Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ocak '16

 
Kategori
Anılar
 

Ne sofraydı ama!

Ne sofraydı ama!
 

Eski bir gelenek olan Zekeriya Sofrası


Eski Karşıyaka’da sahil boyu sıralanmış iki üç katlı o şirin cumbalı evlerden birinde, Alaybey yalısında oturuyorduk. Çocukluğumun belki de en güzel günlerinin geçtiği bu evde yaşanmış anılarım var. Yıllar geçtikçe ve yaşlandıkça şimdi uzaklarda kalan bu anılarımı bazen yüzümde tatlı bir tebessümle anımsıyorum ve her birinin doyulmaz lezzeti var. Bugün onlardan birini paylaşmak istiyorum sizlerle.

Sanıyorum altı, yedi yaşlarındaydım. Bahsettiğim cumbalı evlerin hemen hepsinin arka bahçesi vardır. İzmir sıcakları nedeniyle akşamüzerine kadar herkes, nar, portakal, mandalina, erik ağaçlarının ve  asmaların duvarları sardığı, yukarı çıkan merdiven basamaklarına çeşitli çiçek saksılarının sıralandığı bu serin bahçelerde yaşardı. E, tabi kabına sığamayan biz çocuklar da, gidecek başka yerimiz olmadığı için güneş çekilip arazöz caddeleri sulayana kadar oyunlarımızı bu bahçelerde oynardık. Yine böyle sıcak bir günde, evde o güne kadar hiç rastlamadığım bir telaş yaşanıyordu. Kadınlar bir koşu çarşıya çıkıyor sonra ellerinde, kese kağıdına, filelere doldurulmuş paketlerle dönüyorlardı. Evde kalanlar, börek, kek, dolma vs. pişiriyor, Ege’nin bol yeşilliklerinden, rokalı, domatesli salatalar hazırlıyorlardı. Daha sonra bütün bu yiyecekler bir sürgülü büyük pencere ile bahçeye açılan geniş mutfakta, masa ve büyük sinilere tabaklar içinde yerleştiriliyordu. Aman Allah’ım, neler yoktu ki, çikolata, kuruyemiş, pestil, ve daha bir çok güzel yiyecek. Tabi bu kadar abur cuburu bir arada görünce dayanamayıp etrafta dolaştığımı fark eden anneannem, elime bir kaç çikolata, kek tutuşturup “ hadi, sen bugün arkadaşlarınla oynamaya git, ama fazla da uzaklaşma her şey hazır olunca ve misafirler de gelince seni çağıracağız, hep beraber sofraya oturacağız” dedi. “Peki kimler gelecek, bu kadar çok yiyecek neden?” diyecek oldum, “ sonra öğrenirsin” dediler, ben de keyifle arkadaşlarımı bulmak için sokağa fırladım, bir kısmını hemen evimizin karşısındaki tarlada top oynamaya hazırlanırken buldum. Elimdekileri onlarla paylaştım, olup biteni anlatınca içlerinden birisi, “ bu kadar çok yiyecek varsa çok misafir gelecek size” dedi. Omuz silktim ve “ bilmem, herhalde” dedim. Sonra, kayıkhane olarak da bilinen tarlada maç yapmaya koyulduk. Toz duman içinde koşturduk, terledik, sıcak da cabası. Ara verdik, karşı komşumuz Osman bey amcanın bahçesindeki musluktan su içmek için peş peşe duvardan atladık. Kana kana su içtikten sonra yine teker teker duvarın arkasına geçtik ve nefes nefese gölgede dinlenmeye koyulduk. Ama benim ve arkadaşlarımın aklı evdeki yiyeceklerde kalmıştı, onların da teşviki ile evin yolunu tuttum, demir bahçe kapısının önüne gelince boyum elim uzatıp kilidi açmaya yetmediği için kapıyı tekmelemeye başladım. Annem “ hazır olunca seni çağıracağız dedik ya oğlum, yine ne var?” deyince hemen, “ çişim geldi, susadım da” diye seslendim. Demir kapı açılır açılmaz rüzgar gibi içeri daldım, mutfakta hazırlıklar devam ediyordu, masa ve tepsilerde yeni yeni yiyecekler vardı. Önce tuvaletimi yaptım, sonra mutfaktaki musluğa ağzımı dayayıp su içmeye başladım, tabi hemen de azarı işittim. “ Oğlum, ağzını musluğa dayama, dışarıdaki testiden su iç diye kaç defa söyleyeceğim”. Tamam deyip, bahçede sabahtan doldurulan testilerden birinin üzerindeki kozalak kapağı kaldırıp testiyi yana eğerek bardağa suyu boşalttım. Oh, mis gibi soğuk Yamanlar suyu, bir daha bir daha içtim. Sonra baktım, yine herkes telaşla kendi işi ile meşgul, kuruyemiş, kek, dolma, börek, ne kadar hoşuma giden yiyecek varsa bir boş tabağa doldurdum, “ hadi oğlum, ayak altında dolaşma” azarını da işitince bahçe kapısından fırladığım gibi soluğu arkadaşlarımın yanında aldım. Zaten hepsi, duvar dibinde gölgede beni bekliyordu. Tabi tabakta ne var yoksa hemen kapışıldı. Hepimizin yüzünde tarifsiz bir mutluluk vardı, artık top oynayacak gücümüz de kalmamıştı. Bir süre öylece konuşmadan duvar dibinde dinlendik. Nihayet içlerinden biri, “ daha kim bilir neler vardır, bi kere daha gidemez misin?” dedi.  “ Yok, dedim, annem kızdı zaten.” Ama ne yalan söyleyeyim, benim de aklım mutfakta kalmıştı. Az sonra yine bir bahane ile evin yolunu tuttum, pek tabi yaptıklarım fark edilmişti. Yine bir azar işittim, sonra annem beni karşısına aldı; “ Oğlum bu hazırlık, Zekeriya Sofrası için, eski bir gelenek, hayırlı bir iş için adak adanıyor ve gerçekleşince 41 çeşit yiyecekle misafirler ağırlanıyor dua ediliyor. Az daha bekle, ben seni çağırınca gelir ellerini yıkar üstünü değişirsin hep beraber sofraya otururuz, tamam mı güzel oğlum” diyerek sabahtan beri devam eden büyük merakımı da gidermiş oldu. “ Tamam annecim “ diyerek yine bir solukta arkadaşlarımın yanına koştum. Bana söylenenleri anlattığımda, içlerinden biri, “keşke her gün bir evde Zekeriya Sofrası olsa” dedi, gülüştük…

Güneş artık ısısını yitirmişti, biraz daha top oynadık ama pek de halimiz kalmamıştı, birer ikişer herkes dağıldı evine gitti. Çok geçmeden ben yine bahçe kapısını tekmeliyordum. Kapıyı açan annem, “ tam zamanında geldin ben de şimdi sana seslenecektim, hemen banyoya gir, elini, yüzünü, ayaklarını yıka, sonra odana çık temiz çamaşır giy, misafirler neredeyse gelir” dedi. Bir hevesle banyoya girdim, iyice temizlendim, odama çıkıp temiz çamaşır, gömlek, kısa pantolon ve beyaz çorap giydim, aşağı indim. Gerçekten de az sonra çoğunluğu kadın olan misafirler gelmeye başladı. Bir süre sonra da sofraya oturuldu, ama kalabalık nedeniyle mutfakla birlikte bahçeye de iki küçük masa hazırlanmıştı. Dualar okundu, yemeğe başlandı. O güzel yiyecekler dolu dolu gözlerimin önünde idi, fakat gün boyu o kadar arsızlık etmiştim ki, tıka basa doluydum, yine de çok sevdiklerimden bir miktar atıştırdım. Büyükler yemek sonrası çay keyfi ile sohbete daldılar, benimse uyku gözlerimden akıyordu.

Aradan bir süre, belki birkaç hafta geçmişti, yine sıradan bir günde arkadaşlarla tarlada top peşinde koşturuyorduk. Uzaktan bir başka arkadaşımızın heyecanla el kol hareketi yaparak bize doğru geldiğini görünce hepimiz ona doğru koştuk, etrafında toplandık, “ ne var, ne oluyor?” diye sorduk.“ Bilin bakalım ne oldu” dedi, biz de merakla “ ne oldu, söylesene” dedik hep bir ağızdan. “ Annemler konuşurken duydum, haftaya Cumartesi günü bizim evde de Zekeriya Sofrası (*)  kurulacakmış.” O anda yüzümüzdeki gülücükleri, gözlerimizdeki ışıltıları görmeliydiniz…

 

 

 

 

(*) Zekeriya Sofrası: Cumhuriyet sonrası ilk olarak Ankara'da görülen, adak adama, adağını yerine getirme niyetine 41 çeşit ve daha çok, çerez, yemiş, yeşillik vs.gibi yiyeceklerin sunulduğu yemekli bir toplantıdır. Günümüzde unutulmaya yüz tutmuş geleneklerimizden biridir. (BKZ)

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 220
: 2018
Kayıt tarihi
: 02.07.06
 
 

Yazmak, ufkun da ötesine taşan engin bir serüven gibi gelir bana ve gençlik yıllarımdan bu yana v..