Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '16

 
Kategori
Çalışma Yaşamı
 

Ne için çalışıyoruz?

Ne için çalışıyoruz?
 

Demirini döven demirci


Hayatı, insanları, olayları ve tüm bunlar içinde kendimi gözlemlemeyi ve bu gözlemlerden sonuçlar ve dersler çıkarmayı seviyorum. Yaşam bize herkesten, her şeyden, her olaydan öğrenmemiz için bize imkanlar, lütuflar, ikramlar sunan sonsuz bir okyanus. Herkes bu sonsuz okyanustan kendi kabı kadar alıyor elbet. Bazılarımız kaşıkla alırken, bazılarımız kovayla hatta leğenle alırken, bazılarımız da damlalıkla alıyor. Ama herkes alıyor alacağını hayattan, Hayat herkese istese de istemese de dokunuyor. Cemali ve celali şekilde.

Bu bakış açısıyla her seyahat benim için eşsiz bir fırsattır. “En çok bilen, gezen derviştir” derler ya işte o misal, ben de bir modern zaman dervişi olma çabamız neticesinde her seyahati bir öğrenme fırsatı olarak görürüm.

Bu hafta kıtalararası yaptığım seyahatte indiğim havaalanında ve sonrasında otele servis beklerken o sırada çalışanlara baktım. Bazıları gümrükte bizlere vize vermeye çalışıyordu, yaşı ilerlemiş olan bazıları sırada bekleyenlere yer gösteriyordu, bavulları alırken de yön gösterenler, havaalanı çıkışında servisleri organize edenleri taksicileri tüm bu havaalanında yemek, içecek, kıyafet, kırtasiye ve birçok şey satan tüm diğer insanlar...

Sanki bir karınca kolonisinde gibiydim. Benim gibi diğer yolcular da “dünya okulundan gelip geçen ruhlar” gibi bu havaalanından kısa bir süre içinde geldikleri yerden gidecekleri yöne doğru ilerliyorlardı. Havaalanı sanki hayatın küçük bir kesitiydi.

“Tüm bu insanlar ne için çalışıyor?” diye düşündüm bir an.

Ailesine bakmak amacıyla para kazanmak için mi?

Tutku ve hırslarını tatmin etmek için mi?

Prestij ve takdir ihtiyaçlarını karşılamak için mi?

Kendini gerçekleştirmek için mi?

Korkudan kendisi bilmediği için mi?

Herkes çalıştığı için bunu bir gereklilik olarak gördüğü için mi?

Aslında hepsiydi sanki. Ama o an daha derin bir anlamı olduğunu kavradım.

Sanırım cevap için insanlığın ilk zamanlarına dönmemiz yerinde olacaktır. Zira, avcı-toplayıcı olarak kendi çekirdek ailesini geçindirmek için avlanan ve Maslow’un Piramidi’nde temel fizyolojik ihtiyaçlarını karşılayan insanlar bir süre sonra güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak gereği bir arada yaşamaya başladılar. Topluluklar oluşturdular. Zamanla toplulukların büyümesi, köyleri, kasabaları, şehirleri ortaya çıkarırken, bu süreç şehir devletlerine, ülkelere ve sonra da imparatorluklara doğru evrimleşti.

Bu süreç içinde ilk toplulukların oluşmasıyla eskiden her işini kendi kendine halleden aileler, belli beceriler üstünde uzmanlaşarak birbirlerine bu uzmanlıkları satmaya başladılar. Bu da zamanla eşyaların değişimi ile yapılan ticaretten para ile yapılan ticarete doğru bir gelişimi getirdi.

Sanırım sorumun cevabı binlerce yıllık o dönemlerde yatıyor. Herkes toplumun eşsiz ve biricik bir parçası. Yalnızlık “samed” zat ismi ile de belirtildiği gibi sadece Allah’a mahsus. İnsan ise psiko-sosyal bir varlık ve yaşamak, gelişmek için birbirine ihtiyaç duyuyor. Dolasıyla her insan her işte başarılı olamayacağına göre, belirli alanlarda uzmanlaşmak ve bu farklı uzmanlıkların birbirini tamamlaması ile birlikte yaşamak insan topluluklarının refahı, mutluluğu, huzuru, bekası ve gelişimi için elzem.

Özetle çalışmamızın sebebi daha mutlu, daha huzurlu, daha sağlıklı, daha güzel, daha doğru, yaşamamız için birbirimize yardımcı olmak.

Bu yüzden beraberlik değil, birlik önemli. Bu birlik ve beraberliğin bozulması ise toplumu, aileyi ve insanı bozar.

Hatta eski zamanların Anadolu’daki Ahilik, Rönesans sonrası Avrupa’daki lonca teşkilatı bu birlik ve beraberliği korumaya, üretilen hizmetin en iyi şekilde ve kalitede sağlamasına yönelikti. Hatta ve hatta, tasavvufta zanaad erbab-ı süluku ile anlatıldığı gibi işini yapan zanaatkar, işini yaparken hayat okulunda her nefeste tekamül ederdi. Demirini döven ve işleyen bir demircinin aynı zaman da her bir vuruşta nefsini de döverek terbiye etmesi gibi.

Modern insanın halinden ne kadar farklı değil mi?

Bilen insan” diye tabir edilen Homo-Sapiens‘in yeni düzeni olan kapitalizmde artık birey bireyliğini unutuyor. İnsanlar insanlığa muhtaç hale gelmiş. İnsanlar zorlaşan hayat koşulları içinde daha çok gelire sahip olmak ve sağladıkları imkanları kaybetmemek için bir ekonomik bağımlılık modeli içinde yaşıyorlar. Hele bir de uzun dönemli borçlanma sistemlerinin gelişimiyle birçok sahip olduğumuz maddi imkanlar ve araçlar, aslında bize sahip oluyorlar.

Eflatun’a sormuşlar “bize borç verir misin?” diye. Soranlara “kendi kendinize borç verin, ihtiyaçlarınızı kısın” demiş.

İnsanın uzun dönemli borçlanmanın getirdiği ekonomik bağımlılık ve sosyal medyada çevresinden gördüğü o süslü imkan, araç, gereçlere sahip olma tutkusundan gelen psikolojik bağımlılığı sebebiyle kendi kendine borç vermesi ne mümkün günümüzde?

Hal böyle olunca eskilerin iş anlayışı kalmıyor. Hem işverende, hem de çalışanda sadece kendi çıkarını maksimize etmeye dönük bir anlayış hakim oluyor. Hatta işverenlerin bazıları çalışanını kendi tebaası gibi özel hayatına bile karışarak hegamonyaları altına alıyor. Çalışan da buna cevaben, fırsat buldukça bu düzeni kendi imkanı kadar deliyor.

Çözüm binlerce yıl geriye gitmekte değil tabii. Bugünün modern imkan ve koşullarından yararlanacağız elbet, ancak her insanın kendisi olmasına izin verecek, her insanın biricik ve eşsizliğine saygı duyup farklı olmasına imkan tanıyacağız. Bu da farklılıkların kabulü ve hoş görülmesi anlamına gelir ki tüm sanat, bilim, edebiyat ve felsefemize rağmen henüz tam bu noktada değiliz Dünya olarak. Henüz ben’den biz’e geçemedik. Ama fazla zaman kalmadı. Yakın bir zaman sonra ben’den biz’e geçen insanlık, birlik ve beraberliğini sağlayacak. Sağlayamazsa Michio Kaku’nun bahsetiği Tip 1 uygarlığa hiç bir zaman geçemeyeceğiz ve kendi modernitemize saplanıp kalacağız.

Evet dostlar...

Nereden nereye geldim, ben bile şaşırdım ama bitirelim artık.

Herkes birbirine yardımcı olmak için çalışıyor hayatta. Birimiz olmasa diğerimiz var olamaz. Bu hayat karşılıklı bağımlılık üstüne kurulu. Gerek insan, gerek madde, gerekse evren için. Işık olmasa gölge olmayacağı gibi, sürtünme kuvveti olmasa maddeleri de tutamayız. Yerçekimi olmasa Dünya’da yaşayamayız. Çiftçi olmasa ürün yetiştiremeyiz, fabrikadaki çalışanlar olmasa ürünler kalabalık kitlelere ulaştırılamaz, esnaf olmasa malların ticari dönüşümü sağlamaz. Bu döngü gider de gider.

Ama önemli olan bu evrende her şeyin birbirine bağlı ve muhtaç olması gibi, toplumu oluşturan insanların da birbirlerine bağlı ve muhtaç olmasıdır. O yüzden her toplum zayıf halkası kadar güçlüdür. İnsan içinde yaşadığı toplum kadar sağlıklı ve mutlu olabilir. İnsanı geliştiren, toplumu, dünyayı ve hatta evreni de geliştirir.

Bu yüzden insan hayat için değil, hayat insan için vardır. Amaç daha mutlu, daha huzurlu, daha sağlıklı ve daha güzel bir yaşamı yakalamak için birbirimize yardımcı olmak, birlikte çalışmaktır.

Amaç canın cana mecburen tabi olması değildir. Amaç birbirimize hizmettir. O zaman birbirimizi olduğu kabul etmekten, farklılıklarımızı tehdit değil zenginlik olarak görmekten ve birbirimize sevgi, saygı göstermekten ve şefkatle yardım ederek hayatı kolaylaştırmaktan başka yapacak bir şeyimiz kalmıyor.

Sevgiler,

Kenan Kolday

https://twitter.com/Naacel

https://www.facebook.com/public/Kenan-Kolday

https://instagram.com/naacel/

http://naacel.blogspot.co.uk/

http://www.felsefetasi.org/author/kenan-kolday

 

 
Toplam blog
: 245
: 1347
Kayıt tarihi
: 29.10.12
 
 

Çocukluğumdan beri kendimden büyük bir şeyleri arayıp durdum. Ve 1999 yılında yaşadığım şoklar il..