Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Kasım '15

 
Kategori
Engelli Eğitimi
 

Neden, kendimden utandım? (1)

(Bu yazıda; Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, İstanbul İl Müdür Yardımcısı, görme engelli Halis Kuralay'ın yaşamı anlatılmaktadır.)
 
Halis Kuralay, altı çocuklu bir ailenin altıncı çocuğudur. Babası, önceleri geçimini ticaretle sağlarken, daha sonra Orman Bölge Müdürlüğünde telefon hat bakıcısı olarak çalışır.
 
Halis’in doğumundan iki ay sonra komşularından biri onun kör olduğunu farkeder. Komşu ablasına, “Münevver gızım, sizin dada alentriğe başka başka bakıyor, gözleri görmüyor olmasın? der. Ablası bunu annesine söyler. Ailesi hiç vakit kaybetmeden doktor doktor dolaşıp çocuklarının tedavisi için uğraşırlar. Bir sonuç elde edilemeyince Halis gözlük kullanır. Ancak Halis çok hareketli olduğu için gözlüğü sürekli kırar.
 
Halis at ve eşeğe biner, sokakta top oynar ve bisiklet sürer. Top oynarken etraftakiler görmeyen bir çocuğun top oynamasına cok şaşırırlar. Halis, topu ıskaladığı takdirde arkadaşları kendi aralarında gülüşseler de isabet ettiği takdirde kendine olan güveni artar. Ayrıca topun zemin üzerinde sürtünmesiyle, Halis topu ve yönünü bulur. Bazen de plastik topun içine ufak taşlar koyarak bunları anlar.
 
Halis bunların dışında ağabeyinin tenekeci ve demirci dükkanına gider orada ağabeyine yardım eder. Ağabeyi balyozu eline vurmayacağına güvendiği için balyozla, demir makasına vurmasına izin verir.
 
Ayrıca Halis evde babasıyla namaz kılmaya çalışır aile fertleri ona “şimdi yattı, şimdi ayakta” diyerek bilgi verir. Babası namazlarını hiç aksatmaz. Hiçbirini geciktirmeden akşam hariç hepsini camide kılar. Halis çok istese de babası onu sabah namazına kaldırmaz ve “Sen küçüksün erken uyanamazsın,” der. Cuma akşamları ise “Abdest alın da namaz kılın!” diye teşvik eder. Babasının bir özelliğidir bu; teşvik eder ama zorlamaz. Halis bir şeyi çok ister, kararlı olursa babası ona engel olmaz, iradesinin direksiyonunu ona bırakır. Babasıyla camiye gittiği namazlarda, özellikle teravihte, tuvaleti için babası onu dışarı çıkarır. Bu durum daha sonra Halis’e vicdan azabı çektirir. Bunun dışında annesi ona sureleri ezberletir. Babası da hayvan otlatırken yeni ezberler yaptırır veya eski ezberlediklerini okutturur.
 
Ezberde ilerleyen Halis 7 yaşına geldiğinde, yazın babası onu Kur’an kursuna yazdırır. Hocalar onun “kör olduğunu ve Kur’an okuyamayacağını” söylerler. Babası ise en azından namaz surelerini ezberletmelerini söyler. Halis çok iyi bir performansla ezber yapar.
 
Yaz aylarını Kur’an kursunda geçiren Halis okul çağına gelir. Arkadaşları yavaş yavaş okula başlayan Halis‘in okula ilgisi artar. Peki görmeyen biri okula nasıl gider? Bunu nasıl yapar? Yapsa da sonarasında ne olacaktır? Aslında kimse söylemezse Halis, her şeyi elleriyle dokunup hissettiği için kör olduğunun farkında değildir. Halis ilk olarak araba plakaları ile  okumaya başlar. Daha sonra ise aile fertleri ona telden harfler yaparak harfleri öğretmeye çalışır. Halis okula başlamadan tüm büyük harfleri öğrenir. O öğrendikçe ailesi isteklenir. Babası Bayramiç’te, Halis’i Körler Okulunda okutturabilmek için okul müdürlüğü, Halk Eğitim Merkezi, kaymakamlık gibi yerlere başvurur ama bir sonuç alamaz. Ancak babası yorulsa da vazgeçmez . Yapılan başvurular sonuç verir ve bir gün Halis’in okula kabul edildiğine dair eve bir zarf gelir. Babası onu kayıt için alıp götürür. Halis okula gitmek istese de ailesinden ayrılmak istemez. O günlerde Halis traktöre merak saldığı için babası, “Okulda traktör sürdürüyorlar” deyip onu ikna eder.
 
Baba oğul gece otelde kaldıktan sonra sabah İstinye Körler Okulu’na giderler. Müdür Halis’in şarkı söylemesini ister. Halis daha önce de çoğu yerde şarkı söylediği için deneyimlidir. Şarkıyı söyledikten hemen sonra, müdürün isteğiyle hademe Halis’e önlük giydirerek onu sınıfa götürür. Biraz sonra babasının yanına götürülür. Babası ona “İç çamaşırı alıp geri döneceğini,” söyler ama geri dönmez. Arkadaşları ona okulu gezdirirler. Halis yemekte şevkatsiz ve gürültülü ortamdan ürker ve ağlar. Sabahları çocukları bekçi Mehmet Amca ve Rabia Teyze uyandırır. Rabia Teyze giyinmelerine yardımcı olur. Halis ise hala babasını beklemektedir. Bazen okulun girişinde, ziyaretçi masasına başını koyar, düşünür ve ağlar. Ailesini istediği zaman görme ihtimali olan arkadaşları onunla alay ederler. Bir ay sonra babası gelince, Halis onun eve gittiğinden artık emindir. Çünkü evden ona bir şeyler gelmiştir. Halis ‘bir şeyler’e çok önem verir. Çünkü onlar evden gelir. Paketleniş şekli, kokusu, sarılışı her şeyi ile eve ait izler taşır.
 
Okulda dersler başlar ve Halis kabartma harfleri öğrenir. Kabartma harf deyince Halis’in aklına, normal harflerin kabartılması gelir ama kabartma yazı “altı nokta”dan oluşan sembollerle gösterilir. Halis hece hece, kelimekelime, kitap kitap, derken kabartma yazıyı öğrenir.
 
Halis okulda müzik dersleri de alır. Her öğrenciye, ona uygun görülen enstrüman öğretilir. Görmeyenler rahatça öğrenebildiklerinden olsa gerek, her zaman müziğe teşvik edilir. Çünkü müzik, onlar için ikinci bir geçim kaynağı olarak düşünülür. Tabi ki onu kendi menfaati için kullananlar da olur. Okulda eğitim gören öğrenciler başka okullarda, sokaklarda öğrendiği enstrümanı çalar, sonra da ardından da para toplarlar. Halis pek istemese de piyano öğrenir. O dönemde kabartma yazı ile yazılan kitaplar olmadığı için görme engellilerin kitap temin etmeleri çok zordur. Öğretmenler bu konu ile ilgili ellerinden geleni yapar ve büyük bir fedakarlıkla kitapları kendileri yazarlar.
 
Halis futbol oynamayı sever ve okulun bahçesinde arkadaşlarıyla sık sık top oynar. Bazen maç sırasında top kaybolur. Topu tek tek ararlar. Bulamazlarsa kol kola girer ayaklarını yere sürerek ararlar. Ayrıca okuldaki öğretmenlerin hepsi olmasa da çoğu kördür.
 
Halis, okuldaki etkinliklerin dışında yatakhanede radyo dinler. O dönemde haberlerde hep bombalama, adamöldürme, eylem gibi olaylar olur. Haftasonu eve giden gider, kalanlarla cumartesi sohbetler, eğlenceler düzenlenir. Pek izin verilmese de izin alabilenler çarşıya çıkar. Bu durum Halis’in pek hoşuna gitmez ve şöyle düşünür: Görmeyen öğretmenlerin bile kendine güvenmediği bir yerde kişi kendine nasıl güvenebilir ki? Cumartesi günü biter ve Pazar günü gelir. Pazar günleri ise okul için hazırlıklar yapılır ve akşamında etüt zili çalmaya başlar. Bu zil tatilin bittiğinin, tekrar ders çalışmaları gerektiğinin göstergesidir. Halis bu  yüzden bu zili pek sevmez. Yaz gelir ve bir yılı bitiren Halis memlekete döner.
 
Bu yaz oyun oynarken arkadaşları Halis’e, “Sen  körsün oynayamazsın,” dediklerinde Halis daha önce yaptığı gibi bir köşeye geçip ağlamaz. “Körsem körüm, size ne!” yanıtyla hayatında yeni bir dönem açar. Çünkü bir engeli bulunan insan her zaman çevresi tarafından ötekileştirilir, ona acınır, sorulan sorular, yapılan testlerle kişi ezikleştirilir. Bu kişi de egelini bir sorun olarak görür ve o sorunun altında ezilir. Böylece kişi herkesten uzaklaşır, aşağılık psikolojisine yönlendirilir. Ancak engelli okullarında okuyan kişiler sadece kendilerinin böyle olmadığını görür ve içinde bulunduğu durumun normal bir durum olduğuna kanaat getirir. Kendisiyle barışır. İşte engelli okulları bu yüzden önemlidir.
 
Halis üçüncü yılın sonunda 4. sınıfa geçer. O dönemde Görme Engelli okulundaki öğrenciler artık görenlerle birlikte eğitim verilen okullarda okumaktadırlar. Amaç görenlerle, görmeyenleri biraraya getirip kaynaştırmaktır ama burdaki tüm imkanlar görenler içindir. Tüm bunlara rağmen istenen sonuç elde edilir. İlk başta herkes önyargıyla yaklaşsa da tüm öğrenciler gittikçe kaynaşır. Bu okulda görmeyenlere resim ve müzik dersleri dışında ayrıcalık tanınmaz. Onlardan görenlerden istenen her şey istenir, görenlerden beklenen her şey beklenir. Yani onlar hiç kimseden farklı görülmeyip herkes gibi değerlendirilir. Halis bu durumu çok sever ve şöyle düşünür: “Aslında bu durum çok iyidir. Çünkü görmeyenler herkes gibi bir bireydir ve herkesin yapabileceğini yapabilir.”
 
Toplumda görmeyenlere iki şekilde bakılır. Birincisi yaptığı işe bakıp, “Bu iş görmeden yapılamaz!” deyip onları aşağılama, ötekileştirmedir. İkincisi, “Benim görerek yaptığımı, o görmeden yapıyor,” deyip takdir etmedir.
 
Bir gün öğretmen tüm sınıfa bir soru sorar. Kimse bilmeyince öğretmen, gören görmeyen ayrımı yapmaksızın tüm sınıfı sıra dayağından geçirir. Halis daha sonra “Evet öğretmen orada elimi acıtmıştır ama ruhuma iltifat etmiştir,” der. Çünkü öğretmen orada, “Görmeyenler zaten bilmez,” diye bir şey düşünmemiştir.
 
Görenler gözlerinin çok işe yaradığını düşünse de görmeyenler için işitmek, hissetmek büyük bir nimettir. Sorun görüp, görmemekte değildir. Her şey zaten kafada biter. Görenler gördüklerini beyine yollar ve orada yönlendirir, görmeyenler ise işitip hissettiklerini…
 
Halis ders dışında etkinliklere katılır, bayram kutlamalarında görev alır. Bunların dışında eski okulunda ek olarak müzik aleti çalar, normal daktilo ile çalışmalar yapar. Okul kitapları görenlere yönelik hazırlandığından, görmeyenler çoğu kez kendilerine onu okuyacak kimseler aramak zorunda kalır.
 
O dönemde Türkiye’de kabartma kitap basan tek bir yer vardır. Tabi o da tüm ihtiyaçlara cevap veremez. Bu arada teyp görmeyenler için çok önemlidir. Görmeyenler okuyan kişinin sesini teybe kaydeder ve daha sonra defalarca onu dinler. Bu sayede hem istediği kadar dinler, hem de  karşıdakini çok fazla yormaz.
 
Halis  eski okulunda aldığı derslerden sonra normal daktilo öğrenmeye başlar. Bu sayede başkalarının zamanını almadan ailesine gönlünden geçenleri istediği gibi kendisi yazar. Yani  her defasında başkasından yardım almadan kendi kendine bir şeyler yapmak ister. Bunun için görenlerin kullandığı daktiloda yer alan harflerin yerlerini öğrenmesi yeterlidir. Bazen dikkati dağılır. Daktilonun şeridi bitmiş olur ama o hiç yılmadan erjisini toplar ve yeniden yazmaya devam eder. Bu da görmeyenlerin imtihanıdır… Görenler bu tür durumlara daha çok üzülür. Hatta  bazen görmeyenlerin görenleri teselli ettiği de olur.
 
Günler geçtikçe Halis’in bedeni gibi yaşı da büyür. Okulun büyüklerinden olan Halis bu dönemde 5. sınıftadır. Kendisinden bir yaş küçük arkadaşı Cemil ile kundura boyacılığı yapmaya, kimsenin devralmadığı boya sandığını kendileri devralmaya karar verirler. Görmeyen bir insanın boya yapması çok zordur. Öncelikle ayakkabıların ne renkte olduğunu bilmek gerekir. Tabi bu sorunların en küçüğüdür. Bu soru karşıdakine sorulabilir. Boya sırasında boya yapanın elleri illa ki kirlenecektir. Onu çıkarmak için de uğraşması gerekir. Ancak boyanın çıkmama ihtimali de vardır. Ayrıca boya kutularının ne renkte   olduğunu bilebilmek için de bir çözüm bulurlar. Bunun için farklı renkler  boya sandığının belli kısımlarına konur. Her şey tamam gibi görünse de ayakkabıların tam olarak boyandığını sormaları gerekir. Ancak onlar dışarda değil Körler Okulunda boyacılık yaparlar. Halis ve Cemil bu gibi sorunları görmezden gelip, bu işi yapmaya karar verirler.
 
Konuyu okul müdürüne açarlar. Müdür, onları düşündüklerinin aksine eleştirmez. Onları bu işe teşvik eder. Paralarının olmadığını söyleyen bu öğrencilere borç almalarını önerir. 5. sınıfı da bitiren Halis 1980 yılında ilkokuldan mezun olur.
 
Kendisi istemese de ailesi ve çevresi konservatuara gitmesini istedikleri için Halis bu karara razı olur. Ama yapılan başvurulardan sonuç alınamayınca, Halis gitmek istemediği konservatuara gitmez. Bu dönemde yaz ayında Halis boş durmaz, ezberler yapıp dini noktalarda gelişme gösterir. Yazın kitaplar okur, okutturur. Ağabeyinin dükkanında vakit geçirir. Böylece yaz ayı biter.
 
Halis ortaokula kaydolur. Bu okulda 15 görmeyen vardır. Halis, Sadi ve Yücel aynı sınıftadır. Öğretmen kolaylık olsun diye üçünü yan yana ve kapıya en yakın sıraya oturtur. Bu sırad a bu üç arkadaş gittikçe yakınlaşır. Beraber dışarı çıkıp gezerler. Merkez camiinin yakınındaki kahvehanede çay içmek, sohbet etmek onlar için büyük bir mutluluk kaynağı haline gelir. Ayrıca zaman geçtikçe okula daha çok alışırlar.
 
Okula ilk geldiklerinde tüm öğrenciler görmeyenlere her konuda yardımcı olur. Pansiyonda yemek zamanı gören öğrenciler, görmeyen öğrencilere yemek alır, önceliği onlara verir. Ancak zamanla bu durum mecburiyete dönüşünce insanlar bıkmaya başlar. İdare de buna hiçbir zaman  bir çözüm getirmez.
 
Eski okulda olduğu gibi çamaşırlar başkası tarafından yıkanmaz, herkes kendi çamaşırını yıkar. Zaman zaman da bu konuda çevresinden yardım alır. Mesela gömleğin en çok yaka, kol ağızları ve koltuk altları kirlenir. Zamanla kıyafetlerinde uyumlu giyinmeyi de tecrübeleriyle öğrenir. Halis yeni aldığı bir gömleği 20 gün üst üste giyer ve görmediği için kirlendiğinin farkına varamaz. Sınıften bir kız arkadaşı dayanamayıp ona, “gömleğinin çok kirlendiğini söyleyerek” onu uyarır. Nitekim arkadaşı Halis’i uyarmasaydı, Halis o gömleği bir kaç gün daha giyeceğini söyler.
 
Gözle görmeden bahar nasıl yaşanır, öyle mi?
 
Nasıl yaşanmasın ki bahar dostlarım,
 
Çiçeklerin kokusu gözle mi görülür?
 
Kuşların cıvıltısı gözle mi işitilir?
 
Nisan yağmurunun zevkini gözle mi tadarsınız?
 
Siz gözlerinizle mi hissedersiniz ferahlığı,
 
Rüzgara binmiş sevgileri?
 
Yürek hisseder dostlarım.
 
Halis daha sonra ablasından, bir gömleğin ne kadar sürede değişeceğini etraflıca öğrenir. Halis arkadaşının ikazına sevinir. Çünkü Halis, “Arkadaşım ona söylersem ayıp olur” gibi bir yaklaşım sergilemiş olsaydı, o gömleği kaç gün daha giymeyi düşünüyordum,” der. Bu yüzden, görmeyenleri uyarmak gerektiğini düşünür. Yeni okullarında, arkadaş ortamına alışsalar da görmeyen öğrenciler görenlerden farklı çalışırlar. Sebebi, daktilo, teyb, tablet gibi araçlar kulandıkları içindir. Bu araçlardan dolayı, görmeyen öğrenciler biraz daha sesli  çalıştıklarından, onlara ayrı bir etüt salonu hazırlanır. Bu salonlarda ışığa ihtiyaç duyulmaz. Bazen birileri “gaipten sesler geliyor” düşüncesiyle olacak ki, kapıyı açıp aralayıp baktığında, sınıfta onbeşe yakın öğrenciyi bulur. Bu durumda “Kendiniz için değil de bizim için ışıkları açık tutun,” der. Halis ortaokuldan sonra liseye kaydolur. Halis liseye başladığı yıllarda bir yarışmaya katılır, şiir yazar ve birinci olur. O dönemde şiire ilgisi olur amaüstünde fazla yoğunlaşmaz.
 
Görmeyenlere, farklı oldukları için birçok farklı soru sorulur. En çok sorulan sorulardan biri, rüya görüp görmedikleridir. Bu soru çok saçmadır. Çünkü rüyanın görme ile ilgisi yoktur. Freud’a göre  
 
İnsan, bilinç altındakileri rüyada görür. Halis bu durumu kanıtlarcasına bir gün arkadaşı uyurken  
 
eline bir poşet alıp yanına gider ve poşeti hışırdatarak, “Yangın var!” diye seslenir. Arkadaşı da uyanınca rüyasında, ikisinin olduğu bir ortamda yangın çıktığını ve Halis’in “Yangın var!” diye
 
bağırdığını söyler. Halis bu duruma gülmekten kendini alamaz. Liseye yeni başladığı günlerde Halis bir gün keşfe çıkar ve boş bir odaya denk gelir. El ve ayak yardımıyla odayı inceler ve oranın mescit olduğuna kanaat getirir. Daha sonraları orada cemaatle namaz kılındığını duyar. Kendisi de namaz
 
alışkanlığını burada kazanır. Ona göre namazın tüm zahmeti abdest alınana kadardır. Yoksa namazdan sonra “Hay Allah ben niye namaz kıldım?”diye soran olmaz. Ayrıca Halis yazın köye gidince onunla birlikte tüm çocuklar namaz kıldığı için ona “Sen gelince bizim çocuklar namazcı oluyor,” denir. Ayrıca onunla birlikte namaz öğrenen engelli arkadaşları da olur. Yani Halis görenleri etkildiği gibi görmeyenlere de namazı öğretir.
 
Halis denizle, çocukluğunda tanışır. Ancak deniz suyu çok tuzlu olduğu için Halis’i rahatsız eder. Halis daha sonraları yüzmeyi öğrenir. Denize gitmek, onun için yaşamaya gitmek anlamına gelir. Yüzme bilen kişi ona ders verdiğinde, “Bana bak ve benim gibi yap!”demez. Öyle dese de o bu işlemi gözleriyle değil elleriyle yapar. Malum yön görmenin dışında yüzmenin görme ile ilgisi yoktur. Suyun üzerine yavaşça kendini bırak, ama hiç sıkma, tıpkı ölü gibi ol kendini kasma!” der. Halis de bunları uygular. Fakat Halis, ona yüzme öğretenlerin yüzerkenki hallerini elleriyle sırtlarına dokunarak örnek almaya çalışır. Uzun süre bu işi beceremez ama deneme yanılmalarla zaman içerisinde yüzebilen biri haline gelir. Daha sonra lise yıllarında okuduğu lise, denize yakın olduğundan arkadaşlarıyla yüzmeye giderler.
 
Ve nihayet ortaokul biter, Halis artık liseye gider. Lise kayıtları için okula gittiklerinde müdürün tüm olumsuz yaklaşımı karşısında baba MEB’e bağlı özel Eğitim Genel Müdürlüğü’ne başvurur ve müdür Halis’i okula almak zorunda kalır. Türkiye’de engelliyi liseye kaydettirmek deveye hendek atlatmaktan zordur. Müdürlerin bahaneleri ise şunlardır: Engelliye yönelik eğitim alan öğretmenin olmaması, çocuğun tahtayı görememesi, derslerini yapamayacak olması, sınavları yapamayacak olması, okulun kabartma kitaplarının olmamasıdır.
 
Görme engelli olan Halis televizyon ile çocukluğunda tanışır. Komşularının evine gider. Orada toplanan herkesle televizyon izler. Halis sesin geldiği yöne yönünü çevirir ve seslerden olayın yerini tahmin eder. Halis hiçbir zaman çizgi filimi anlayamaz. Çünkü onlar genelde gören çocuklara hitap eder. Tiyatro izlemek ise televizyondan daha kolaydır. Çünkü tiyatroda ayrıntılı manzara pek yoktur ve ağırlık konuşmalara verilir. Radyo ise tam görmeyenler için icat edilmiş gibidir. Görsel öge yoktur ve her program kulağa hitap eder. Yani görme engelliler de kendilerine has yöntemlerle sosyal ve sanatsal etkinliklerde yer alırlar.
 
Bir görme engellinin en yakın arkadaşı bastonudur. Baston, görmeyenler için koruma kalkanı niteliği taşır. Kişi eğer doğuştan görme engelli ise ailesi ona o zamandan beri oyuncak gibi de olsa baston temin etmelidir. Bu sayede çocuk çevresinden bağımsız büyür ve çevresine yük olmaz. Daha sonradan baston kullananlar, daha önce kullanmadıkları için kullanmaya başlayacakları zaman çevresinin tepkisinden çekinirler. Unutulmamalıdır ki her zaman çevreden yardım istenirse kişi tamamen dışa bağımlı hale gelir. Bu da kişinin özgürlüğünü, bağımsız hareket alanını kısıtlar. Baston  kullanan kişiler bastonu önce sağ ayağının, sonra da sol ayağının önüne vura vura gider. Sağa vurur bir engel yoksa sağ ayağını atar, sonra sola vurur yine bir engel yoksa sol ayağını atar. Baston kullanan kişinin görme engelli olduğunu bilip yanına gidip yardım teklifinde bulunmalıyız. Yardım sırasında görmeyen kişiye nasıl yardımcı olabileceğimizi sormalıyız, kendi kafamıza göre onları yönlendirmemeliyiz. Genelde insanımızda, o zaten bilmez düşüncesi hakimdir. Ayrıca bastonu Türiye’de temin etmek çok zordur. Bu işi genellikle kör dernekleri üstlenir. Bu arada bastonun önemini gösteren bir olay gerçekleşir.
 
Halis ve arkadaşları bir hafta sonu eski okullarını ziyarete giderler. Döndüklerinde arkadaşları Savaş’ın kayıp olduğunu öğrenirler. Savaş eve gittiği güzergahta denize düşmüştür. Daha sonra Savaş’ın bastonsuz olduğunu öğrenirler. Cesedi ise ancak kırk gün sonra bulunur. Herkes bu duruma çok üzülür. Çünkü bir daha o olmayacaktır, onu görmeyeceklerdir. Bunun dışında onun daha çok genç olduğu, büyüyüp aile hayatına bile karışamadığı düşünülür.
 
Halis çocukluğunda, babasını tıraş olduğunu görünce bir an önce büyümek ister. Babası tıraş olma işini bitirince yüzüne dokunmasını ve kontrol etmesini ister. Halis’in, “Şurada biraz kalmış,” veya “Güzel olmuş,” sözleriyle  kendinden isteneni yapar. Babası ellerinin çok duyarlı olduğunu söyler ve bu işten sonra onu hep takdir eder. Halis tıraş olmaya lise birde başlar. Görenler her şeyi gözleriyle takip eder, Halis ise elleriyle bunu yapar. Görenler bu duruma şaşırsa da bu onun için çok zor bir şey değildir. Bazen ufak yaralanmalar olur, işlemi bitirdikten sonra görenlere nasıl olduğunu sorar. Görenlerden kimisi, “Benden iyi yapmışsın,” der. Sanki görenler her şeyi görmeyenlerden daha iyi yaparmış gibi…
 
Sınavda da onlardan yüksek notlar alındığında, onların konsantre oldukları için yapabildiklerini söylerler. Halbuki sorun, sorulara yoğunlaşmaktadır. Hem görmeyenlerin imkanı, görenlerinkinden çok daha azdır. Bu durum gözardı edilmemelidir.
 
Halis adım adım üniversite yolunda yürür ve üniversite sınavı için lise birden itibaren hazırlanmaya başlar.Test soruları çözer, bulduğu kimselere kitapları okutturur, teybe kaydedip onları tekrar tekrar dinler. En çok da köyde Kur’an kursunda Fevzi’nin okuduğu testleri arkadaşlarıyla dinler. Görmeyenler için bu durum çok zordur. İsteseler, “Eelimizde hiç imkan yok!” deyip ellerindeki işi bırakıp hayattan şikayet edebilirler ama onlar bunun yerine fırsatlar, imkanlar oluşturup onları değerlendirirler. Bir de nedense, insanlar görme  engelli bir üniversiteli görünce buna çok şaşırır, görmeyenler için ayrı bir bölüm olup olmadığını sorarlar. Bu arada Türkiye’de görme engellilere yönelik okullar en son 8. sınıfa kadardır. Ama onlar görenlerle aynı okullarda okuyup oradan mezun olurlar.
 
Halis başvuru formlarını hocalarıyla doldurur ve hastaneden görmediğine dair raporu alır. Sınav başvurusunu yapar. Ve sınav günü gelir. Görmeyen tüm öğrenciler Beyazit İlkokulu’nda sınava girer. Her bir öğrenci  için bir sınıf ve iki  okuyucu getirilir. Okuyucular soruları okudukları için görmeyenlere ek olarak yarım saat verilir. Okuyucu Çapa Tıp Üniversitesi’nde Psikiyatri Bölümünde doktora yapan ortopedik engelli Bekir Behlül Bey’dir. Tanişma faslından sonra sınav zamanı gelir. Halis sınava başlar. Bekir Behlül Bey soruları okur, Halis cevaplar ve Bekir Behlül Bey işaretler. Sınavda kırk üç şekilli soru olduğundan, görmeyenler yüzbir sorudan sorumludur. Halis atmış yedi net yapar. Bu da ikinci sınava girmesi için yeterlidir. Halis sınavdan sonra  eksik olduğu yönlerde yoğunlaşır.
 
Bu dönemde birçok insanın Halis’e diğer yardımları yanında maddi yardımları da olur. Hatta gözlerini açtırmak isteyenler de vardır ama Halis bunu reddeder. Çocukluğunda ailesi onu doktor doktor gezdirmesine rağmen, bir sonucun alınamamış olmasından dolayı,  Halis belki de aynı sonucu almaktan korkar. Kendisinin bu duruma alıştığını, gözlerini açtırdığı takdirde, bunun daha çok çevresine yararının olacağını söyler. İlerleyen yıllarda da bu insanların ona çok yardımı olur. İkinci sınav okullar kapandıktan sonra olur. O dönemde  üniversite hazırlık kursu vardır. Halis kursa gidebilmek için kalacak bir yer bulmalıdır. Körler Federasyonu başkanı Necati Bey ona otelde derneğe ait bir yer bulur. Bu zaman zarfında Halis kaldığı yerden kurs yerine gitmekte çok zorlanır. Ayrıca derslerde de ona yardımcı olacak pek kimse bulamaz. Fevzi’nin doldurduğu kasetleri dinler. Halis bu ortamdan zamanla çok sıkılır, hemen sınavın gelip gitmesini ister. Sınvdan sonra hemen toparlanıp memleketine döner.
 
Halis evdeyken Samsun’da Kızılay’ın görmeyenlere yönelik bir kamp düzenlediğini öğrenir ve kampa katılmaya karar verir. On kadar arkadaşı ile başvururlar. Mektuplaşıp Ağustos’ta İstanbul’da buluşurlar. Oradan da Samsun’a giderler. Halis ilk defa kendi başına şehirlerarası bir yolculuk yapar. Halis daha sonra bu yolculuk hakkında, “Samsun’a  gitmedik, bağımlılık ipimizi koparıp adam yerine konulmaya gittik,” der. 12 saat sonra Samsun’dadırlar. Sora sora Kızılay kampına varırlar. Orada birlikte zaman geçirilir, bol bol eğlenip dinlenilir. Nihayet kamp biter ve herkes evine döner.
 
Halis eve döndüğünde ailesi onu zafer kazanmış bir kumandan gibi karşılar. Kolay değildir, ailesinden hatta sülalesinden bile şehir dışına çıkanların sayısı çok azdır. Ayrıca çevrenin olumsuz tepkisinin de olduğunu söyleyen Halis görmeyenlere fırsatlar verilmesini, bunun gerekli olduğunu belirtir. Kampın son günü Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü kazandığını öğrenir.
 
(Devam edecek) 
 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..