Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Haziran '19

 
Kategori
Anılar
 

Ne Mutlu O Hanımlara


Şanssızlığım kız olmaktı suçu
Bir gün babam aldı beni kucağına sevmek için
“Kız çocuğu sevilmez o kadar” dedi annem.
                                        Türkan ŞANLI
                                      (Çaputlu Ardıç)

            Leyla ile Mecnungibi ünlü birkaç öykü, âşıklar birbirine kavuşmadan sona erer.

            Bana sorarsanız, ister kadın olsun ister erkek, birini gerçekten sevmişse eğer, bütün engelleri yener.

            Önceki iki yazıda anlattığım gerçek yaşamöyküsündeki gibi aynen… Kaldı ki, bu öykünün kahramanı, henüz 16 yaşında bir genç kız.

            Üçüncü görüşünde tutuluverir; Aksu Köy Enstitüsü mezunu genç bir öğretmene. Hem öyle bir tutulma ki!..

            İyi, güzel de, öğretmenin bu taraklarda hiç bezi yoktur sanki. Kendi havasındadır o. Hele hele Aksu’dan kız arkadaşı bir öğretmeni istemeye gidip de elleri boş dönünce…

            Aklı orda mı kalmıştı acaba?

            Dur sen, dur sen Mustafa Öğretmen. Kadının fendi, erkeği nasıl yener; görürsün sen!

            Yaz sonunda, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü sınavını kazandığını öğrenir; genç öğretmenimiz. Sevinçle koşar gider Ankara’ya. Bakmadan hiç arkasına… Kendisi için iyi ama O’nu seven genç kızımız için hiç de güzel bir haber değildir bu.

            Niçin mi?

            Kızımız ilkokul mezunu. Araları iyice açılıyor çünkü. Ve Ankara’daki yatılı okulda, genç öğretmenin kendi ayarında yüzlerce kız… Ya birine gönlünü kaptırırsa!..

            Bu gibi soruların hiçbirini takmaz kafasına O. Aksine, tüm yeteneğini kullanıp kaleyi içten fethetmeyi koyar aklına. Bunun için öğretmenin annesini ziyaret eder sık sık.

            Dikilecek yastık mı var, fistan mı? Ve işlenecek nakış?.. Örülecek kazak, dantel, oya?..

            Boşuna mı biçki-dikiş ve nakış kursu açtırdı köyde? Evvel Allah, hepsi de gelir elinden. Ve zevkle, hem de en güzel yapar hepsini.

            Eee! Evlenecek yaşa gelmiş oğlu olan bir anne, böyle güzel, çalışkan, yetenekli ve üstelik kendisini sevip sayan, bir dediğini iki etmeyen bu genç kızı kaçırmak ister mi?

            Gökte ararken yerde bulmuş! Ayağına gelmiş bir kısmeti niçin tepsin ki? Gelin adayının babası öğretmen, annesi hanım mı hanım… Daha ne ister, bir oğlan annesi?

            Hele bir şubat tatili olsun da gelsin biricik oğlu. Aklında başka bir kız varsa bile, ağzından girer, burnundan çıkar. Çeler gönlünü oğlanın. Kız çoktan yakmış abayı zaten. Bir de söz kesip nişan yapıverirse… Oh oh, tadından yenmez.

            Gerçekten de aynen böyle olur her şey. Bir buçuk yıl nişanlı kaldıktan sonra, damat adayımız okulu bitirip döner Korkuteli’ye. Kısa bir süre sonra Maraş Kız Enstitüsü’ne atandığı haberi gelir.

            Durulacak zaman değildir. Sayılı gün çabuk biter. Düğün hazırlıklarına başlanır hemen. Ve Türkan’la Mustafa evlenirler.

            Gelin 17 yaşında, damat 23…

            Henüz yirmi günlük evli iken, gurbet yoluna düşülür. Yanlarında damadın 11 yaşındaki kardeşi Mehmet de vardır.

            Türkan’ın evinden, memleketinden ilk ayrılışı, kara trene ilk binişidir. Eşiyle, aşkıyla birlikte olduğu için mutludur ama… Tren, Toros dağlarındaki uzun ve karanlık tünellere girince korkar. Kendini o heybetli dağlar arasından geçip giden trende çok yalnız hisseder.

            O anda, birinin kendisini kucaklamasını, elinden tutmasını ister. Ayağa kalkıp eşinin dizlerine oturmayı düşünür. Ancak aşkının kucağında kardeşi Mehmet uyumaktadır. Üzüntüyle dönüp oturur yerine.

            Üzülmemeliydi; eşinin kendinden çok kardeşiyle ilgilenmesine. Kendisine hiçbir şey sorulmayıp hiçbir şey söylenmemesine... Öyle ki, Mehmet’in geleceği bile söylenmez kendisine. Otobüse binince öğrenir ancak.

            Ve eşi, kendi yaşında kızların öğretmeni olacaktı. Siz olun da kaygılanmayın haydi!

            Ama hayır, üzülmeyecekti O, sorun yapmayacaktı bunların hiçbirini. Oturup ağlamak yerine hayallerinin peşine düşecekti.

            Bakar ki, eşinin çalıştığı okulun Akşam Sanat Enstitüsü diye de bir bölümü var. Üstelik buraya evli hanımlar da kaydolabiliyordu. Bir akşam:

            “Mustafa, ben Akşam Sanat’ın dikiş, nakış ve sırma derslerine kaydolmak istiyorum.” der.            “Paranız yetmez; hem ev işlerini kim yapacak?” gibi olumsuz bir cevap alır.

            Başka bir hanım olsa, “Ben istedim ama eşim izin vermedi. Gelişmemi engelledi.” diye yakınır durur. Türkan Hanım pes etmez:

            “Ev işleri olduğu kadar olsun. Paramız yetmezse bileziklerim ne güne duruyor?” deyip direnir. “Ben yalnızca yemek pişirmek, bulaşık ve çamaşır yıkamak için mi evlendim? Benim de yeteneklerimi geliştirmeye hakkım yok mu?” diye düşünüp vazgeçmez kararından.

            Bu kez, yelkenleri suya indiren Mustafa Öğretmen olur. Bir sabah, eşini okula götürüp öğretmenlerle tanıştırır. Ve böylece kaydolur kahramanımız, istediği okula ve bölümlere.

            O, öğretmenlerini çok sever; öğretmenler de O’nu… Yeni şeyler öğrenmek arzusu ve merakı öyle güçlüdür ki, dikkatle izler dersleri. Öğrendiklerini uygulamaya koyar hemen.

            Derslere ve öğretmenlerine olduğu kadar kendine de önem verir. Çok güzel giysiler dikip giyer. Eşinin öğrencisi olan yaşıtı kızlarla tanışıp arkadaş olur.

            İyi ki, aldığı olumsuz bir cevap karşısında hemen bozulup yılıveren bir insan değil O. İyi ki, ama doğru ama yanlış, eşinin her dediğini hemen kabulleniveren, korkak ve pısırık bir hanım değil.

            Ne olacaktı; kendine güvenmeyen öyle biri olsaydı?

            Evinde oturacak, “Eşim beni sevmiyor. Eşim benim arzularıma kıymet vermiyor. Benden çok başkalarına ilgi gösteriyor” diyerek sabahtan akşama kadar ağlayacak, kıskançlık kavgaları çıkaracak, hem kendisinin hem eşinin moralini bozacaktı.

            Oysa, tamamen aksi bir yol çizer, kendine O.

            Evde oturan bir “ev hanımı” olmayacaktı. İlgi beklemeyecek, sevgi beklemeyecekti. Aşkını, sevgisini yaşamak önemliydi elbet, önemliydi de… Kimsenin de tutsağı olmayacaktı.

            Karşısındakinden bir şey beklememeyi, Maraş’a gelirken, ilk kez Burdur’da bindiği kara tren yolculuğunda öğrenmişti.

            “Okutmadılar beni” deyip babasına, dedesine kızıp küsmek yerine, kendini yetiştirmek için çaba gösterir. Çocuk romanlarından başlar okumaya. Polyanna’yı çok beğenir. Özdeşleştirir kendini O’nunla. Hayatı sever, doğayı sever. İyimser açıdan yorumlar tüm olayları.

            Yaz gelip de Maraş’tan memlekete dönerken, ilk çocuğuna hamiledir. Korkuteli’de baba evine iner. Eşi Mustafa Öğretmen askere gider çünkü.

            Yaz sonu, ekim ayının ortalarında kızı Hürriyet doğduğunda, baba Mustafa Şanlı askerdir.

            Türkan Şanlı, “anne” olmuştur artık. Dünyadaki makamların en güzeli, en yükseği “annelik” tahtına oturur kıvançla.

            Ne mutlu, “Ben kadınım ama önce insanım. Benim de haklarım, benim de arzularım var. Hiç kimsenin tutsağı da değilim, kölesi de…” deyip duygu, düşünce ve hayallerini resim, müzik, şiir, öykü, roman gibi araçlarla sanata dönüştüren hanımlara!

                                   Harika Bir Roman

            “Zevkle okuyup beğendiğin üç kitap adı söyle” deseler, biri mutlaka H. Esat Yavuztürk’ün Umut Peşinde adlı anı-romanı olurdu.  Erzincan’ın Kemaliye (Eğin) ilçesinin bir köyünde doğan yazar, ilkokulu bitirdikten sonra İstanbul’a gelir. Çeşitli işlerde önce çırak, sonra kalfa olarak çalışır. Sonra da ver elini Almanya…

            Öyle anlamlı, duygulu, içten ve yalın anlatır ki Almanya macerasını, elinize aldınız mıydı kitabı, bırakamazsınız bir daha. Yıllarca önce basılmış bu eseri, çok geç olarak geçen yıl okumuştum ben. Bu harika eserin Dorlion Yayınları’nca yeniden yayınlanmış yepyeni ve çok güzel bir baskısı var şu an elimde. Kitap bu haliyle bir kez daha okuttu kendini bana.

            Yazar, “Almanya’da görüp-duyup öğrendiğim olaylar, benim derin uykudan uyanmamı, tutsak edilmiş beynimdeki kirli pasların silinmesini sağladı” diye özetliyor öyküsünü. İsterdim ki, beynindeki pasların silinmesini isteyen herkes okusun; bu harika romanı. (*)

            Böyle bir eseri, yazarını hiç üzmeden, böylesine temiz ve düzenli bir baskıyla okuyucularına sunan Dorlion Yayınları yöneticilerini ve yazar Yavuztürk’ü yürekten kutlarım!

            Elinde basılmaya hazır kitabı olup da yayınlatma imkânı bulamayanlara işte güzel bir fırsat…

Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

  • (*) Umut Peşinde, H. Esat Yavuztürk, Dorlion Yayınları, Ankara, haziran 2019

           

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..