Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Şubat '14

 
Kategori
TV Programları
 

Ne kadar çok bilgi, o kadar düşük ego

Ne kadar çok bilgi, o kadar düşük ego
 

Görsel orijinaldir, foto: MELTEM


            Tek Rumeli TV canlı yayın konuğu PELİN BATU,  8 Şubat akşamı "Ekonomide Ufuk Turu" programında KEYİAD Başkanı AHMET ELER'in sorularını yanıtladı:

Program formatı gereği Eler'in kısa ekonomi değerlendirmesinin ardından ilk soru Batu'dan;  

            "Tarım hayvancılıkta da kötüye gittiğimiz söyleniyor?" (P.B.)
            "Girdi maliyetleri yükseldi, üretim azalıyor. Dışarıya bağımlılık artıyor (A.E.).” Zam şampiyonu, patates oldu.
            "Ekonomi anlamadığım bir konu, ancak takip ettiğim kadarıyla ihtiyatlı iyimserlik olmalı, annem ev ekonomisiyle ilgilenmektedir. Ben 'Tarih' bitirdim, edebiyata başladım.” (P.B.)
             "Oyuncu, yazar, aktivist, ressam, tarihçi ve şimdilerde edebiyatçı... Gerçekte Pelin Batu hangisi? Daha doğrusu hangi unvanı daha çok benimsiyor?  Kendinizce mutlaka sebepleriniz vardır ama neden tarih? Edebiyat ve Felsefe ile olan bütünlüğü mü? Bir de bu kadar ilgi alanı içinde en iyi olduğunuz alan hangisi?" (A.E.)          

            - Rönesans'tan 19. yüzyıla kadar, felsefe, edebiyat, tarih iç içe iken son yüzyılda tek kulvarda olunmaya başlandı. Oysa tarih edebiyattan da felsefeden de etkilenir, biri olmadan diğeri olmuyor. Örneğin tarihi bir film çekiyorsam, at binen kadının, bacaklarını açarak mı, oturarak mı bineceğini, ben ancak bu kombinasyonla ön görebilirim. (P.B.)
            - Şu günlerde Roma İmparatorluğu’nun son günlerini okuduğunuzu biliyoruz. Gibbon’un çöküş teorisini Burke’un ekonomik bakışıyla birleştirerek iç patlamanın anatomisini çıkarmaya çalışıyordunuz. Size "çok ama çok manidar gelen" hususlar nelerdir? (A.E.)

(MİLLİYET Ocak 2014 - İmparatorluğun çöküşü- başlıklı yazıdan.)

            - Bir zamanlar bir imparatorluk varmış. Bu muazzam imparatorluk, monarşiden oligarşiye oradan cumhuriyetle birlikte demokrasiye geçiş yapmış; demokrasi, bir süre sonra kendini otokrasiye bırakmış. Gel zaman, git zaman, imparator, kendini eski çağlardaki gibi tanrı sanmaya başlamış. Dinin dizginlerini ele alarak, onu bir güzel kullanmış. İnsanlara cennet vaat ederek, günün zorluklarının üstünü kapatmış. Gözü boyalı halk fakirleşirken, imparator ve şürekası gittikçe zenginleşmiş. Kimilerine adalar, kimilerine altınlar vererek kendine bağlamış. Menfaatten sarhoş yandaşın gıkı çıkmaz hale gelmiş. Tarım ve hayvancılık bitirilince en temel ihtiyaçlar bile uzak diyarlardan getirilmiş. Gibbon’un çöküş teorisini Burke’un ekonomik bakışıyla birleştirerek iç patlamanın anatomisini çıkarmaya çalışırken, bana her şey çok ama çok manidar geldi. (P.B.)

  * 

  İnternete sansür konusuna da değinen Batu; Cumhurbaşkanı onaylar mı onaylamaz mı, bilmiyorum ama, baskı ve korkularla oluşan oto sansür, sansürlerin en kötüsüdür, İkinci tezimi "Sultan Abdülhamit Dönemi" üzerine yaptım. "İstibdat" döneminin karakteristiği olan "Burun" ve "Jurnalci" kelimeleri ikinci Abdülhamid döneminin sansür kurulu yasak listesinde oldukça ilginç; örneğin "Yıldız" kelimesini kullanmak yasaklıymış. "Burun" kelimesi Abdülhamid'in burnunu hatırlatır düşüncesiyle yasaklıymış. Basında "yasaklar", sokakta ise "jurnalciler" o dönemin adı iken, bugün ise demokrasiyle güçlenmesi gereken "Cumhuriyet", dönemin adıdır. Ülkeyi "demokrat olduğunu ve demokrasiyi olgunlaştırdığını" söyleyenler yönetmektedir. ikinci Abdülhamid'in istibdadını hatırlatıyor. "Gezi" zamanı, kutular kondu ki komşularını şikâyet etsinler. Birbirimize karşı resmen dişlerimiz bileniyor. İnsan düşüncelerini söyleyemezse "birey" olmaktan çıkıyor.

            - Girne’den sonra İslamabat, Prag, Londra, Paris, NEWYORK, yaşadığınız kentler. Amerika'da yaşamakla Türkiye'de yaşamak arasındaki en büyük fark nedir? (A.E.)

            - ABD ya da Avrupa’da "bir birey olduğun" öğretiliyor. Burada birey olmadığın için ne bir şeye baş kaldırma, ne de cinselliğini doğru düzgün yaşayabiliyorsun. Türkiye’de en fazla cinsel sorunu yaşayan ve kendini ifade edemeyen orta sınıf kadınlarmış, çünkü sürekli bir bastırma söz konusu, ilk baba evinde başlıyor, oto-sansüre gidiyor. Çoğu insan oto-sansür yapmaktan kendi sesini bile duyamaz hale geldi.Ekümenopolis’i izlemiştim, çok etkilenmiştim. Kentsel dönüşümle ilgili de okumalarım oldu; insanlar ne yazık ki damarına basınca ses çıkartmaya başlıyorlar. Genelde "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın," ancak onların mahallesine tecavüz edilince, kişisel alanına dokununca bir şekilde ses çıkartılıyor. "Entelektüel" bir moda değil, Amerika sistemi. Çünkü dünün çocuğu da bir sosyal sorumluluk projesinde yer alıyor. Bu iyi bir şey aslında! Moda olduğu için yapıyordur belki ama önemli olan bir işe yaraması. Ün denilen şeyin ne kadar değersiz olduğu ortada aslında, ancak bir şey yapıyorsan o ün bir işe yarıyor. Yoksa sokakta yürürken biri imza istemiş, o anlık ego tatmini. (Einstein şöyle demiş: “Ego = 1 / Bilgi.” Yani ne kadar çok bilgi, o kadar düşük ego.)  Sokrat’a baldıran otu zehri içirenleri değil, onun düşüncelerini hatırlıyoruz. Yakılan, hapse tıkılan Giordano Bruno’ları, Galileo’ları, Seyid Nesimi’leri biliyoruz hepimiz, dönemin krallarını, iktidarlarını değil. (P.B.)

* * *             

Canlı yayından sonra Eyüp'te bir kafede söyleşiye devam ettik, düşüncelerini içtenlikle söyledi Pelin Batu, bu defa ben konuyu açmak istedim:

- Sosyal medyada kötü olan bir şey var; kimse sizi tanımazken tek bir fotoğrafınızla "hunharca dalga geçilen" durum.  "İşte sosyal medya böyle zalim bir yer, ne kötü insanlar var" diye biz de klişeye bağlamak istemiyoruz. İyisi, kötüsü, rezili ile sosyal medya bizleriz elbette. Pelin Batu Asmalımescit'te arkadaşıyla el ele görüntülenince; sosyal medyada o kadar çok yorum yapıldı ki, Pelin Batu'nun arkadaşının gizemi çözülemedi. Aslında o yorumları ters köşeye yatıracak bir "insan öyküsü" de çıkabilir, öyle değil mi? (SABAH, Mevlüt Tezel yazısı, Pelin Batu ve Tinerci sevgilisi, 08. Ocak. 2014 tarihli yazıdan aktarmaya çalıştım.)

Sordum:            

Bir gücün varlığına inanır mısınız?

            - Ben bir insanın dininin konuşulmasını mahrem bölgeye tecavüz olarak algılıyorum, kimin neye inandığını, ne kadar dindar olduğunu merak etmem, buna burnumu sokmak istemem. Bu cümle neden çıktı? Bir programda reklam arasında kendi aramızda konuştuktan sonra yayında "Pelin sen de ateist olduğunu söylüyorsun. Öyle mi ?" diye sorulunca yalancı davranmamak için beyan ettiğim bir şey. Yoksa ben ateist bayrağı açtım, iktidara tepki koyuyorum durumu değildi bu. Bunlar cımbızla çekilip “provokatif” bir cümle olarak sunulunca provokatör bir ajan, kara koyun ve sinir bozucu bir karakter oluyorsun. Provokatör bir ajan gibi anılmaktan hoşlanmıyorum. Benim oradaki serzenişim şunun üzerindeydi: Dinin politik nedenlerle kullanılması beni rahatsız ediyor. Görgüsüzce dinin özüyle herhangi bir alakası olmadan dinin şatafatı yapılıyor. Ben iddia ediyorum, ateist olmama rağmen pek çok insandan daha dindar olduğumu düşünüyorum. Çünkü din neden vardır? Bir takım “ritüellerden” ziyade insanlara doğruyu göstermek için, çevreye zarar vermemeleri için, insanlara hakkını vermek ya da insanların bir şeylere arsızca sahip olmamaları, kaosun olmaması için, değil mi? Bir kuvvete inanıyorum, ancak buna bir ad takmıyorum. Hepimizin bir enerji olduğuna ve bu enerjinin de tarif edilemez olduğuna inanıyorum. Dinin bu anlamda da dünyadaki en büyük güç olduğuna inanıyorum. (P.B.)

            *

            Halide Edip karakterini canlandırdığında, etkilendiğini söylüyor Pelin Batu: 
           

- Sayı olarak kadın / erkek eşitliğini görmüş bir ülkeyiz, ancak her gün bir kadın öldürülüyor, kadınların üçte biri baskı ve şiddet görüyor. Bir "kadın" olarak utanıyorum. Kaç kadın Halide Edip gibi çıkıp konuşabilir! Kurtuluş Savaşı'nda kadın, işte bu yüzden 100 yıl sonra Halide Edip'i kıskanıyorum.  Anne / babamın gençliğini kıskanıyorum, kıskanmaktan da utanıyorum. "Özgürlük" meselesini konuşurken eskiyi "kıskanmamak" gerekiyor. Bugün çoğu insan baskı altında susuyor, işsiz kalmaktan, dışlanmaktan korkuyor. Yarınlarımız çalınıyor, "çalınanlar" hepimizden çıkıyor, Somut olan "ayakkabı kutuları" var, "tapeler" var, yolsuzluklar ortalığa saçılmış. Hepsine "dış mihraklar" ve "haşhaşiler" göndermeleriyle "meşruiyet" kazandırmaya çalışmak inandırıcı gelmiyor. Evet, ülkede yollar yaptınız, teşekkür ederiz ama yaptığınız başka "yollardan" neden bahsetmiyorsunuz! Yargıya gidilsin, aklansın, inanalım. Yol açmak böyle olmalıdır. (P.B.) 
            *         

            En büyük şansımız, tarihimiz ve kültür mirasımızdır. Yaşayan kültürümüz içerisinde "Balkan Trajedisi" var, mağduriyetimiz pek konuşulmuyor. "Tarihin Arka Odası" programından ayrılmamım sebeplerinden biri budur. Ninelerimiz Arnavut ve Makedonya muhaciridir. Anneannem 15 yaşında yalnız başına bir kız, Türkiye'ye gelirken tren bozuluyor, yürüyerek gelmiş Bulgaristan'dan.  Bulgar Parlemantosu resmi özür yayınladı, medyamızdan kaçtı. Önemliydi. (P.B.)
            * * *
            Pelin Batu'nun Büyükbabası Selahattin Bey (yani İnal Batu'nun sevgili babası) Selahattin Batu 1905 yılında Eceabat’ta doğdu. Babası Çanakkale İdare Meclisi Başkatibi Emin (Batu) Bey, annesi Gelibolu eşrafından Hacı Ahmet Bey’in kızı Adviye Hanım’dır. Selahattin Bey, ilköğrenimini Lapseki İlkokulu’nda tamamladıktan sonra, 1921’de Gelibolu İdadisi’nden mezun oldu, 1941’de profesör oldu. 1943’de milletvekili seçildi ve TBMM’nin VII. Döneminde Çanakkale Milletvekili olarak görev aldı. 1973 yılında İstanbul’da öldü. Mezarı Zincirlikuyu'dadır.
            * * *

            Babası emekli büyükelçi Merhum İnal Batu'nun görevinden dolayı, çocukluğu Kıbrıs, Pakistan, Çek Cumhuriyeti ve ABD'de geçti Pelin'in. İlk ve ortaokulu Pakistan'da, liseyi New York'taki Marymount Okulu'nda bitirdi ve ayrıca Mannes Müzik Koleji'nde (İngilizce: Mannes College The New School for Music) müzikal ve tiyatral yetenekler kazandı. New York Üniversitesi'nde edebiyat ve felsefeye başlamış iken, çalışmalarını "Tarih" olarak değiştirdi ve Boğaziçi Üniversitesi'nde eğitimini tamamladı. Doktorasını 2012 yılında Boğaziçi Üniversitesinden aldı, şimdilerde yarım bıraktığı edebiyatı bitirmeye çalışıyor.
1999 yılında çektiği "Harem Suare" filmiyle sinema dünyasına giriş yaptı, ayrıca birçok film ve dizide oynadı. (Glass / Cam, 2003),  (The Book Of Winds Rüzgarlar Kitabı, 2009), (Resim Defteri) isimli kitapları vardır. Ahmet Almaz'ın "Yahudilik Tarihi"isimli kitabında bir bölümü yazdı. 

Habertürk televizyonunda Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu ile birlikte "Tarihin Arka Odası" programında yer aldı. Milliyet'teköşe yazıları yayımlanmaktadır.

          * * *
          Rumeliler kızlarına "kısçe", oğlanlarına "kızan" derler ve okumuş olanları, aydın yüzlü evlatlarını daha bir başka severler. Şimdi biz; "Kısçelerimizi ve Kızanlarımızı" gerçekten tanıyor muyuz, yoksa "tanıdığımızı" mı sanıyoruz! Yoksa biz "gerçekten" yanılıyor muyuz?

 
Toplam blog
: 276
: 1102
Kayıt tarihi
: 19.11.12
 
 

Evli, 2 evlat babası, 1965'te doğdu, inançlı, müziksever, insansever, yurtsever, iyi yüzer, ünive..