gerçek. Nehrin akışının yatağına temas ettiği yüzeyle olan ilişkisinden söz etmeye çalışıyorum, beraberinde götürdükleri, gelip geçtiği yerde yaptığı değişikliklerden.

Girişte yazmış olduğum cümleyi nerede okuruz genellikle?

Tuvalet kapılarının hemen arkasına yapıştırılmış bir şekildedir. Toplu yaşamın getirdiği bir zorunluluktur. Herkes ıslak hacim olarak geçen tuvalet-banyosunu evinin en temiz köşesi olarak korumaya itina gösterir. Tuvalet en mahrem yerdir. Mahremiyetimizle örülmüş bir ruha sahiptir. Bir başkasının gelip o kutsallığı kirletmesine asla tahammül edemeyiz. Ancak bir gerçek daha vardır o da bir başkasının mahremiyetine, kutsallığına, tuvaletine karşı bir o kadar acımasız ve vurdumduymaz tavrımızdır. Geride ne bırakıyor olduğumuzu bilmeden kapıyı çekip çıkarız o hacimden.

İşte bu nedenle herkesin kullandığı ortak tuvaletlerin kapısına, aynasına, görülür bir yerlerine mutlaka yapıştırılır o cümle.

Demek ki, gerçekten çekip gidiyoruz. Kaçarcasına akıyoruz.

Birçok insanın hayatına girip, onların bütün kutsallığını yok ederek ya da en azından zarar vererek çıkıp gittiğimiz gibi.

Bir süre sonra o insana ihtiyacımız olduğu ve onun kapısından içeri girdiğimizde bazen toplu kullanımdaki bir tuvaletin kirli görüntüsüne bakarken hissettiğimiz duyguyu uyandırır şekilde buluruz. Onu o hale nasıl getirdiğimizi kapı çarparken hemen unutmuşuzdur. Bir de mazeretimiz vardır ya; “hafıza-i beşer nisyan ile malûldür” nihayetinde, tonla eleştirilecek şey bulur zihnimiz hemen orada.

Oh!”

Çağımızın bireyi rüştünü ancak bir başkasının varlığının, özgürlüğünün, kutsallığının, ruhunun üzerinde ispat etmeyi adam olmak gibi algılıyor. Sağlıklı, kişilikli duruş tarzının bu olduğu anlaşılsın isteniyor.

Böyle bireylikten, bencillikle donanmış; sadece kendi çıkarını düşünen, yararcı felsefeye inanmış, özgürlükler(!) aşığı, bu nedenle kendine “çok liberal etiketi” yapıştırarak ayakta tek başına duran evrim görmüş yeni insan doğmuş oluyor.

Ama bir türlü tatmin olmayan, huzursuz, mutsuz, sığ varoluşuyla bile eksiklik duygusu yaşayan, bu duygusuyla da etrafındaki herkesi sömüren “yeni insan” akış gösterdiği dere yatağını sürekli kirletiyor, peşi sıra gelenlerin yaşayamayacağı bir ortamın varoluşuna neden oluyor.

***

Ve en kahredici olanı da aşklarda yaşanılanı…

İnsanların hayatlarına sürekli bir yanlış olarak girip, o hayatları alt üst ederek, arkasını düşünmeksizin yaşama alışkanlığı.

Bir daha aynı şekilde bulamayacağımız şekilde kırdığımız “kutsal” kalpler.

Temiz tutalım yüreğimizin derinliğinde yatan o saf ruhu ve yine temiz tutalım yüreğini çalarak içine girdiğimiz her sevgiyi, bir sonraki zamanda nasıl görmek istiyorsak öyle yanmasını sağlayarak bırakalım o şuleyi, söndürmeden, üzerine su dökmeden…

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..