Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '15

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ne kötü insanlarız biz…

Ne kötü insanlarız biz…
 

pd4pic.com


Ne asık yüzlü bir insandı o! Üstelik de aksi…

Abartmayım; evet asık yüzlüydü ama ben bir aksiliğini görmemiştim. Sadece duymuştum. Aksi bir insanmış, üstüne görev olmayan şeylere de karışırmış! Ben böyle bildim onu. Gençlik işte, acemilik…

Bir gün yine günün konusu asık yüzlü, aksi amcaydı. Merak ettim sordum; o üstüne vazife olmayan şey nedir? Örneğin nelere karışıyor?

Anlattıklarında “adam haklı ama” deyiverince oklar benim üstüme döndü:

Ona ne oluyormuş? Herkesin işine ne diye karışıyormuş? Ben neden böyle söylüyor muşum? Zaten benim gibilerden yüz buluyormuş…

Kış günüydü. Ankara’nın ayazını bilirsiniz. Gün içinde güneşli olmasına karşın, güneş kaybolur kaybolmaz ayaza çeker ve don olur.

İşte böyle bir günde manav ile tartışmış. Çünkü manav akşamları bir teneke suyu, temizlik olsun diye, yan taraftaki çarşının merdivenlerine dökermiş. Aksi amca çarşı esnafı değil ama manava oraya su dökmemesini söylemiş. Aldığı ilk yanıt, hepimizin bildiği o beylik söz:

-          Sana ne?

Aksi amca, sesini yükselterek, merdivenin gece buz tuttuğunu, sabah gelenlerin ayağının kaydığını, birisinin düşüp kafasını, ayağını kırabileceğini anlatmış. Ama manav ısrarlı; ben ılık su döküyorum diyormuş, maksat temizlik olsun!

Aksi amca iyice bozmuş ağzını; be hey dangalak, su soğumuyor mu?

Neyse araya girenler olmuş, sakinleştirmişler ama aksi amca hala söyleniyormuş. Sinirleri iyice bozulan manav, aksi amcaya doğru, vurmak üzere, bir hamle yapmış. Yapmış ama yan taraftaki balıkçının döktüğü sular yüzünden, parlak taş döşemelerin üzerine kaplanan ince buz tabakası nedeniyle, alaşağı oluvermiş. Kafasını yere vurmuş!

Sonrası bildik hikâye işte… Manav hastaneye götürülüyor, balıkçı da, suçunu bastırmak için olsa gerek, aksi amcaya verip veriştiriyor.

-          Senin yüzünden oldu, adamı durduk yerde kızdırdın!

-          Asıl senin yüzünden oldu, ben sana o parlak taşları oraya döşerken söylemiştim, burayı sürekli ıslatıyorsun, insanlar düşebilir diye!

-          Benim işim bu, tabi ıslatacağım, sana mı soracağım!

-          Islatmana bir şey demedik zaten, taşlar kayganlaşıyor diyorum, anlasana!

-          İşimi senden mi öğreneceğim. Balık ıslatılır!

Aksi amca iyice sinirlenmiş.

-          Be hey dangalak, dinlesene beni! Islatma demiyorum. O döşemeyi yanlış yaptığını ve manavın da senin yüzünden düştüğünü söylüyorum.

Balıkçı sinirlenmiş, tezgâhtan bir Çinakopu kaptığı gibi aksi amcaya fırlatmış…

Yok, yanlış oldu, fırlatamamış! Çünkü ayağı kayınca o da düşmüş. Neyse ki bir şey olmamış, tutmuşlar…

Berberin kalfası bana bunları anlattığında gayr-i ihtiyari ağzımdan çıkıverdi: “Adam haklı ama…”

Ben de anlatamadım aksi amcanın haklılığını. Ama ondan sonra ona karşı bir sempatim oluştu.

O asık yüzlü olabilir. Herkesin işine karışıyor olabilir. Aksi gibi görünebilir ama sonuçta akıllı, öngörülü ve çevreye duyarlı bir insan… Yoldan gelip geçenler çöp atıyorlarsa onlara da müdahale ediyordu aksi amca…

Fırsatını bulduğum bir yaz günü yanındaki tabureye, destur isteyerek, oturdum. Yüzü asıktı ama bana dönüp “çok mu yoruldun” diye sordu.

-          Biraz yürüdüm de… Ayakkabı da vurmaya başladı.

-          Çıkart bakayım, neresi vurdu.

Ayakkabımı çıkartıp gösterdim. “İşte şurası” demeye kalmadı, bir çocuğu çağırdı.

-          Süleyman abine götür bu ayakkabıyı, şu kısmını iyice bir dövsün. Astar terden katılaşmış.

Şaştım kaldım. Tek ayakkabı ile oturmaya devam ettim. Aksi amca da benimle sohbete başladı. Arayıp da bulamadığım bir şeydi.

-          Ben seni tanıyorum, çok sık geliyorsun buralara.

-         

-          Geçenlerde gördüm, sigara paketini atmak için ta çöp kutusuna kadar gittin. İzmaritini de söndürüp peçeteye sardın. Giderken çöpe attın…

-         

-          İşte böyle olmak lazım! Şu ortalığın haline bak, herkes ne var ne yok yollara atıyor.

Az sonra ayakkabım geldi. Gerçekten de rahatlamıştım. Vedalaştık, teşekkür ettim. “Ayakkabıcıya borcumu ödemek isterim, nerededir” dedim. “Ayakkabıcı benim. Borcun da yok, hadi güle güle” diyerek kovaladı beni kötü, asık suratlı, aksi amca…

O günden sonra aramızda çok güzel sohbetler başladı. Anladım ki, aksi amca aksi ve asık yüzlü falan değil! İnsanlar onu bu hale getirmiş…

Bir gün “benim için söylemedik söz bırakmazlar, ama ne zaman bir hakeme ihtiyaç olsa bana gelirler. Dangalak bu insanlar. Basit konularda bile anlaşamazlar! Durmadan birbirlerinin dedikodularını yaparlar, ama beni görünce susarlar. Çünkü dedikodu yapanı sevmem, ağzının payını veririm”  dediğinde aslında onun toplumun en çok ihtiyaç duyduğu iyi insanlardan biri olduğunu anladım. İyi ama aksi! Kimine göre de aksi ve kötü!

Evet, anlatacaklarım buraya kadar aslında. Burada kesip, “anlayan anlasın” diyesim var ama iyi, kötü ve çirkin üzerine konuşulacak çok şey var değil mi?

 

Belki siz de böyle bir insansınız:

Üstüne vazife olmayan şeylere karışan, aksi, meymenetsiz bir insan olabilirsiniz.

Karıştığınız konular toplumu ilgilendiren, ama kimsenin umurunda olmayan kurallar ya da önemli detaylar olabilir. Sık sık karakolluk da oluyorsunuzdur. Başta aileniz olmak üzere sizi tanıyanlar; “karışma, sana ne, sen mi düzelteceksin insanları “ diyerek öğüt veriyorlardır. Ama siz bıkmadan, usanmadan toplumun zararına olacak her şeyi düzeltmeye çalışıyorsunuzdur. Eğer böyleyseniz pek sevilmiyorsunuzdur. Sizi kötü insan olarak tanıyorlardır. Fakat bu durum umurunuzda değildir! İflah olmaz bir çevreci, iflah olmaz bir kuralcısınızdır.

Sizi, şimdilik, bir kenara koyalım. Ama bir de ad verelim, adınızİflahettin olsun…

 

Siz de belki şöyle bir insansınız:

Toplumda, İflahettin gibi, tüm olumsuzlukları görüyorsunuz. Ama iyi tembih almışsınız ve kimseye karışmıyorsunuz. Öyle ya, size ne? Siz mi düzelteceksiniz bu insanları? Karışmıyorsunuz ama içinizde biriktiriyor ve ne zaman bir muhabbete otursanız durmaksızın şikâyet ediyorsunuz. Herkes size hak veriyor, hak verildikçe coşuyor, sonunda şikâyetlerinizi en üst seviyeye çıkartıp, “adam olmayız biz azizim, bana yetki verecekler, bak bir daha…”  diyerek egonuzun coşkulu tatminini sağlıyor olabilirsiniz.

   Kimse sizi susturamıyor. İflahettin hariç! Çünkü o “ne şikâyet edip duruyorsun, söyleseydin ya, ağzına bir tane çaksaydın ya” gibi cümlelerle bir bakıma “şikâyet edip duracağına, şikâyetçi olduğun konuda bir eylem yap, yapamıyorsan sus da kafamız şişmesin” diyordur… İşinize gelmediği için İflahettin’in yanında susuyorsunuzdur. Hatta ondan pek hoşlanmıyorsunuzdur. Ama için için gıpta ettiğinizi de söyleyebiliriz. Çok şikâyet ettiğiniz için çevrenize egosal bir rahatsızlık verdiğinizi de söyleyelim bu arada.

Sizi de şimdilik bir kenara koyalım ve şanınıza yakışan bir de ad verelim: Adınız Şikâyettin olsun.

 

Şöyle bir insan da olabilir misiniz?

Çevrenizde, hatta toplumun genelinde belki de Dünya’da olup biten her şeyi farkındasınızdır. Hatta öyle ki, şu an olanların yıllar sonra nasıl sonuçlar verebileceğini dahi görüyorsunuzdur.

Tüm gördüklerinizi zihninizde pişirip, çevrenize sakin sakin, sabırla ve hiç bıkmadan ikram ediyorsunuzdur. Hiçbir şeyi şu an için yapmayan, her eyleminizin toplumsal yararlar sağlamasını amaçlayan, daima gelecekte yaşadığınız için yaşadığınız anda anlaşılmayan, anlaşılmadığı için eleştirilen, neşeli, çevresiyle uyumlu ama bir haksızlığı, adaletsizliği, dedikoduyu, iftirayı gördüğünde karşısındakiyle ilişkisi ne düzeyde olursa olsun kestirip atan! Kestirip attığı için şiddetle eleştirilen ve birdenbire “kötü” oluveren… Gene de bildiği yoldan şaşmayan, şaşmadıkça üzerine oklar çeken…

Böyle olabilir misiniz? O zaman size de bir ad verelim.  Adınız Sakine olsun…

 

Ya böyle bir insansanız?

Dünya sizin çıkarlarınız için dönüyordur. Herkesle uyum içinde yaşıyorsunuz ama çıkarınız bittiği anda ya da çıkar göremiyorsanız arkanızı dönüveriyorsunuz…

Aslında kurduğunuz ilişkiler “bir gün lazım olur” ilişkileridir. Bu nedenle insanların özel hayatına dair bir sürü bilgiyi de toparlıyorsunuz… Olur ya, arkadaşınızın Vali olan uzak kuzeni bir gün işe yarayabilir. Günü geldiğinde bu yardımı istersiniz ama arkadaşınız “vallahi yıllardır görmüyorum, işim düşünce görüşmeyi de doğru bulmuyorum” dediği anda kaybedenler listesine adını yazıverirsiniz…

İlk gördüğünüz kişiye “kırk yılda bir yardım istemiştim” diye ağlayarak kötülemeye başlar ve o meşhur, üç ağızlı, 3F kılıcını çekiverirsiniz… Elinizdeki kılıç çok tehlikeli ve güçlüdür. Bunu bilirsiniz. Çünkü bununla pek çok kelleyi almışsınızdır.

Bu kılıcı, sizin ne olduğunuzu bilen ve ilişkisini sınırlayan insanlar için de acımasızca kullanırsınız.

Hatta sudan sebeplerle kıskandığınız, haset ettiğiniz insanları da bu silahla kalleşçe, sırtından vurabilirsiniz. Onların ekmeğiyle, haysiyetiyle, onuruyla, belki de hayatıyla oynamış olmanız size bir şey ifade etmez. Çünkü dünya sizin içindir… Diğerleri avdır!

 

Bu kılıcı savurmak kolay değildir. Yardımcı olabilecek birkaç kişi bulmanız gerekir. Ama bu kolaydır!

Çevredeki zayıf şahsiyetler, ötekileşmiş karakterler, korkak iyiler, dedikoduyu, iftirayı pek seven karaktersizler sizin en iyi yardımcılarınızdır. Onları özenle besler ve ötekileşmelerine yardımcı olarak kendinize kul edebilirsiniz. Sonra büyük bir keyifle, son derece zarif dillerle zehri saçmaya başlar, rakibiniz sersemlediği anda 3F kılıcıyla kellesini alıverirsiniz.

En güçlü sizsinizdir artık. Kimse sizinle baş edemez. Bu doğrudur, çünkü siz piyonları kullanırsınız. Eğer hasmınız karşı hamle yaparsa olan piyonlara olacaktır. Tıpkı iblis gibi, ortadan kaybolur ama olan biten her şeyi izlersiniz. Arada bir piyonlarınızı besleyip davadan dönmemelerini sağlarsınız.

En son kılıcınızı havaya kaldırıp “en iyi benim” diye haykırır, kılıcınızın Fitne, Fesat, Fücur ağızlarını bilemeye koyulursunuz.  

Çevrenize ne kadar iyi insan olduğunuzu göstermek için tekrar kibar ilişkiler kurar ve onların boşluklarını not etmeye başlayabilirsiniz. Olur ya, bir gün onlara da haset edebilirsiniz. İçinizdeki iblis yeni kurbanlar isteyebilir.

Böyle olabilir misiniz? O zaman size de bir ad verelim.  Adınız Fitniye ya da Fitnettin olsun…

 

Ne diye anlattık bunları?

Laf “aksi amcadan” çıktı… Bütün kabahat onun!

Eğer o yapmaya çalıştığı iyilik ve güzellikleri sükûnetle yapmış olsaydı bize bir model oluşturmayacaktı… Aklıma İflahettin gelmeseydi siz de bu kadar laf kalabalığını okumak zorunda olmayacaktınız.

Eğer Şikâyettin bu yazıyı okursa şikâyet edecek bir şey bulur elbet…

Şikâyet ederken ne dediğini iyi anlayın:  Eğer bir kişiden şikâyet ediyorsa aslında “o bir hiç, ben ondan daha mükemmelim” diyordur. Amacı bu olmasa da, sözün ayna simetrisini alırsak, ortaya bu sonuç çıkar. Egosu kendini mükemmel gösterir ona.

Sizi arayıp, ağlamaklı ifadelerle, başkalarını şikâyet eden insanlara çok dikkat edin olur mu? Zira biraz sonra sizi şikâyet edecektir. Çünkü Şikâyettin ’in beslenme yoludur bu. Siz yemek yemeden durabilir misiniz? Onun gibi…

Sakine, eminim şu anda bu yazının toplumsal sonuçlarını düşünüyordur. Ne dendiğini, neden dendiğini ince ince algılamıştır. Eğer, kişisel değil, toplumsal bir art niyet sezinlemişse beni defterinden silecektir ve benim bundan haberim dahi olmayacaktır. Aslında yaptığı hatadır, çünkü herkesin ve tabi ki benim de, yaptığı hatayı bilmek hakkı vardır. Neyse, söyler belki, günahını almayalım.

Fitniye ya da Fitnettin ne yapıyor peki? İnanır mısınız, sanki kınından çıkan bir kılıcın vınlama sesini duyar gibi oldum şu an.

Onlar kendilerinden pek de hoş söz edilmediği için, belki de haset ettikleri için, yaverlerini toplantıya çağırmışlardır bile… 3F kılıcını sallayarak gerekli tüm fitne, fesat, fücur konularını derlemeye başlamış ve görevleri dağıtmışlardır. Zavallı Sancho Panza’ lar!

Peki, bunlar beni tanıyan insanlar mı ki ben bunları anlatıyorum? Hayır, konu benlik değil, hepimizlik!

İroni yapmaya çalışıyorum beceriksizce. Çünkü Aksi Amcalar, İflahettinler, Şikâyettinler, Sakineler,  işin en kötüsü Fitniyeler ve Fitnettinler toplumdaki öykü kahramanlarından sadece bir kaçı…

 İnsanlar menkıbelerini yazarken bu kahramanlar gelir ve isteseniz de, istemeseniz de menkıbenin bir kenarına ilişiverir.

 Fitniye ve Fitnettin hariç, hiç biri kötü insan değildir!

Ama bir anda kötü insan olarak tanımlanıverirler… Kötü insan olarak tanımlanmak çok basittir çünkü.

Tabi ki başka kahramanlar da var; Dobradobraettin’ler, Nemelazımciye’ler, Bananeciyettin’ler, Egomen’ler  vs…

Bir gün hepsini aynı öyküde buluşturup konuşturmak hoş olur, değil mi?

Neyse, önemli olan kendimiziz! Biz Fitniye ya da Sancho Panza olmayalım da, ne olursak olalım…

Ama unutmayalım, Fitniye’nin üç ağızlı kılıcı hepimizin tepesinde sallanıyor. Öyle zamanlara geldik işte…  Önemli olan birbirimizi uyarmak ve fitneciye fitnecisin diyebilmek! Onlar azaldıkça yaşam daha güzel, onlar azdıkça Dünya cehennem oluyor…  Savaşlar bile onların yüzünden çıkıyor!

İnsan olmanın şartıdır fitneciye fitneci demek… Cesur olmak lazım, insan olmak lazım…

Hoş; iblise iblis deyince üzülür mü ki? Görevim der çıkar…

Biz gene de diyelim ama!

 

 

 
Toplam blog
: 90
: 2099
Kayıt tarihi
: 27.05.07
 
 

Yaşayacağım yıllar yaşadıklarımdan daha az... Öyleyse "adam gibi yaşamalı" diye düşünüyorum. Kola..