Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Haziran '12

 
Kategori
Etkinlikler / Festivaller
 

Nazım Hikmet üstüne

Nazım Hikmet üstüne
 

  "  Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani, alıp götürün
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.
  "

                      Nazım Hikmet RAN

            Medyadan edindiğim bilgilere göre; şiirimizin evrensel adı  Nâzım Hikmet, ölümünün 49.yılı olan 03 Haziran 2012 günü, yaşama  gözlerini yumduğu Moskova’da anıldı.

            Türk-Rus İşadamları Derneği'nin (RTİB) organize ettiği anma törenine Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi Aydın Sezgin, RTİB Başkanı Ali Galip Savaşır, oyuncu ve türkücü Yavuz Bingöl, tiyatro sanatçıları Selçuk Yöntem, Ahmet Taylan ve Moskova'daki kimi Türk vatandaşları katıldı.

           Büyükelçi Sezgin tören sırasında yaptığı konuşmada; hakkında 100'den fazla kitap yazılan dünyaca ünlü şair Nazım Hikmet ile ilgili yeni bir söz söylemenin son derece zor olduğunu belirterek, “Nazım'ın uğradığı haksızlığı, cezaevlerinde yaşadığı mutsuzlukları, aşkları, insan sevdası, Türk halkına olan tutkusu, yurtseverliği, özlemleri, barışa ve kardeşliğe olan inancını ayrıntılarıyla biliyoruz.” dedi.

           Nazım Hikmet'e hak etmediği bir kader yaşatıldığını kaydeden Sezgin, “Yakın tarihimiz ona hak etmediği bir kederli kader yaşattı ve ülkesine hasret içinde öldü.” diye konuştu.

           Nazım Himet'in çıkarıldığı vatandaşlığa 2009'da geri döndüğünü ifade eden Büyükelçi Sezgin, “Nazım Hikmet olgusunun bir erdemi de ona yaşatılanların bizleri, kendimizi de ve dünyadaki her noktayı sorgulamaya zorlamasıdır. O artık kurşun gibi ağırlığıyla görkemli bir simgedir.” dedi.

           Ünlü türkücü ve oyuncu Yavuz Bingöl de yaptığı konuşmada, “Dün akşam Nazım için türkü söyledim. Nazım bizim acımızdır, vicdanımızdır. Bedeniyle, ruhuyla sımsıcak yaptığı bu topraklarda ve kendisine vatan yaptığı bu ülkede kendisini andık.” diye konuştu.

            RTİB Başkanı Savaşır yaptığı konuşmada, Nazım'ın ölüm yıldönümünde anılmasının artık köklü bir gelenek haline geldiğini belirterek, “Nazım aşkın, umudun, vatanseverliğin simge şairi. Kendisini özlemle, sevgiyle anıyoruz.” dedi. Nazım ile ilgili kitap yayınladıklarını ve adına açılan kütüphaneye sponsor (destekleyici) olduklarını belirten Savaşır, Nazım Hikmet'in hayatının ve şiirlerinin Türkiye'deki  okullardaki der kitaplarının da müfredata (öğretim programı) alınmasını istedi.

           Sanatçı Selçuk Yöntem de Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı'nın mesajını okuduktan sonra Nazım Hikmet'in “Memleketimi Seviyorum.” adıl şiirini seslendirdi.

           Şair Ahmet Telli de yaptığı konuşmada, bir ülkenin kimliğinin yetiştirdiği sanatçılar ve bilim adamları olduğunu belirterek, “Muhalif her büyük sanatçının kaderi Nazım hikmet için de söz konusu olmuştur. Aslolan sanat için muhalefet olmaktır.” dedi.

            Konuşmaların ardından 4 küçük kız Nazım Hikmet'in mezarına karanfil bıraktıktan sonra Türkiye'den getirdikleri toprağı kabrin çevresine serptiler.

           Anma törenine kafes için de getirilen barışın ve özgürlüğün sembolü olan beyaz güvercinler, törene katılan sanatçılar ve Büyükelçi Sezgin tarafından havaya uçuruldu.

           Yavuz Bingöl de Nazım'ın mezarına karanfil bıraktıktan sonra kaval eşliğinde törene katılanlarla birlikte, “Yiğidim aslanım burda yatıyor.” şarkısını seslendirdi. 

.                                                                                          ***

                                                  Nazım ve Vera / Moskova’dan İstanbul’a

              Bilindiği gibi Nazım Hikmet, Moskova’da 3 Haziran 1963 günü yaşama gözlerini yumdu.    

Yıllar sonra Şehrime ulaşamadan bitirirken yolumu./ Nâzım ve Vera, Moskova’dan İstanbul’a… ” Sergisi, Ocak 2008’de İstanbul Yapı Kredi Kültür Merkezi Sermet Çifter Salonu'nda kimi özel eşyaları memleketinin insanları ile buluştu. O serginin açılışında ben de bulundum. Sergiyi oldukça kalabalık davetli topluluğu izledi. 

 Sergi açılışı için gelen, Nâzım'ın son eşi Vera Tulyakova'nın kızı tiyatro bilimci Prof. Anna Stepanova, kendisine yöneltilen soruları yanıtladı. Çevresinde kalabalıklar oluştu. İşte konuşması:

 " Tüm kalbimle söylüyorum; annemi ve Nâzım’ı birlikte buraya getirmiş olmanın bahtiyarlığını yaşıyorum. İkisi birden İstanbul'dalar, hem de ilk tanıştıkları günlerdeki genç halleriyle..."

 “Nasıl etmeli de ağlayabilmeli / farkına bile varmadan? / Nasıl etmeli de ağlayabilmeli / ayıpsız, / aşikâre, / yağmur misali?" diye yazar‘Ağlamak Meselesi’ Adlı şiirinde Nâzım Hikmet. ‘Nâzım ve Vera, Moskova'dan İstanbul'a’ sergisine adımınızı atar atmaz ayıpsız, aşikâre, yağmur misali ağlamak işten değil. Bugüne dek, kitapları ve fotoğrafları üzerinden ilişki kurduğunuz Nâzım'ın yarım asrı devirmiş ceketlerine, kravatlarına, pijamasına, şapkalarına, daktilosuna bakarken... ‘Şehrime ulaşmadan bitirirken yolumu / Bir gül bahçesinde dinlendim senin sayende’ dediği Vera'sının yine fotoğraflarından bildiğiniz gri mantosunun, kırmızı döpiyesinin sahicilerini şaşkınlıkla izlerken... Yerde açık duran, Nâzım'ın yolculuklarında kullandığı o koca valize hayret ederken... Sanki birazdan içeri girecek Nâzım, ‘Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı memleketimin şarkıları ve tütünleri gibi’ diyecek, köşedeki radyoyu açacak...

 Bütün o eşyaları, anlaşılabilir hüzünleriyle birlikte, Moskova'daki Pesçananya Sokak'ta Nâzım ile Vera'nın oturduğu evden getiren Vera'nın kızı Anna Stepanova, annesiyle Nâzım amcasının büyük aşklarını anlattı.

                                   Nâzım Hikmet'le tanıştığınız günü hatırlıyor musunuz?

Masanın önünde uzun boylu, iri yarı, çok güzel bir adam duruyordu. Bana doğru eğilip elimi öptü. Küçük bir Sovyet kızı için şoktu; ne olduğunu anlayamadım. O şaşkınlığımı, Nâzım'dan gelen güzel kokuyu, bir de kahverengi lekeleri olan yanağının yumuşaklığını hatırlıyorum.


Annenizle babanız boşanmış o sıralar. Yine de küçük bir kız çocuğu için annesini yabancı bir erkekle birlikte görmek... İçin için kızmış olabilir misiniz Nâzım'a?


Hayır. Zaten annemle babamın bir arada yaşadıkları dönemde de çok yoğun çalıştıkları için ben anneannemin yanında kalıyordum. Annemle babam bazen ayrı ayrı bazen birlikte beni ziyarete geliyorlardı. Boşanmalarını, annemin hayatına yeni birinin girmesini o süreçte çok yumuşak bir geçişle atlattım.

                                               O benim için Nâzım amcaydı, hep öyle kaldı

Baba gibi değilse de bir tür baba yarısı gibi hissettiniz mi Nâzım'ı?

Nâzım Hikmet benim için Nâzım amcaydı; hayatıma öyle girdi. Hep de öyle kaldı.

Birlikte zaman geçirir miydiniz?

Tatil günleri gidiyordum yanlarına. Evleri her zaman çok kalabalık olurdu. Anlayamadığım bir hareketlilik, ateşli konuşmalar... Ama o hayatın içinde benim de bir yerim vardı. Pek çok şeyi paylaştık. Nâzım ile birlikte annemin iktidarına karşı işbirliği içindeydik. ‘ Sana tonlarca dondurma alacağım Anuşka. Bütün dondurmalar senin.’ sözü aklımdadır hep.
Bir gün, birlikte bir yaramazlık yaptık. Bir torba ceviz koydu önümüze annem; ceza olarak bunları kırmamız gerektiğini söyledi. Yere oturup cevizleri kapı aralığına sokup kırdık Nâzım'la. Biz cezamızı bile böyle çekiyorduk

.                                        En küçüğümüz Nâzım'dı, en büyüğümüz de annem

                                         Onun ünlü bir şair olduğunu ne zaman fark ettiniz?

Ölümünden üç-dört yıl önceydi, ben Nâzım'la tanıştığımda. Sekiz yaşlarında olmalıyım. Ama daha onunla tanışmadan, çok önemli bir insan olduğunu biliyordum. Çünkü anneannem anlatmıştı. Evde sessiz olmamı,

Özellikle Nâzım amca çalışırken gürültü yapmamam gerektiğini sıkı sıkı tembih etmişti. Ama bu tembihlere uymak çok zordu. Çünkü üçümüz birlikteyken en küçüğümüz hep Nâzım oluyordu, en yaramazımız; beni sürekli haylazlık yapmaya teşvik ediyordu. Ben ondan birazcık daha büyüktüm. En büyüğümüz ise annemdi; kesin kuralları vardı.

                                                           Nasıl bir atmosferi vardı o evin?

Bu atmosferi ikiye ayırmak azım. İlk bölüm Nâzım'ın yaşadığı dönemdeki evin atmosferi… Çok canlı, neşeli, bol konuşmalı... Ama Nâzım Hikmet'in Sovyetler Birliği'ndeki konumunu da iyi anlamak lazım. Sovyet yönetimiyle aykırı düştüğü durumlar da oldu; bunun beraberinde getirdiği, üzüntüler, sıkıntılar, hayal kırıklıkları hep o evin duvarları arasında yaşandı. Eve pek çok insan toplanıp ateşli konuşmalar başladığında, bazen biri kalkar kocaman bir yastığı alıp telefonun üstüne kapatırdı. KGB telefonları dinlerdi çünkü. Bir dolu hayal kırıklığı, ideallerinin boşa çıktığını anladığı zamanlar oldu ama genelde mutlu bir evdi ve o mutluluğun kaynağı da Nâzım ile Vera'nın birbirlerine duyduğu aşktı.

Nâzım Hikmet, Vera'nın pilavlarına bayılırdı

Vera'nın yemekleri de önemli tabii...

 Annemin pilavına bayılırdı Nâzım. Törensel bir havada hazırlanır ve zevkle yenirdi o pilavlar. Nâzım'ın sevdiği Rus böreklerinden de sık sık yapardı annem. Ama yemek konusunda daha çok kavgaları hatırlıyorum. Nâzım tatlıyı çok seviyordu. Annem de sağlık açısından fazla yemesine karşıydı. Çünkü her defasında dozunu kaçırıyordu. Hep Nâzım'dan saklanan ama onun bir şekilde bulduğu tatlıları hatırlıyorum.

Nâzım öldükten sonra evin atmosferinde ne gibi değişiklikler meydana geldi?

Evin havası tamamen değişti çünkü annemin psikolojisi değişti. Nâzım'ın ölümünden sonraki ilk bir yıl hiç uyumadı. Geceler boyu oturup Nâzım ile kâğıt üzerinde sohbet ediyordu. Önümüzdeki ay, Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkacak ‘Bahtiyar Ol Nâzım’ kitabı da o kâğıt üzerindeki sohbetlerden oluştu. Annem, Nâzım'a yazarak akıl sağlığını koruduğunu söylerdi hep. İlk altı ay her gün mezarlığa gitti. Yaşamının sonuna kadar da Nâzım Hikmet'in kendisini orada beklediğine inandı. İnandığı bir başka şey de ölümünden sonra Nâzım'ın evde yaşamaya devam ettiğiydi. Adımlarını, ayak seslerini duyduğunu söylüyordu.

                                                               Niye böyle hissediyordu?

Nâzım ölmeden önce evin gizli köşelerine hediyeler saklamış. Bir gün annem bir kitap buluyor; Nâzım kitabı annemin 45. yaşı için imzalamış ve saklamış. Hâlbuki Nâzım öldüğünde annem 31 yaşındaydı. Bu hediyelerden daha sonra da çok sayıda çıktı. Hem sevindirdi hem çok yaraladı annemi. Annem bunları kitabında da anlatıyor.

                                         Bu kitap, ‘Bahtiyar Ol Nâzım’. Biraz anlatır mısınız?

Annemin, Nâzım'ın ölümünden sonra ona yazdığı defterlerden oluşuyor. İlk dönemlerde Sovyetler, bunların kitap olarak basılmasına ve Türkiye'ye gelmesine izin vermiyor. Çünkü kitabı okuduğunuz zaman da göreceksiniz, o mektuplarda Sovyetlerin o dönemiyle, yönetimiyle ilgili de bir dolu şey var. İzin çıktıktan sonra bunların küçük bir bölümü 1988'de Milliyet'te özetler halinde yayımlandı. Sonra da Cem Yayınevi'nden Ataol Behramoğlu'nun çevirisiyle ‘Nâzım'la Son Söyleşimiz’ adında kitap olarak çıktı.


Annem hayattayken defterlerini bana birçok kez gösterip onlar üzerinde çalışılması gerektiğini söyledi. Üzerinde düzeltmeler yapılmış birçok el yazısı vardı, eklenmiş notlar… Annemin ölümünden iki yıl önce bütün o notları bilgisayara geçirdim. Annem üzerlerinde çalışmayı hep erteledi. Sonra hastalandı ve bana ‘Bu kitabı sen yapacaksın’ dedi. İki sene kadar çalıştım bu kitap üzerinde. Kronolojik bir düzende yazıları sıraladım. Kitap hep annemin Nâzım ile konuşmaları şeklinde geçiyor. ‘Böyleydi Nâzım’, ‘Hatırlıyor musun Nâzım?’ üslubu içinde ama beraberinde belgeleri de vererek.


Kitabı Nâzım ile Vera'nın aşkı olarak da okuyabilirsiniz, Sovyetler Birliği'nde bir aydının, idealleri uğruna mücadele veren bir komünistin çektikleri ya da o zamanki entelektüel ve komünist çevrenin birbirleriyle ilişkileri olarak da.

Evli misiniz?

İki kez evlendim. Şimdi yalnız yaşıyorum. 23 yaşında bir kızım var.

Rus kadınları hâlâ Nâzım ile Piraye'nin aşkını kıskanır!

                          Nâzım ve Vera'nın aşkı, sizin ilişkilerinizi de etkiledi mi, bir rol model olarak?

Annem Nâzım'ın ölümünden sonra bir daha âşık olmadı. Çünkü Nâzım'ın yerini doldurmak mümkün değildi. Benim önümde de onların aşkı gibi öyle bir örnek vardı ki, etkilenmemek imkânsızdı. Onların yaşadığı gibi bir aşk yaşamayı hayal ederdim hep ama olmadı. Annem öyle bir aşk tarifi yapmıştı ki Nâzım ile ilişkisi üzerinden, ona ulaşmak hayaldi gerçekten de... Rus kadınları hâlâ, hayatta olmadıkları halde o ikisinin aşkını kıskanır, imrenerek hatırlar, düşünün.


                                                      Şu anda nerede yaşıyorsunuz?

Pesçananya Sokak'ta Nâzım ile Vera'nın oturduğu o evde yaşıyorum. Kaderim beni hep o eve geri gönderiyor. Evliliklerim sırasında farklı evlerde yaşadım. Boşandıktan sonra kendi evime yerleştim. Ama annem ölmeden iki yıl önce, hastalandığında yanına taşındım. Yani son dokuz yıldır aralıksız o evde yaşıyorum.

                                      Nâzım literatüründe Galina için yazılmış tek dize yoktur!

                                       O evi müze yapmak gibi bir düşünceniz olmadı mı hiç?

Şu an bir şey söylemek istemiyorum. Bu, üstünde çok ciddi düşünülmesi gereken bir konu...
Bir Dr. Galina efsanesinden söz edilir. Bir gün Nâzım sigara almak üzere Galina'nın yanından ayrılır, geri dönmez, Vera’ya gider...

Kitapta da göreceksiniz, annem ve Nâzım, İlya Ehrenburg'un evine gidiyorlar bir akşam. Nâzım hayatındaki kadınları anlatıyor Ehrenburg'a. Galina'nın adını geçirmiyor. Sigara almak için değilse de Galina'dan kaçıp kurtulmak için öyle söylediğini düşünebiliriz. Ama gitmeden önce kendisine doktor olarak da eşlik etmiş bir kadın, zorda kalmasın diye birlikte yaşadıkları evi, arabasını, eşyalarını ona bırakıyor. Ve ardından beş parasız halde, annemle birlikte yeni bir hayata başlıyor.

Dr. Galina'nın Pesçananya Sokak’taki eve Nâzım ile Vera şehir dışında olduğu sırada girip her şeyi götürdüğünü yazmışsınız katalogda. Bir de afiş asmış ‘Lanetle yaşayın!’ diye.

Evet. Annem bunu hep anlatırdı. Anlattığı bir başka şey de Piraye'ye duyduğu saygıdır. Annem, Nâzım'ın Münevver'e olan aşkını, ondan bir oğlu olduğunu her zaman anladı ve kabul etti. Ama hiçbir zaman Galina gibi bir kadının Nâzım'ın hayatında ne işi olduğunu anlayamadı. Son derece tatsız, birçok çirkinliği olan bir kadın olarak hatırladı hep Galina'yı.
Evde partinin demirbaşı olanlar dışında kalan eşyaları almakla kalmayıp, Nâzım'a ait birçok değerli eşyayı sattığını da duydum. Nâzım'ın 1953–1957 yılları arasındaki bloknotları, Brecht'ten gelen mektuplar, telefon defterleri, adres defterleri, Rusya Edebiyat ve Sanat Devlet Arşivi'nde. Bunları oraya annem vermediğine göre Galina'nın verdiği düşünülüyor. Başka kimsede olamaz çünkü.

Nasıl bir ilişkiydi yaşadıkları?

Nâzım Sovyetler'e geldiğinde hastaydı. Bu hasta şair misafirin yanına, bizim özel haber alma birimlerimiz, genç bir kadını tırnak içinde doktor sıfatıyla verdiler. Tüm Nâzım literatüründe Galina için yazılmış bir tek dize bulamazsınız.

                                     Nâzım sadakatte sizin deyiminizle sütten çıkmış ak kaşık gibidir

Bizde, özellikle kadın okurları arasında, Nâzım'a sadakat anlamında şüpheyle bakılır. Piraye'yi Münevver ile Münevver'i Dr. Galina ile sağlığıyla da yakından ilgilenen Galina’yı Vera’yla aldatmış şeklinde bir liste sıralanır... Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

-Ehrenburg ile yaptığı konuşmada Nâzım:’Benim karşısında suçlu olduğum tek kadın Piraye'dir.’ der. Münevver ile olan ilişkisinde ise Münevver tamamen kendi iradesiyle verdi kararını. Erkeklerin sadakatsizliğinde, kadınların rolüne bakarsak, Münevver'i de suçlamamız gerekiyor. Sonuçta Nâzım'a geldiğinde, hayatında bir başka kadın olduğunu biliyordu. Buna rağmen Nâzım ile olmaya kendi karar verdi. Münevver'i bırakıp Sovyetler'e giderken de kaçtığı Münevver değil, ölümdü aslında.

Tarih boyunca aldatan erkekleri Nâzım ile kıyaslayacak olursak, Nâzım Hikmet sizin deyiminizle sütten çıkmış ak kaşıktır. Çünkü o kadar zor ve çetrefilli bir hayatı vardı ki, bunu da göz önünde bulundurmak lazım.

                Mezarının Türkiye'ye getirilmesi için doğru zaman olmadığını düşünüyorum

Sergidekiler, Nâzım'a ait eşyaların küçük bir bölümü. Türkiye'de bir Nâzım Hikmet Müzesi kurulması şartıyla sözgelimi, tamamını Nâzım’ın kendi ülkesine göndermeyi düşünür müsünüz?

Henüz olmayan böyle bir öneriye verebileceğim bir cevap yok şimdilik. Annemin konumunu da anlamanızı rica ediyorum. Nâzım'ın ölümünden sonra ondan kalan her şeye gözü gibi bakıp onları korumaya çalışırken çok yalnızdı, yanında kimse yoktu. Ne Moskova'daki Türk büyükelçiliği ne de Türkiye'deki resmi makamlardan herhangi birileri anneme destek verdi.

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Nâzım'ın mezarının Türkiye'ye gelmesi konusunda sizin görüşünüzü alacağını söyledi. Cevabınız ne olacak?

 Aslında şu durumda konuşulması gereken şey Nâzım Hikmet'in mezarının Türkiye'ye gelip gelmemesi değil. Bugün eğer Nâzım Hikmet'i konuşacaksak, onun sanatıyla, bilinmeyen yönleriyle ülkesine gelmesini sağlamak üzerinden bir konuşma yapmalıyız. Bu konuda elimden geleni yapmaya hazırım.

Bugün Nâzım Hikmet Moskova'da çok önemli bir mezarlıkta Vera ile birlikte gömülü. Artık Nâzım’ın Mezarlığı, Gogol'ün, Çehov'un mezarlarının olduğu yerde bizim kültürlerimiz arasında köprü kuran bir anıt olarak duruyor. Konuya bu çerçeveden de bakmak ve eğer Nâzım'ın ülkesine dönmesi isteniyorsa bunu daha önemli konular üzerinden yapmak lazım.

Bu mezarı getirme isteğinin arkasında Nâzım’ın ‘Vasiyet’ şiiri olduğunu siz de biliyorsunuz...

Sizin vasiyet olarak algıladığınız şiiri 1953 yılında sanatoryumda yatarken, ölüme kendini çok yakın hissettiği, son derece duygusal ‘iki vatanım var’ dediği şiirleri... ‘Cenaze Merasimim’ şiirinde ‘Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar’ diyor.1953'te yazdığı bir şiirden yola çıkarak mezarının getirilmesi gerektiğini düşünmek Türk toplumunda Nâzım'ın az bilindiğini gösteriyor bir anlamda.

Az bilmek değil de ona olan gecikmiş bir vefa borcu duygusu ya da tam tersi iyi bildiği bir şairini mezarı yoluyla ve yine gecikmiş de olsa kendi topraklarında manevi anlamda ağırlama arzusu belki.

Kendi bağırlarından çıkmış değerlere toplumlar vaktiyle haksızlık etmiş olabiliyor. Ama bunları mezarını taşıyarak telafi etmek yoluna gitmemek lazım. En verimli çağlarından birini yaşadığı Rusya gerçeği de Nâzım'ın yaşamında var, bunu göz ardı etmek ne kadar doğru olur bilmiyorum. Türkiye'deki gelişmeleri çok yakından izliyorum. Bütün bunların ışığında Nâzım'ın mezarının Türkiye'ye getirilmesi konusunda radikal kararlar almak için doğru zaman olmadığını düşünüyorum.

                                                Annem, babama dönmeyi hiç düşünmedi!

Annenizin ölümünden sonra Türk basınında, Nâzım'ın ölümünden kısa süre önce Vera ile aralarının kötü olduğu yazıldı. Hatta annenizin babanıza dönmek üzere olduğu haberleri çıktı.

Annemin kitabında da okuyacaksınız. Halen hayatta olan Solin isimli bir bestecimiz var. Nâzım'ın ölümünden birkaç gün önce kaydedilmiş bir konuşmada Nâzım, Solin'e artık yaşama direncinin kalmadığından söz eder, sadece Vera için gücünü toplamak zorunda hissettiğini söyler. Bunu Solin'den de öğrenebilirsiniz.

                                                Babanıza dönmeyi hiç düşünmedi mi yani?

Nâzım öldükten sonra babam anneme geldi ‘Nâzım Hikmet öldü, bizim de seninle ortak bir yaşamımız vardı. Bir çocuğumuz var üstelik. Gel yeniden bir hayat kuralım.’ dedi. Ama annem bu teklife hiçbir şekilde sıcak bakmadı.

                      Nâzım ile Vera'yı bu sergiyle İstanbul'a getirmiş gibi hissediyor musunuz?

Tüm kalbimle söylüyorum; annemle Nâzım'ı birlikte buraya getirmiş olmanın bahtiyarlığını yaşıyorum. İkisi birden İstanbul'dalar. Hem de ilk tanıştıkları günlerdeki genç halleriyle.

                                                     Nâzım'dan Anna'ya doğum günü şiiri

 “Bitirdin dokuzunu Anuşka / sanırsam oldukça değişecek / yüzün gözün / boyun bosun / aklın fikrin / doksanını bitirdiğinde./ Bitirdin dokuzunu Anuşka / değişmesin yüreğinin içindeki billur çekirdek / doksanını bitirdiğinde.”

                                                   12.11.1961 - Moskova / Nâzım Hikmet

                                                                                  * 

 

 
Toplam blog
: 782
: 1295
Kayıt tarihi
: 18.08.08
 
 

Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu'nu, İzmir Buca Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü, İstanbul Çapa M..