Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mayıs '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Nazi Kampına vicdan yolculuğu / Polonya M.O.L

Nazi Kampına vicdan yolculuğu / Polonya M.O.L
 

Elzi Kalma;
Kadim dostum derler ya... Rehberlikten meslektaşım, aile dostum, mutluluk reçetelerimin sahibi, yaşam koçum, hayat fenerim, kötü günde yanımda, iyi günde arkamda, beynimin yarısı, hayallerimin aynası, anaların anası, elit zevklerin gurusu, bilge insan, profesyonel gezgin, şirketimiz Baracudatour kurucu ortağım Elzi Kalma...

Bana bugün aşağıdaki mail ve ekdeki yazısını yollamış. O dostları ile ben de sizlerle paylaşmak istedim bu yazıyı.

Gerek Avusturya, Macaristan gerekse Çek Cumhuriyeti'nde "toplama kampları"nı ziyaret ettim. Ancak bu yerleri hep; bir resim, bir film platosu gibi seyrettim. Rehberlik dönemlerinde de turistleri gezdirirken sanki truva savaşını anlatır ruh haliyle orada gelişen olayları anlattım. Her seferinde kanım dondu. Bunları yapanlar insansa insanlığa, faşizme lanet ettim ama hiç bu yazıyı okurken ki gibi damarlarımdan vurulmadım, içim acımadı, hıçkırmadım.

Oysa ben Avusturya'da 8 sene yaşadım. Benzeri hisleri;

    Taksi ehliyeti kursundaki Avusturyalıların tek yabancı olarak beni dışlarlarken, yaşlı bir Avusturyalının "sen sünnetlimisin?" dediğini, evet dediğimde ise sağ işaret parmağını boğazına götürerek "khıııhk" sesi çıkardığında, "kara kafa" olduğumdan taksi sırası bende olduğu halde her 2 Avusturyalı'dan birinin arka sıradaki Avusturyalı şoföre yönelirken, doktora yaptığım üniversitede çalıştırdığım, kopya verdiğim Avusturyalının bile derslerini verdiğini, benim ise 8 senede doktoramı neden bitiremediğimi hatırlarken, bir bakışıma tav olan genç kızın Türküm dediğimde nasıl "uzadığını" izlerken yaşadım.

Ama yine hiç birşey beni Elzi'nin anlattıkları kadar etkilemedi. Babamın kaybından bu yana hiç bu kadar ağlamadım.

Oysa bu ırk, tüm güzellikleri ve refahı hakketti. Sanatın her biriminde, bilimin her dalında bu ırk insanlığa ışık tuttu. Saldırılmadıkça da kimseye saldırmadı.

Sevgili Elzi;

Sanırım sen de ırkınla gurur duyuyorsun. Bunu da hakkediyorsun. Baksana bana. Ben bile senin yazına kadar olayları film, olayların geçtiği yerleri, kampları film platosu saydım. Bu konuda kimden özür dileyeceğimi, kime kızacağımı da bilmiyorum.

Lütfen bana bu yazını kendi sayfamda paylaşmama müsade et.

Seni artık daha başka seviyorum.
arkadaşın cem..

Sevgili Arkadaşlarım ,
Bildiğiniz gibi bu yıl çok uzun zamandır yapmak istediğim Polonya/M.O.L ziyaretini gerçekleştirdim.
Döner dönmez çok yoğun hislerle yazdığım yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.
Herkese sevinç ve sevgi diliyorum.
Görüşmek üzere
Elzi

resimler için tıklayınız http://picasaweb.google.com/baracudacem/PolonyaMOL

ViCDAN YOLCULUĞU

Yıllardır bildiğimi, hatta kendimi çokça eğittiğimi, üzerinde epeyce kafa yorduğumu yeterli yayın ve kitap okuduğumu sandığım Yahudi soykırımı konusunu, yerinde de yaşama, inceleme ve daha da derinden hissedebilme isteği bir vicdan borcuydu benim için uzun yıllardır…
Soykırımı bilmeden büyümüştüm ta ki Holocaust/Soykırım filmini izleyene dek…
Neredeyse 15 yaşındaydım…
Kulüplerimizden birinde seyrettirilen ve gerçek belgesel sahnelerle dolu olan bu film beni çok derinden etkilemiş ve hayatımın olgunlaşma yolundaki dönüm noktalarından biri olmuştu. Akabinde sormaya, araştırmaya ve okumaya başladım.
Okuldan bu konuda bilgi edinmem imkânsızdı zira Türkiye 2ci dünya savaşına katılmadığından
Yurtdışı okulların lise kitaplarından bilgi edinmekle tüm dünyanın yönünü değiştirip bu günkü kaderine kitleyen, sanata, müziğe, modaya, mimariye, özgürlük bilincine, demokrasiye, diğer rejimlere, insan ve işçi haklarına, ayrımcılığa, azınlık ideolojilerine, ırkçılıkla mücadeleye damgasını vuran bu savaşa tarih kitaplarımızda sadece 2 sayfa yer verilmişti (sanırım hala da öyle)…
Ailem ise, kendilerince beni şiddet ve korkudan korumak, dünyaya önyargılı yaklaşmamı önlemek, düşmanlık kin ve nefret duygularından uzak tutmak, masumiyetimi yitirmeden yetiştirmek istemişler…başlayan bu buruk yolculuk hiç bitmedi.

Nasıl bitebilirdi ki?

Okuduğum her kitapta, izlediğim her belgeselde, bilincime ve zihnime eklediğim her bilgi ve detayda hele hele tanışma şerefine kavuştuğum her survivor’da derinleşen bir sorumluluk hissi ve çığ gibi büyüyen bir soru denizi ile karşı karşıya kalıyordum.

Cevap Polonya daydı ya da en azından ben öyle hissediyordum.

Orta Avrupa’da Yahudiliğin merkezi haline gelen, savaştan önce 3 milyon Yahudi’yi misafir etmiş sonrasında bir o kadarına mezar olmuş Polonya’ya gitmeliydim. Varşova gettosunu Auschwitz’i Birkenau’yu Majdanek’i ve diğer kampları ziyaret etmeli, bu insanlık tarihinin şahit olduğu en kalabalık mezar şehrinde tanımadığım milyonlarca insanım için ağlayabilmeliydim…
Nihayet Nisan 2008 de March Of Living’e katılmak üzere yola çıktım.
Yüz binlerce insanı yürürlerken yitirdiğimiz (death march)ölüm rampasında yürümek nasıl bir duyguydu?
Dünyanın dört bir yanından tek bir amaç için gelen binlerce insanın, tek yürek olmuş, hafızaları tek konuya kitlenmiş, saygı ve sevgi çıtaları nerdeyse eşitlenmiş,10 metre genişliğinde bir yolda birbirine çarpmadan, itişmeden, yürüyebilen bir kalabalığın mensubu olmak nasıl bir şeydi?

İşte bu soruların cevaplarını Hayata karışmadan, araya bir şeyler girmeden, zamana akıp gitmeden, unutulmaya yüz tutmadan, çok anlatıp eksiltmeden kısaca en sahici anında anlatmalıyım.
Anlatabilecek miyim?
Kavramların ve kelimelerin gücü yeterli olacak mı?
Hayalet şehir Auschwitz…
Aklın, mantığın, öğrenilenlerin, tabu ve geleneklerin, sağduyunun, sezgilerin, içgörünün, tahmin edebilme yetisinin bittiği; karanlığın, tarif edilemez acı ve yoksunlukların insanlık tarihindeki en benzersiz toplu ve planlı katliamının gerçekleştirildiği yer…
Tahammülün, umutsuzluğun, aşağılanmanın ne demek olduğunu,
Maddi manevi fiziksel anlamda yok edilmenin acısını,
İşkence ve öldürmenin sanayi haline gelişini görmenin dehşetini,
İnsanoğlunun içinde gizlenen zulüm ve gaddarlığın şiddetin sınırsızlığının farkına varmanın korkusunu iliklerinize değin hissettiğiniz…
Mezar taşlarının yol yapıldığı,
İnsan saçından kumaş dokunduğu,
İnsan derisinden abajur yapıldığı,
İnsan yağından sabun üretildiği,
Daha önce insanlar üzerinde uygulanmamış her türlü deney ve ameliyatın anestezisiz uygulandığı,
Günde 100 kalori gıda alındığı,

Çocukların annelerinden,
Etin tırnaktan,
Umudun hafızadan,
Onurun ruhtan,
İnsanlığın yaşamdan,
AYRILDIĞI
Merhametin işkenceyle
İnsafın zulümle,
Barışın ölümle,
Adaletin haksızlıkla
Aklın cinnetle
Tanrının şeytanla
YER DEĞİŞTİĞİ Auschwitz…

80 bin ayakkabının ne kadar yer tuttuğunu,
15 bin kadından kesilen saçların kapladığı alanın büyüklüğünü,
18 bin insanın küllerinin nasıl bir dağ kitlesi oluşturduğunu kendi gözlerinizle görünce hep bildiğinizi sandığınız (final solution of the Jewish question) ideolojisine kurban edilen 6. 000. 000 (6 milyon) Yahudi’nin istatistiksel bir bilginin ya da bilinen bir rakamın çok ötesinde olduğunu kavrama anı!
Bu 6 milyon sanatçının, doktorun, bilim adamının, müzisyenin, yazarın, ressamın, babanın, annenin, çocuğun, kardeşin bu gün eğer yaşasalardı 35–40 milyon olabileceklerini ve böylesine donanımlı bir neslin dünyaya nasıl bir etki yapacağını çok derinden üzülerek ve şaşkınlıkla algılama anı!

Kurtulanların öykülerini dinlerken kanınızın çekildiği gözyaşlarınızın boğazınızda düğümlendiği ve onların sükûneti ve kin ve nefretten uzak erdemli halleri karsısında kendimizi küçücük ve aciz hissettiğimiz yeni bir farkındalık boyutuna giriş…
Yaşadığımız için, üstelik anne babamızı tanıdığımız için bir tarafımızın utandığı,
Böylesine şanslı doğmak için hiçbir çaba harcamadığımızın yanı sıra bulunduğumuz durumlardan kimi zaman şikâyet edebilecek kadar insafsız olduğumuzu anlamanın pişmanlığı…

Tüm bu insanlık dışı süreçten kurtulduğumuzda bile gidebilecek bir yerimizin olmadığı, ailemizden tek bir ferdin bile canlı kalamayabildiği, hiçbir ülkenin bize ve haklarımıza sahip çıkmadığı ve ISRAEL’İN resmi olarak henüz var bile olmadığı bir dünyada tek başımıza da olsa hayatta kalma ihtimalinin şans olarak sayıldığı bir dönemde yaşamanın ne demek olabileceğini anlayamamanın dehşeti…
Çok çarpıcı izlenimler bunlar, duyguların evrimleştiği bilgilerin olgunlaştığı, bizi kendimizle baş başa hesaplaşırken bulduğumuz anlar,
Bize bundan sonra hiçbir duygu olgu ve algımızın aynı olmayacağını ya da olmaması gerektiğini öğreten izlenimler. Üşüyorum
Piştim
Açım
Burası çok sıcak
Yatak çok sert
Dondum
Yoruldum
Sıkıldım
Özledim
Gibi günlük yaşamımızda çok kolaylıkla sarf edebildiğimiz kelime ve kavramlar elbette ki ağzımızdan yine çıkacak ama eminim hemen ardından çok buruk bir tad bırakarak…
Acılarını güce dönüştüren, yükselmek için eğilmek, bütünleşmek için parçalanmak gerektiğini öğrenen onurlu survivorların karşısında eğilirken,
Hiçlik ve yoksunluğun en bilinmeyen alt sınırında hayatını kaybetmiş insanlarımı rahmetle anıyorum.
Ve diyorum ki soyunun, dininin ve en önemlisi bir insan olarak var oluşunun bilincinde olup bunun sorumluluğunu taşımak zorunda hisseden herkes bu yolculuğu yapmalı adına vicdan yolculuğu dediğim MOL yolculuğunu.

Bu yolculuk yaşamımda çıktığım en uç iç yolculuğumdu içimde değdiğim yer daha önce ulaşmamış olduğum derinlikteydi…
Buna sebep olan herkese her şeye ve evrene minnettarım…
Büyümenin yaşı yok ben büyüdüm…

NEVER AGAIN
Elzi Kalma M.O. L 2008

 
Toplam blog
: 305
: 4038
Kayıt tarihi
: 23.01.07
 
 

Kayseri doğumlu, 1977'den beri Sektörde (Otel, Çarşı, Yurtdışı Acente, Profesyonel Turist Rehberi..