Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ağustos '09

 
Kategori
Siyaset
 

Ne Mutlu Türküm diyebilmek!

Yazıma Atatürk'ün bir sözüyle başlamak istiyorum:

'Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikbâllerini kaybetmeye mahkûmdurlar.'

Benim yürekten sevgiyle bağlı olduğum insanın bu tespitleri ne yazık ki ve acıdır ki bugünkü toplumumuzun durumumuzu anlatıyor.

Bu ülkenin ulusal çıkarları için düşünebilen insanlarının sayısını mümkün olduğunca aza indirmeyi, ayakta kalmayı başaran düşünenleri de yılgınlığa alıştıran psikolojik operasyonlarla Türk milletinin direncini kırmaya çalışıyorlar.

Lozan ile kapandığı sanılan dosyalarını çok uzun yıllar önce açmış olan büyük devletlerin kendi ulusal çıkarları için uygulamaya soktuklari büyük ortadoğu planlarının odağında Türkiye yer alıyor.

Kim ne derse desin; 21.Yüzyılın Hedef Ülkesi Türkiye'dir!

Aynen 20. yüzyılın başında olduğu gibi, 21. yüzyılın başında da Hedefiz!!!

Neden Hedefiz diye sorarsanız cevabı çok açıktır;

Mevcut petrol tüketim seviyelerinin karşılanabilmesi için Uluslararası Enerji Ajansına göre 4 Suudi Arabistan’a ihtiyaç olduğunu ifade edilmektedir. Çok açıktır ki dünyamız yeni bir Enerji geleceğine geçiş sürecindedir. Bu süreçte de 20. Yüzyılın başında olduğu gibi 21. yüzyılın başında da sınırlar petrole bağlı olarak yeniden çizilmektedir.

Son 200 yılda petrol üzerine kurulu olan insan uygarlığı yaşamını Enerjisiz idame ettiremez. Bu yüzden, Büyük Devletler Enerji ve enerji nakil hatlarının üzerinde kendilerine problem yaratacak ve/veya güçlenecek devletler istemezler, bu bölgeleri her zaman hâkimiyetleri altında tutmak isterler. Bunu ya kukla yönetimlerle ya iç karışıklıklar çıkartarak ya doğrudan müdahale ile ya da devletleri küçük parçalara bölerek yaparlar. Böylelikle küçük parçalara böldükleri ülkeleri kolayca yönlendirme olanağına kavuşurlar.

“Demokratikleşme, açılımlar ve reformlar” maskesi altında aşırıya kaçan çabaların ve samimiyetsizliğin sebebinin Türkiye Cumhuriyetinin ulusalcı niteliklerini değiştirmek olduğu çok açıktır. Amaç halkımızı laik anti-laik ve etnik köken bazında ayrıştırmak, çatışma sürecini hızlandırmaktır. Böylellikle ulusal hak ve çıkarlarımızın savunulması yerine bu çatışmalar halkımızın gündemine oturtulmuş olacaktır. Son yıllarda yaşananlara ve tartıştıklarımıza bakınca planın tıkır tıkır işlediğini görmüyor muyuz?

Ab-d’nin Kahpe Plan’nının amacı Cumhuriyetin kuruluş felsefesini yerle bir etmek ve kendilerince din eksenli ve federasyonlara dayalı bir devleti kukla olarak yönetmektir.Yoksa insan hakları, demokratikleşme, inançlara saygı gibi söylemler pastanın üzerindeki sos gibi yutturmacadır.

Ben ne ABD ne de AB düşmanıyım, hatta çoğu zaman takdir ederim, sonuçta kendi ülkelerinin ve insanlarının çıkarlarını koruyorlar. Ama ülkemin bu şekilde bir oyuncak haline getirilmesini içime sindiremiyorum. Büyük devletlerin basketbol takımı gibi ortalıkta konuşan çokbilmiş yazar takımı tarafından aptal yerine konulup, kandırılmayı da kişisel bir hakaret olarak görüyorum.

Kürt Açılımı söylemlerinde bulunanların, bu işin bayraktarlığını yapanların aşağıdaki cümleler hakkındaki yorumlarını da merak ediyorum doğrusu;

21 Temmuz 1919 İngiliz Büyükelçilik müsteşarı Hohler’in Londra’ya gönderdiği yazıda “…şimdi Mezopotamya(Irak) bizim olduğuna göre, ona (Binbaşı Noel) bir Kürt devleti kurdurup kuzey dağlarını öylece koruyabiliriz. Binbaşı Noel, bir Kürt Lawrence’dır. Majesteleri’nin Hükümeti’nin amacı Türkleri elden geldiğince zayıflatmak olduğuna göre Kürtleri bu şekilde harekete geçirmek fena bir plan değildir…”

18 Ağustos 1919’da ise İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Webb, Lord Curzon’a yolladığı raporunda İngiliz, Amerikalı ve Fransız diplomatlarla vardıkları anlaşmayı özetliyordu; “…Trabzon ve Erzurum’u içine alan Ermenistan Amerikan korumasına, geri kalan 4 il de Kürt Devleti olarak İngiliz himayesine bırakılacaktır.”

Bu mektuptan sadece 9 gün sonra ise Müsteşar Hohler Londra’ya şu mesajı çekmektedir;

“…Kürt sorununa verdiğimiz önem, Mezopotamya ile ilgilidir. Kürtlerin ve Ermenilerin durumları bizi hiç ilgilendirmez…”(Hikmet Uluğbay-İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik)

Dün olduğu gibi bugünde dinsel ve etnik farklılıkları kendi ereklerine varmada kullanmaya hazır "emperyalist küresel güçlerin" hazır olduğu bir ortamda, bu gibi tartışmaların ülkemizi bölünmeye götüreceği aşikârdır... Anadolu gibi çok farklı etnik kökenden insanı konuk etmiş bir coğrafyada "etnik saflık" (kürt ırkı ya da türk ırkı)doğrultusunda düşünce üretmek olsa olsa bir "akılsızlık" ürünü olabilir. Hemen hepimizin soy ağacına bakıldığında ortaya çıkan "etnik karışım" çok açık olarak ortaya çıkacaktır.

Atatürk'ün "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözünü tam olarak anlamayanlar ve anlayıp da anlamak istemeyenler bu sözü "ırkçılık" olarak görmekte ve bunun "şövenist" bir söylem olduğunu dile getirmektedirler. Oysa akıl süzgecinden geçirilip irdelendiğinde, "Türk olana!" değil de "Türküm diyene!" söyleminin ne anlama geldiği daha iyi anlaşılacaktır.

Ne ilginçtir ki; Mustafa Kemal Atatürk'den yaklaşık 100 yıl sonra, emperyalizmin dışarıdan ve içeriden kuşatması altında olan Anadolu'muzu bir arada tutabilecek tek kavram olan "Ulus Devlet" bir kez daha bizim can yeleğimiz olacaktır. Tabii kıymetini ve anlamını bilirsek...

 
Toplam blog
: 115
: 586
Kayıt tarihi
: 29.01.07
 
 

Tarsus Amerikan Lisesi (1984) O.D.T.Ü - İnşaat Müh. (1989) SUNY at Buffalo - Yüksek Lisans (1992) 19..