Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mart '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ne istediğimi biliyorum fıstık

Ne istediğimi biliyorum fıstık
 

Bir Suret035 propagandası.


Sanırım herkesin “ne istediğini bilmekle” ilgili bir derdi var. Birileri sürekli “ne istediğini bilenin” önemine vurgu yapıyor. Oysa bazen kimse ne istediğini bilemiyor. Misal gecenin bir vakti bişiler yemek istiyosun ama ne olduğuna karar veremiyorsun. Canın bişeyler çekiyor ama sen daha canının tatlı mı tuzlu mu çektiğini bile bilemiyorsun. Sonra çıkıp birilerini “O ne istediğini bilmiyor” diye yaftalıyorsun, e arkadaşım yapıyorsun bunu; Allahın bildiğini Suret’ten ne saklayacan. He bu durumlar için dolabında ton balığı bulundurmanı öneririm; süzersin yağını, yarım limon sıkıp, kırmızı pul biberini serper yersin. Ne istediğini bilemediğin durumlarda ton balığı sana yardımcı olur, damarlarına omega-3 pompalar. “Gece vakti balık mı yenir!” deme, dene sen bunu, sonra çok dua edeceksin bana. Ton balığı ne istediğini bilmeyenin en temel gıdasıdır.

Kaldı ki sen bir mağazaya girdiğinde elli çeşit ayakkabıyı deniyosun, yüz çeşit kazağı mıncıklıyorsun ama sonuçta kararsız kalabiliyorsun. Yalan mı? Sonra “ne istediğini bilen” insan derdine düşüyorsun. Yapma bunu, çünkü kabul et ki sen de ne istediğini çoğu zaman bilemiyorsun. Evrensel bir iki gerçeği düstur edinmişsin –sanki ilk sen bulmuşsun gibi- kararlı, sorumlu, becerikli, ilkeli, dürüst, azimli vs diye dolanıp duruyorsun. Kusura bakma arkadaşım, her şeyin başı sağlık ve omega-3 bence. O nedenle ne istediğini her daim bilemeyeni de yekten tutarsız, dengesiz, huysuz diye damgalama. Hele ki senin hoşuna gitmeyen çekimserlikleri sezdiğinde hemen bu klişeye başvurma, müsaade buyur, zaman tanı ne istediğinden emin olsun O da.

Geçenlerde bir hatun arkadaşla telefonda konuşuyoruz. Mevzu kılık kıyafetten açıldı. Kendisi yaşadığı şehir itibariyle “Burası küçük yer genelde pantolon giyiyorum, benim etek boyları biraz kısa olduğundan burası kaldırmaz!” minvalinden bir saptamada bulundu. Ben de gayri ihtiyari: “Valla bizim burada etek boyu ne kadar kısa olsa biz o kadar kaldırıyoruz” gibi birşey söyledim. Tam bu: “Tabii orası koca şehir neticede İzmir…” filan diye başlamıştı ki çok ani köpürdü: “Ne bu şimdi! Komik mi yani bu! Göya espiri sı....n, şu söylediğinde zırnık zekâ parıltısı var mı!” gibilerinden spontan bir tarihi ayar verdi bana.

Halbüki/halbiki/halbuki/ halbüsi (hepsinin altını çiziyon da var böyle bir kelime, tam yazılışı hangisi bilmiyorum ama olması lazım bu kelime) cidden hiçbir art niyetle söylememiştim. Söylesem söyledim derim malum (şecaat arz ederken sirkatin söylemek) kimden çekincem. Sadece kendi yaşadığım çevrede dekoltenin daha olağan/sıradan karşılandığıyla ilgili bir cümle kurmayı denemiştim. Ayarına kendimce büyük (sonradan fark ettiğim üzere aslında cücük) bir atarla karşılık verdim: “-Sen dedim ne istediğini bilmiyorsun. Kendin “kaldırmayı” yadırgama(ma)k anlamında kullanmışken benim “ereksiyon” anlamında kullandığımı düşünüyorsun” dedim, “kesinlikle ne istediğini bilmiyorsun” diye de tekrar altını çizerek ikinci kez vurguladım. İnsan bazen aynı cümleyi tekrar ederek farklı bir etki bekler, yanılgıdır.

Hatun ses tonu sinire kesmiş bir vaziyette: “Ya öyle mi! Lütfen daha fazla çirkinleşme!” deyip kapattı. Sanırım söylediklerimden Onun aslında başka bir şeyin peşinde olduğuyla ilgili bir tespitte bulunduğum çıkarımını yapmıştı. Sonra tekrar görüşmedik biz. O gün bugündür kimsenin ne istediğini bilip bilmediğiyle ilgilenmiyorum. İlgilenilmesinden de düşük yoğunluklu hazzetmiyorum. Neyse geçtik ve unuttuk efendim.

Bazen bir “günaydın” bir selam ve bir merhaba ifadesinden çok daha fazlasıdır. Bazen bir “günaydın” derin bir özlem, çaresiz bir uzaklık, nedensiz bir huzur, gecikmişliğe bir gönderme, bedelsiz bir minnet, onmaz bir mihnet de içerebilir. Bazen bir “günaydın” çok acayip şeyler demek de olabilir. “Günaydın”ı ailecek hatta milletcek sevmemizde sonsuz yarar var. Her neyse geçtik ve unuttuk.

İnsan belki zaman zaman kendini anlayabilir, dedim ya zaman zaman. Bir de bunu başkalarına anlatmaya kalkması yok mu, cidden büyük meşakkat. (Bak görüyo musun nasıl taktım özlüyü doksana.) Evde tek başına yaşayan muhteşem komşum Bahattin amcanın; gazetesi göğsünde, gözlükleri boynunda ve yarım çayı yanındaki sehpada, koltukta kestirivermesini izliyorken kendimi anladığımı anlıyorum. Bir başkasının görüntüsünde kendinizi anlamak, bir yazarın kurgusunda kendinizi anlamak kadar mümkün. Belki de gelecekle ilgili projeksiyonlar yapmak. Ha sen diyorsan ki: “kendimi anlayıp da ne yapacağım allasen, bo...da boncuk mu bulucağım acaba?” Ona da eyvallah, kuşkusuz haklısın kimi zaman.

Ruhumdaki tadilat nedeniyle zihnimi birkaç saat kapatıp içtiğim bir andı. Oysa fıstıktan başka bir şey istemiyordum, karışık çerezden tiksindiğim kadar sümüklü bamyadan bile tiksinmiyordum. Bunu anlamak neden çok zordu, hiç anlamıyordum. Kaju, antep, fındık, badem, leblebi olunca, daha fazla mutlu edebileceklerini sandıklarından olsa gerek; ısrarla aynı şeyle karşılaşıyordum, heterojen bir karışıklıkla. Çok yakın birkaç arkadaşım dışında hayatım boyunca kimse bu hassasiyetimi dikkate almadı. Onlar ki eğer ağırlayıcı konumundalar ise, mutlak suretle kendilerine aldıkları karışık çerezin yanında 2-3 liralık ayrıca fıstık alırlar, Suret arkadaşları için bunu yapmayı zahmet saymazlar. Şu hayatta bunu gözeten kaç kişiniz varsa, aslına bakarsanız o kadarlık hatırınız var. Doğrusu yegane belirleyici şey: fıstık, kabuklu kabuksuz fark etmez, fıstığınız kadar önemsenirsiniz hayatta.

- Tek derdiniz bu olsun efendimiz.

- Off Olric bazen öyle ani beliriyorsun ki içimde çınlıyorsun, ürküyorum.

- Sizi korkutmak istemezdim efendimiz, lakin hayatınızdaki tek detayın fıstık olduğunu söylediğinizde diğerlerine haksızlık ettiğinizi değerlendirdim.

- Nedir başka, ne türlü bir beklentim var, bana ait tek detay değil mi, ben insanlara ilişkin bir sürekli saçmalıkları anımsayıp katlanırken; neden karışık çerez yemediğim sadece fıstık sevdiğim öğrenilemiyor acaba Olric?

- Son 10 yıldır aynı marka diş macununu kullandığınız, uyurken mutlaka Fener yastığınıza sarılmanız gerektiği, sabah çayını içmeden neredeyse konuşamadığınız, asla bağcıksız ayakkabı giyemediğiniz, hiçbir yapmacık samimiyete tahammül gösteremediğiniz, kolonya sürmeden yatmadığınız, kitaplarınızı paylaşmaktan nefret ettiğiniz, hoşunuza gitmeyen bir ortamda yarım saatten fazla kalma nezaketi gösteremediğiniz, gibi ayrıntılar da var efendimiz.

- Bir iç ses için yeterince ukalasın Olric. Yine de dök içini, atma içine dostum.

- Dahası var efendimiz: Oyunlar oynuyor ve bu oyunlara inanıyorsunuz. Örneğin: Biradan başka bir şey içemiyor rakı/şarap içilmesi gereken ortamlarda sırf küçük düşmemek için rol kesiyorsunuz. Temsilen: Kirazı tüm meyvelerden ayrı ve üstün tutuyorsunuz, kibirli görünmektense ölmeyi yeğlediğiniz halde egolarınızı zabtı rapt altına alamıyorsunuz, büyüdükçe küçülmek istediğiniz halde beceremiyorsunuz. Misalen: Beğendiğiniz kızın içtiği sigaranın tadını önemsiyor lakin gözyaşını mühimsemiyorsunuz. Çoğu zaman ölesiye mutsuz olduğunuzu tüm diğerlerinden saklıyorsunuz, sizi anlamalarına izin vermiyorsunuz, keşfedilmekten ve dahi çözülmekten sonsuz tiksiniyorsunuz. Yalnızlığınızdan ve acizliğinizden hunharca bir zevk alıyorsunuz. Kanser olmaktan korkuyor ancak en dip bronşunuza kadar tütün emiyorsunuz, sırf bu amaçla yediğiniz kuşkonmaza ve içtiğiniz yeşil çaya umut bağlıyor ama güvenmiyorsunuz. Edebiyat hakkında konuşacak yeterince yetkin insan eksikliğinden yakınıyor ancak futbol konuşmayı seçiyorsunuz. Sizin iç sesiniz olmaktan bedbaht olduğumu biliyor duymamazlıktan geliyorsunuz. Siz detaylara saplantılısınız aslında, sadece fıstık mevzusu değil efendimiz. Siz arıza çıkaranlardansınız.

- Başkalarının da iç sesi var mı Olric? Senin kadar cüretkar mı Onlar da? Bir ruhu terbiye etmek için ezmek şart mı Olric? Öyleyse vur ona, “just beat it” Olric.

- Yeterince hasta olanların olmalı efendimiz. Sizin gibi iyi ve kötü kokulardan çarpılan, endişelenen, panikleyen, rahatsız olan başka birileri de bulunmalı efendimiz. Kokuya ve notasına atfettiğiniz; melodilere yüklediğiniz anlamlardan donananlar olmalı elbette. Eşsiz olma kanısı kibirdir efendimiz, büyüklenmektir elbette. Eşsiz değilsiniz kuşkusuz, herkes sizin basit ruhunuza erişebilir, aşağılık kelimelerinizi yazabilir, sarhoşluk hallerinizi sezebilir efendimiz. Neyin taklidi ve özentisi olduğunuzu bir bilmede teşhise edebilirler efendimiz. Bir otel odasında denize nazır yazdığınız öyküyü itibarsızlaştırıp, yalnız başınızayken kustuğunuz cümlelerin ne denli eğreti durduğunu anlayabilirler efendimiz. Çok geçmeden acıkıp ekmek arası peynir-domates yediğiniz, yanında demlice bir çay içtiğiniz de ortaya çıkabilir. Hayalini kurduğunuz: bir öğle vakti omzunda havlusu ile denize girip çıkan, sonra odasına çıkıp saatlerce okuyup yazan adam figürü de yalan olabilir, kimse sizi fark etmeyip gecenin ikisinde bu müziği çalan adamdan söz etmeye de bilir. Örneğin siz otelin çatı katında meşhur kitabınızı okuyup, meçhul kitabınızı yazarken ve yeterince içerken bir Allahın kulu da “-Sen burada ne yapıyorsun arkadaş” diye sormayabilir. Oysa ilgiden yorulmuş bir mütevazilik içinde, yapmacık bir iyimserlik ve samimiyeti özlemiş de olabilirsiniz. Hani şu yırtmaçlı elbise giymesi ihtimalinden tahrik olduğunuz hatun gibi, kendinizden ezici bir hususiyetle ayrılan başkalarının arasına düşmüş Surette de kalabilirsiniz. Ne acı. Oysa bu ezik ve kaybeden ruh hali de mağduru oynamanız için yeterliyken ve verecek başka hiçbir şeyinizin kalmamış olmasıyla, kuşkusuz eksilen bir eroir tınısı ve şarkı notası, tüm kokulardan ayrı şımarık bir nota arayışınız, ne zavallı. Ne istediğini bilmeyen, “Istırabınızın a  k.!” denesi  yarı sentetik bey(n)imiz.

- Biz burada içten içe küfürlü konuşan iç seslerden hoşlanmayız Olric. Kaldı ki içime doğru yakınmaktan başka kimselere sızlanmadım, belki sadece içime doğru yaşadım Olric. Kendi zihnimin dehlizlerinde seyahat ettim, kendi ruhumun pamuklu hamağında istirahat ettim Olric. Görülüyor ki mutsuzsun ve bu dilediğin zaman gitmen için seni yeterince özgür kılıyor Olric. Lütfen git Olric.

Eroir

Arınıyorum rollerden

Etkileyici olmayı umursamayanların

Etkileyiciliğine kapılıyorum.

Yeniden yapılanıyorum, boyatıyorum ruhumu

Bu kez katalogdan seçmiyorum renklerimi

Duvarlara sürüyorum örneklerini.

Tanrılar ölçü alıyor zihnimden

Sanırım “geldik sona” diyorlar

“Biz daha iyisini çakana kadar, senin için en iyisi bu.”

Tembihlemeye gerek duymuyorlar

“Kırma, yorma, gözyaşıyla temas ettirme” diye uyarmıyorlar.

Hiçbir garanti, güvence de vermiyorlar.

Avuçlarımın içine toz pembe bir bulut gibi bırakıyorlar

Ne çok açmalıyım ne de çok sıkmalı avuçlarımı

Kimselere de göstermemeli bulutumu.

İçime kilitlerim ki ben onumu.

Ben Buldum.

Özlü Laf: “...birinden korkunca ondan nefret edersiniz ama boyuna da düşünüp durursunuz onu. Kendi kendinizi aldatırsınız, aslında kötü değildir dersiniz. Ama onu görünce, tıpkı nefes darlığına tutulmuş gibi olursunuz, soluk alamazsınız... Bizden başka canavar yok belki de, belki canavar bizizdir, bizim içimizdedir.” - William GOLDİNG 1954’te Sineklerin Tanrısını yazarken bulmuş.

Her şeyden kıs omega-3’ünden kısma blog. Gıdıklarım. 

 

 

 

 
Toplam blog
: 41
: 815
Kayıt tarihi
: 27.01.10
 
 

En güzel hikayesini henüz yazmamış olan, Smyrna'da yaşayan, henüz yolun yarısında bulunan, kamu g..