Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Haziran '08

 
Kategori
Tarih
 

Nazım'ı ve Deniz'i rahat bıraksak diyorum

Nazım'ı ve Deniz'i rahat bıraksak diyorum
 

Hep merak etmişimdir. Nazım Hikmet hayatının ilk dönemlerinde, Türkçülük kokan şiirlerini yazdığı, henüz sosyalizm ile tanışmadığı yıllarda ve Ankara’ya Kuvveyi Milliye’ye katılmak için gittiğinde, kendisine sipariş edilen ve büyük yankı uyandıran şiirleri yazdıktan sonra ardında efsane bırakacak bir şekilde ölse, komünistlerin şairi olur muydu?

Bu olasılığın gerçekleşmesi durumunda, günümüzün sosyalistleri, 1920'lerin ilk yıllarında vefat edecek olan Nazım Hikmet için, “Yaşasaydı komünist olurdu” demiş olsalardı, Kemalistlerimiz ve Ülkücülerimiz nasıl tepki gösterirdi?

Ya da Necip Fazıl Kısakürek, 1930’ların ortalarında, henüz otuz yaşlarında iken ve CHP Piyes yarışmasında ödül aldığı yıllarda erkenden vefat etse, Cumhuriyet’in modern şairi olarak mı anılırdı, yoksa İslamı siyasallaştıran şair olarak mı?

Ve yine bu olasılığın gerçekleşmesi durumunda, günümüzün muhafazakârları, 1930’larda ölecek olan Necif Fazıl için, “Yaşasaydı inançlı bir dindar, mistik ve metafizik bir dilin şairi olurdu” demiş olsalardı, Kemalistlerimiz ve solcularımız nasıl bir tepki gösterirdi?

Bir insanın öldüğü dönemin şartlarına sıkıştırıp bırakılmasına ve değişen her sürece hap misali sunulmasına hep tepki duymuşumdur. Elbette tarihi kişiliğin, her değişim sürecine veya farklılığı kabul ettirme eğilimine koltuk değneği yapılması da en az “mumyalaştırma” eğilimi kadar problemli bir yöntemdir. Bunun en absürt örneği elbette Erbakan’ın “Atatürk yaşasa Refah Partili olurdu” demesidir.

Son yazıları ile sevgili yeşilsoğan, Nazım Hikmet’in liberal, Deniz Gezmiş’in ise AB taraftarı yapılmak istendiğine dair bir tespiti dile getirdi ve zannedersem yazılarındaki o kötü eylemleri gerçekleştirdiğini iddia ettiği kişi bendim. Dikkate aldığı şeyin, CHP ile Nazım Hikmet arasındaki problemleri kaleme aldığım “CHP Tek Parti iktidarı; Ne mesut günlerdi o günler” yazım olduğunu düşünüyorum.

Bu yazıda sevgili yeşilsoğan'ın liberalliği hangi anlamda algıladığı konusunda derin bir analiz yapmayı düşünmüyorum. Kısaca, Mustafa Kemal’i en ortodoks şekilde yorumlayan ve o yorum üzerinden bu ülkede otoriter bir düzen kurmak isteyenler tarafından, dünyaya, Türkiye’ye ve sola en ufak bir farkla yorum getirenlerin “liboş”lukla eleştirildiğini belirtmek istiyorum. Fakat artık, bu “liboşluk tehdidi ile korkutma” taktiğinin bayatladığını da görmek gerek. Çünkü ülkedeki sol fikriyatın derinliği, resmi ideolojinin sınırlarını o kadar aştı ki, bu ülkede her bir resmi ideoloji solcusunun başına, neredeyse 5 “dönek” solcu düşer hale geldi.

Liberallikle ilgili son bir not ekleyecek olursam, bu kavramın anlamı, resmi ideoloji solcusu arkadaşların kullandığı anlamın oldukça uzağındadır. Çünkü onlar bu kavramı yalnızca ekonomi literatüründeki anlamı ile kullanmaya gayret etseler de, onu bile yanlış kullanıyorlar. Oysaki siyasal liberalizm gibi, belki de üzerinde bu kadar fazla düşünce üretilmiş başka bir kavram bulmak zordur. Ve bunu anlatmaya çalışmak ancak bambaşka bir yazıda mümkün olabilir. Fakat ben yine de bu yazı için, sevgili yeşilsoğan’ın, liberalizmden kendi bildiği gibi bir anlam çıkarmasında bir sakınca görmüyorum.

Sevgili yeşilsoğan’ın tespitinin iki noktadan problem taşıdığını düşünüyorum. İlki, benim çabam Nazım’ı kesip biçip, ondan bir liberal imal etmek değildi. Büyük olasılıkla yazıyı okuyanların önemli bir kısmı bu anlamı çıkarmamıştır. Yazının gerekçesi basit anlamıyla, bugünkü siyasal gerginlik sürecinde, zihninde 1940’ların tek parti CHP’sini allayıp pullayıp, günümüz sorunlarının çözümünü o günlerin yöntemlerinde gören arkadaşlarımıza o dönemi bir hatırlatmaktı. Yoksa Nazım’dan, Sabahattin Ali’den, Aziz Nesin’den liberal üretmek gibi bir derdim yoktu. (Gerçi ben onları liberalleştirmesem de Adnan Menderes ve Fuat Köprülü ile aynı dergide yazmalarından dolayı, o dönemin CHP’lileri tarafından benzer iddialarla eleştirilmişlerdir)

Tüm insanları kendi gerçekliği ile kabul etmeyi tercih ederim. O gerçeklikleri alt üst edip, kendi kılıfıma uydurmak gibi yöntemlerim yoktur. Örneğin Nazım’dan Kemalist üretmeyi hiç düşünmem, hele hele onu bir CHP sevdalısı olarak düşünmeyi aklımın ucundan bile geçirmem. Büyük olasılıkla, CHP’li birisi olsam, partimin tek başına ve alternatifsiz ülkeyi yönettiği 12 yıl boyunca hapiste tuttuğu, ülkeden kaçmak zorunda bıraktığı ve vatan haini ilan ettiği Nazım’ın şiirlerini okurken yüzüm kızarırdı. Ve en azından kendi adıma özür dilerdim.

Kendi adıma, Nazım’ın bir liberal olabileceğini hiç hayal etmedim (bir liberal olsa büyük olasılıkla o şiirleri yazma olasılığı olmazdı) ama Nazım’a yaşam hakkı tanıyan, onunda bu ülkede yaşamasını mümkün kılan, kendisini ifade etme hakkını kısıtlamayan bir liberal (özgürlükçü)demokratik düzen hayal ettim. Ki o hayal ettiğim düzen bu topraklarda var edilebilseydi, ne Nazım kaçmak zorunda kalacak, ne Sabahattin Ali kaçmak zorunda kalırken öldürülecek, ne bu ülkenin başbakanı ve idealist gençleri asılacaktı.

Diğer yandan, Deniz Gezmiş yaşasa idi, AB taraftarı olur muydu olmaz mıydı onu bilemem. Ama, Denizlerin mücadelesini bahane ederek kendi iktidarlarını ayakta tutmak uğruna darbe yapan, yakalayan, yargılayan ve idama mahkum eden, ardından da vesayet altında tuttukları meclisteki sağcılara “alın size intikam alma fırsatı” diyerek servis eden cellâtlarına âşık olacak şekilde ulusalcı olabileceğine hiç ihtimal veremiyorum. Onunla beraber mücadele eden arkadaşlarının bugün durdukları noktayı görünce, onunda olduğu yerde kalacağına inanmak Deniz Gezmiş'e övgü mü olur hakaret mi olur karar vermek oldukça zor.

Sevgili yeşilsoğan’ın bence yanıldığı ikinci nokta ise, insanların yaşamlarının her döneminde aynı fikir ve hayallere sahip olduğu yanılsamasıdır. Oysa insanlar hayatlarının her anında bir değişim sürecinin içinden geçerler veya kendileri değişmek istemeseler dahi şartlar onları bulundukları noktadan alır koparır. Örneğin sevgili yeşilsoğan’ın yazısında yer alan, Nazım’ın TKP aşkını kaleme aldığı şiirin öznesi olan parti 1932 yılında Nazım’ı "polis ajanı", "karşı-devrimci" ve "Troçkist" olmakla suçlayarak dışlamıştı.

Aynı Nazım hapisten çıktıktan sonra kaçmak zorunda kaldığı Sovyetler Birliğinde de beklediğini bulamamıştı. Stalin’in baskıcı düzeninin pençesine düşmüş ve sürekli şüphe duyulan bir insana dönüşmüştü. Bu noktada Nazım’ın da eğer tekrar geri dönebilse, 1930’ların hızlı komünisti Zekeriya Sertel gibi daha özgürlükçü sulara kulaç atacağını düşünmek hiç de abes olmazdı.

Yine batıdaki yoldaşları kadar şanslı olmayan Deniz Gezmiş, eğer sistem tarafından dışlanmasa ve kendini ifade kanalları açık tutulabilse, liberal demokrasiyi var edebilmiş ülkelerdeki yaşıtları gibi Türkiye’deki düzenin dönüşmesinde katkı sağlayabileceğini düşünmek çok da mübalağalı bir hayal sayılmamalı. Son tahlilde 25 yaşında asılan bir insandan bahsediyoruz.

Her zaman söylemişimdir; Bu topraklarda, 1920’lerde yaşamış olsaydım Kemalist, 1930 ve 40’larda yaşasam Sosyalist, 1950 ve 60’larda yaşasam Sosyal Demokrat olurdum. Şimdi de solun özgürlükçü formlarının arayışı içindeyim. Beni ikna edecek yeni bir sosyalist ideoloji zihinlerde derinleştiği andan itibaren yeniden sosyalist olmaya her zaman hazırım.

Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) eski şeflerinden Willy Brandt dememiş miydi, “19’unda komünist olmayanın kalbinden, 29’unda kapitalist olmayanın aklından kuşku duyarım” diye. Değişmek insan hamurunun en heyecan veren malzemesidir çünkü.




Sevgili yeşilsoğan'ın ilgili yazıları;

Aniden Höt Diyen yazılar; http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=113419
Ret; http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=113419

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..