Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Kasım '06

 
Kategori
Tarih
 

Ne anlarım

Eski insanların neler düşündüğünü merak etmişimdir hep, okuduğumda büyük bir haz duyarım; eski insanların değişik türden yazılarını, detayına inilmiş öykülerini ve eski olayları...

Dicle kenarında yalnız başına oturan bir adamın yüzme bilmemesine rağmen bocalayarak ta olsa geçerek karşı yakaya sevgilisine ulaştığını, çok sonraları sevgilisinin gözünün içindeki küçük bir noktayı fark ettiğinde ve bu durumu; sevgilisinin bunun aralarındaki aşkın bittiğine bir delil olarak göstermesine (çünkü bu noktanın her zaman varolduğunu), artık nehiri yüzerek geçemeyeceğini söylemesine rağmen adamın yine de karşı yakaya geçmek istediği bir gün boğulduğunu okuduğumda anlarım; aşkın yüzme bilmeyen birine bile Dicle Nehrini geçirttiğini ve aşkın yok olduğunda da sevgilinin hatalarının görüldüğünü... (Feridüdin-i Attar – Mantık’ut-Tayr)

Kralları Simurg kuşunu, Hz. Süleyman’ın sadık dostu Hüthüt kuşu önderliğinde arayan kuşların krallarına ulaşmanın zorlu yollarında; kimini gelmediğini, kiminin öldüğünü, kiminin sıkıntılara katlanamayıp kaçtığını, eğlence olsun diye saklandıklarını ve yollarını şaşırdıklarını, zorlu seyahatlerinin sonrasında geriye otuz kadar kuşun kaldığını ve kralları diye gösterilen kuşun, aslında kendilerinin aynaya yansıyan görüntüleri olduğunu fark ettiklerinde ben; adam olmanın zorluklarını ve bu zorluklara katlanıldığında ancak adam olunabileceğini anlarım. (Feridüdin-i Attar – Mantık’ut-Tayr)

Mevlana Celaleddin’in çok sevdiği arkadaşı ve kadim dostu Sems-i Tebrizi’yi Şam sokaklarında arayıp ta bulamadığı zamanlar, bulup ve tekrar kaybettiğine inanamadığı günler ve günler sonrasında öldürülüp kör bir kuyuya atıldığını anladığında acı çekerek döndüğünü okuduğumda; mevlevilerin belki de o günün anısına döndüklerini, mesnevisinde anlatılan küçük bir kuşun avcıya verdiği öğütlerin (1-olmayacak şeyi kim söylerse söylesin inanma. 2-geçmişe gam yeme, geçti gitti mi ona hasret duyma. 3-uykuya dalmış bilgisize öğüt vermek; çorak yere tohum ekmektir.) bize verilmek istenen öğütler olduğunu anlarım.

Muhyiddin İbn-i Arabi’nin, Şam sokaklarında şeriat dışı söylediği son sözünün (Sizin taptıklarınız ayaklarımın altındadır.) kast ettiğinin para ve rüşvet olduğunu ispatlayamadan öldürüldüğünde İslam felsefesi için geriye bir çok eser bıraktığını ve Fuzuli’nin şikayetnamesinde “Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar / Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler” beytini okuduğumda Osmanlıların en görkemli oldukları zamanda bile içine kadar nüfuz etmiş rüşvet geleneğinin günümüze ve hatta içimize kadar sirayet edip bizleri esir aldığını düşünürüm.

Su içmek için atından inen bir adamın indiği yerde altın dolu kesesini düşürdüğünü, bunu bir çocuğun aldığını, daha sonra kesesini arayamaya gelen atlının su içen bir ihtiyarı öldürdüğünü gizlendiği yerden gören bu işin hikmetini soran Hz. Musa‘ya Allah (C.C.)’ın; aslında altın dolu kesenin asıl sahibinin o çocuğun babasının olduğunu, ihtiyarın ise gençliğinde kesesini kaybeden atlının babasını öldürdüğünü anlattığını okuduğumda adaletin er veya geç tecelli edeceğini ve günümüzdeki alın teri ile kazanılmayan paranın sonunda kendini hak edeni bulacağına, rüşvet alınan paranın, alanın elinde değilse bile bir başkasının elinde çarçur olacağına inanırım.

Yavuz Sultan Selim’in şehzadeliği sırasında diğer kardeşlerinin aksine memleket meselelerini yakından incelemek için tebdil-i kıyafet dolaştığı zamanlarda gittiği Tebriz’de Sefavi Hükümdarı Şah İsmail’i yendiği ünlü satranç oyunundaki hamleleri, 1514’teki Çaldıran savaşında da kullanmış mıdır, Şah İsmail ise satrançta yenildiği kişinin kendisini savaşta da yenen kişi olduğunun farkına vardığında acaba ne düşünmüştür diye düşünürüm.

Kabe’ye gitmek isteyipte bu uğurda kavuşamasa bile çırpınan karıncanın hikayesi ile yapılması gerekli işlerin yapılamasa bile uğraşılması gerektiğini, bir gün birinin bu uğraşıyı tamamına erdireceğini düşünür teselli olurum.

Ve her sözün bir iş için olduğunu anlarım.

Hasılı kelam...

Saygılar...

 
Toplam blog
: 37
: 557
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

2006 itibarıyla 36 yaşında, yolun yarısını geçmiş bir inşaat mühendisiyim. İşim ve ailem herşeyimdir..