Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '09

 
Kategori
Öğretmenler Günü
 

Ne de çok Öğretmenimiz varmış.

Ne de çok Öğretmenimiz varmış.
 

Akın akın Başöğretmene... Öğrettiklerini unutturmaya çalışanlara inat..


İnsan bir öğrenme ortamına doğar.
Doğumundan ölümüne kadar yaşayacağı bu ortamda ya öğrenir ya da öğretir.
Çoğu zaman da öğretirken öğrenir.

Karşılıklı olan etkileşim, insanın yaşamı boyunca son ana kadar devam eder.
Bu öğrenme ilişkisindeki öğretmenler aynı zamanda öğrencidir, öğrenciler de öğretmen...

Doğulan ortam ve dünya, en büyük öğretmendir.
Anne göğsünü bulmaktan, onu kokusundan tanımaktan başlanılır öğrenmeye,
Sevme, korkma, sığınma, koruma, korunma ondan öğrenilir.
Anneleri de anne olmayı çocuklarından öğrenirken..

Ateşin yaktığı, güneşin ısıttığı,
Karın üşütüğü, rüzgarın serinlettiği
Baharın duygulandırdığı, Güzün hüzünlendirdiği,
Her doğan günle yaşamın yeniden başladığı,
En koyu gecenin bile güneşin doğmasını engelleyemeyeceği yaşanarak öğrenilir..
Bu anlamda doğa en büyük öğretmendir,
Öyle ki ömür onun düzenini, işleyişini, onda ki dengeyi öğrenmeye çalışmakla geçer.

İnsanın kendi yaşantısı da öğretmenidir..
İnsanoğlu yaşamında ne yapar da bir şey öğrenmez ki
Öğrenilenlerin sonuçlarına göre yükselir insanın sesi…
Ya "bu günkü aklım olsaydı" ya da "iyi ki yapmışım" denilir..
Yaşayarak sevme, aşk, mutluluk öğrenilir....
Yaşayarak hayal kırıklığını tadılır, mutsuzluklar yaşanır, kıskançlıklar, öfkeler keşfedilir.

Yaşananlara bağlı olarak, yetenek varsa, duygular şiirle, şarkıyla seslendirir;
“aşkı seninle tattı… hicranla yandı gönül…
Evvel coştu, taştı da.. şimdi uslandı gönül”…

diyerek üç kelimeyle aşkı, ayrılığı, delikanlılığı ve olgunluğu anlatabilecek yüceliğe ulaşmak öğrenilir…

Yaşantıda doğumlar, yaşamlar öğrenilir, ölümler de tadılır elbet…
Kiminden mutluluk, kiminden sevinç duyulur,
Kiminden hasret, kiminden acı çekilir,
Kiminden kıskançlık, kiminden vuslat, kiminden pişmanlıklar göz yaşı dökerek öğrenilir…
Hatta çoğu zaman, öğrenildiği sanıldığında da da iş işten çoktan geçmiş olur…

Öğrenmekden kaçıldığı da da olur.
Tatmamak için bazı şeylerin acısını, “bilmezliğin masuniyetine sığınmak” istenir.
Bunun için “soyulan insan soyulduğunu bilmediği sürece soyulmuyor demektir” der, Shakespeare usta.
Öyle ya, ben bilmiyorsam dostlarımın beni sattığını, satılmıyorum demektir.
Bu nedenle çok şey tadılarak yaşanarak öğrenilmek istenmez.... İstenmez ... de...
Gecikmez Mevlana “iki parmağını gözüne koy… sen görmüyorsun diye dünya dönmüyor değildir” demekten.
Anlamakta gecikilmez, öğrenmemenin gerçeği değiştirmeyeceği...
Ve acı gerçekleri öğrenmektense, mutlu edecekleri öğrenmenin akılcı kolaycılığına sığınmaya da çalışılır, kaçarak gerçeklerden...

Dünyada, aileden başlamak üzere, karşılaşılan herkes de öğretmendir.
Karşılıksız sevme, karşılıksız verme, içten gelerek “canım” deme, güvenme ve güven verme, anneden, babadan, kardeşlerden öğrenilir.
Bazı güzellikleri keşfetme yaşama ve paylaşma arkadaşlardan, öğüt verme, akıl danışma, öğünme, mahcup olma büyüklerden öğrenilir.
Bebekken; anne baba,
Çocukken; aile, kardeşler, arkadaşlar,
Gençken; yeni bir aile kurma, sorumluluğunu taşıma
Yaşlanıldığında; yol gösterme, gençleri dizginleme öğrenilir.

Bebeği büyütürken, ondan, nasıl anne baba olunacağını, bir fidanın nasıl yetiştirileceği öğrenilir.
Yaşlanıldığında da bir çiçeğin tohumdan çıkıp nasıl filizlendiğini, boy sürdüğünü, açılıp saçıldığını, sarardığını, döküldüğünü deneyerek öğrenmiş olmanın bilgeliğiyle evrenin sonsuz döngüsünün sırrına erildiği zannedilir...

Çok şey öğrenildiği sanıldığında da da…
Son anda, çaresizliğin öğrettiği en büyük öğretiyi almış olmanın bilgeliğiyle; “yalan dünya... her şey boşmuş” denilerek ne öğrenildiği özetlenir....
Ve sadece sevenlerin göz yaşlarıyla, “kanatları boşlukta simsiyah açılan büyük kapının ardında başlayan bitmeyen gecenin sükununa” geçilir…
Hem de arkada; "kimim", "neyim", "nerden geliyorum", "nerde duruyorum", "ne olacağım" sorularının cevabı öğrenilemeden bırakılarak...
Orada ise, ne olunduğunu da daha kimse kimseye öğretemedi...

Okul ortamları da öğretmendir.
Bir arada olma, geçinme, kurallara uyma, bir diğerinin hakkına saygı duyma, arkadaş olma, sosyalleşme, birlikte oynama ve bir şeyler yapabilme ve "biz" diyebilme bu ortamda öğrenilir.

Eğitimciler de, okul öğretmenleridir...
Alfabe, okuma, yazma, hesap yapma, fizik, müzik,
İnsan olabilme, yurttaş olabilme,
Diğerlerinin haklarına ve düşüncelerine saygı duyma,
Çevre duyarlılığı ve yaşama dair bir çok şeyler onlardan öğrenilir....

Bir çokları da gelir geçer de yaşantılardan, ancak birileri bırakır en derin izleri.
Onlar hep hatırlanır.
Mümkünse görmek ve ellerinden öpmek istenir.
Onlara başöğretmen denir..
Yeri geldiğinden tıpkı Japonların; “senin fırça sahibin kim”? demeleri gibi, “benim hocam falancaydı”denilir, ya da biz “Atatürk’ten öğüt aldık” diye öğünülür....

Bu anlamda yapılması gereken "iz bırakanlardan", "hatırlananlardan" olmaya çabalamaktır.

Ne mutlu "iz bırakanlardan" olanlara,
Ne mutlu "öğretmenim canım benim" denildiğinde "ilk hatırlananlara"...

Görevini gereği gibi yapan, binlerce harf öğreten, hatırlanan ve iz bırakan
Atatürk öğretmenlerinin her günü kutlu olsun....

 
Toplam blog
: 193
: 1045
Kayıt tarihi
: 01.08.07
 
 

Bilecik doğumluyum. Emekli Eğitimciyim. Ankara'da ve yazları Kuşadası'nda yaşıyorum Günlük uğraşl..