Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Neden? X N

Neden? X N
 

Hiç hayatı sorguladınız mı? Neden yaşıyorum? Neden varım? Neden hayatımda inişler ve çıkışlar yaşıyorum? Öldüğümde yanıma hiç bir şey alamıyorum , o zaman neden bu kadar elde edemediğim şeyler için üzülüyorum? … Ben bu aralar bu soruları sormaya başladım kendime. Acaba bunda, yakın zamanda kısa aralıklarla kaybettiğim yakınlarımın etkisi var mı bilemiyorum gerçi illaki vardır da, yine de sorguluyorum.

Geçen hafta, havaların da güzel olmasını fırsat bilerek, boğaziçinin anadolu yakasında şöyle bir ufak tur yaptım. Tabi bilirsiniz, insan boğazda gezerken çeşitli ruh hallerine bürünebiliyor. Bazı yerlerde, Berlin Duvarı misali yalı duvarları, boğazın kamusallığını her ne kadar bozsa da, kıyısından köşesinden güzel manzaralara tanık oluyor insan. Neyse, yine böyle bir yalının kenarından geçerken kendi kendime düşündüm. Bu dünyada yalımız olmadı. Ne yapalım kısmet, ama inançlı birisi olarak öbür dünyada da olmazsa, işte o zaman üzülürüm dedim. Acaba bana gelip sorsalar: “Bu dünyanın en zengini mi olmak istersin yoksa öbür dünyanın yani asli, gerçek olan dünyanın mı sayılı zenginlerinden olmak istersin? Cevabım şu oldu. "Her ikiside…."

Neden yaşıyoruz? Bu kadar insan neden dünyaya geldi? Neden ölüyorlar? Bu dünyada yemediği halt kalmayan birisi, mazlumun ahını alan birisi bunun bedelini ödemeyecek mi? Bu dünyada devamlı fakir, çeşitli sıkıntılara gark olan birisi hiç rahat yüzü görmiyecek mi? Hep yaşamı yokluklar, hastalıklar, sıkıntılar çilelerle mi geçecek? Bu kadar insan iş olsun diye mi doğdu? Bu gezegenler nasıl çarpışmıyor? O kadar gezegen varken, bildiğimiz kadarıyla, güneş sisteminde neden dünya diğer gezegenlerden farklı, renkli, ışıl ışıl?

Bu ve bunu gibileri düşünürken şunun farkına vardım. Dünyada her şeyin bir başlangıcı ve sonu var. Konuşuyoruz. Konuşmaya başlıyoruz ve konuşmamız bitiyor. Sonra yeniden konuşmaya başlıyoruz. Yine bitiyor. Gülüyoruz sonra gülmemiz geçiyor. Mutlu bir an yaşamaya başlıyoruz ve bir süre sonra o mutlu an bitiyor. Rüzgar esiyor , sonra diniyor. anlılar doğuyor ve sonra ölüyor. Işık saniyede 16000 kez sönüyor ve parlıyor ama biz onu devamlı parlıyor olarak görüyoruz. Bir hareket yapıyoruz, başlıyoruz ve bitiriyoruz. Tabi hepsinin kendine göre bir başlangıç ve bitim arasındaki mesafesi mevcut. Bu küçükten büyüğe doğru değişiyor. Hiç aklınıza gelir miydi: Koskocaman Satürn gezegenini üzerine koyabilecek bir okyanus bulabilsek, o koskocaman Satürn gezegeni suyun üzerinde tenis topu gibi yüzecek. Öyle bir yoğunluğa sahip. Koca gezegenin yoğunluğu suya nazaran düşük (veya onun gibi birşey). Diğer gezegenlerin birden fazla uydusu varken, neden dünyamızın bir tane uydusu var? Milyonlarca kar tanesi yere düşerken neden bir birleriyle çarpışmıyor?

Farkında mısınız? Dünyada habire koşuşturup duruyoruz , mücadele ediyoruz , hırslanıyoruz, strese giriyoruz, ama birden fişimiz çekildi mi, öylece her şeyi bırakıp kuzu kuzu gidiyoruz. Rahmetli dedem, küçüklüğümde bana, oğul artık yeter, yaş oldu 85, artık gitme zamanı demişti. Allah rahmet eylesin. Bu nasıl bir ruh halidir. Sanki senelerce çalıştığın fabrikada, artık yorulduğunu düşünüp birazda artık sıkılmandan ötürü, emekli olmanın zamanının geldiğini, yeni bir yaşama veya yeni bir ortama girmek zamanı geldiğini düşünmek gibi bir şey olsa gerek. Tebdili Mekanda Rahatlık Vardır sözünün bir başka versiyonu. Tebdili Hayatta Rahatlık Vardır düşüncesi gibi.

İsteyelim istemeyelim hepimiz tebdili hayat yapacağız. Kimimiz isteyerek, kimimiz ne olduğunu anlayamadan, kimimiz istemeyerek yapacağız bunu. Peki diğer dünya için ne gerekiyor. Orada geçerli para birim nedir? İyi amel. Yapılan iyilikler. Yapılan ibadetler. Anlamını bilerek ve farkına vararak yapılan ibadetler.

Üniversitede son sınıfta iken, bir dönem geçirmiştim. Çok sıkıntılı, buhranlı bir dönemdi. Yerimde duramıyor, içimde her an bir şey olacakmış gibi bir hal. Devamlı kasvet, devamlı sıkıntı ve karanlık. Bir sabah uyandım. Sabah namazı vakitleriydi. Sanki on gün uyumuşum gibi bir hal vardı. Hiç yorgun değildim. Kendimi sabah karanlığında dışarı attım. Hiç rüzgar esmiyordu. Bu arada, dikkat ettiniz mi hiç. Gerek sabah namazı vaktinde gerek akşam ezanı vaktinde, rüzgar esmez. Yaprak kıpırdamaz öylece bir an. Bir an doğa sessizliğe bürünür. Kısa bir andır o. İstediği kadar hava kış olsun. Dikkat ederseniz tecrübe edersiniz. Neyse, içimde bir huzur vardı, yürümeye başladım. Tek tük insanlar gördüm. Sonra bir baktım iki üç tane yaşlı amca camiye gidiyor. Bende onları takip ettim. Sabah namazını kıldık. Çıktığımda içimde öyle bir serinlik huzurlu bir serinlik hissetim ki, sanki yine bir şey olacakmış gibiydi, kalbim pır pır atıyordu ama bu sefer her an çok iyi bir şey olacakmış gibi bir his vardı içimde. O günden sonra o sıkıntılar benden gitti çok şükür.

Sonra aklı selim bir arkadaşımla sohbet ederken bana: "Vücut gerekli gıdayı alamazsa zayıf düşer, hasta olur, ruh ta aynen böyledir. Oda gerekli gıdayı alamazsa strese girer, sıkıntıya girer, onunda gerekli gıdayı alması gerekir. Onun gıdası farklıdır. O bu dünyaya ait olmadığı için onun gıdası da bu dünyadan, maddi alemden değildir. Allah sevdiği kulları için, her iki dünyada da sıkıntı yoktur onlar için demiştir. Bu dünyada sıkıntı yaşanmamasının nedeni, kişini akıl ile gerçeği görüp, gereğinden fazla dünyaya meyletmemesi, böylece elde edemediği şeyler içinde tasalanmamasına sebep olur. Stres, sıkıntı ve tasa, ruhun gıdasının dünyada aranması nedeniyle başka deyişle, dünya ile ilgili ihtiyaçlar ve bunların elde edilememesinden kaynaklanır. Tabi ki ot gibi yaşanmaz. Tabi ki insan stres yapacaktır ama kıvamında bırakacaktır. Zaten kıvamında bırakma işini ister istemez refleksel olarak kendisi yapar.” demişti.

Hayatım boyunca tekamüle inanmışımdır. Tekamül bizi rahatlatacaktır. Olgunlaştıracaktır. Hep daha iyiye tekamül etmeliyiz diye düşünürüm. Değirmendeki un öğüten eşekler gibi, gözümüz bağlı bir daire içinde dönüp durmak için gelmediğimize inanırım. İnsanı yaptığı hatalar olgunlaştırır mantığından hareket edersek, acaba şöyle düşünebilir miyiz? "Geçmişe baktığında hatalarla dolu olduğunu görürsen doğru yoldasın demektir." Eğer hata görmüyorsan, büyük ihtimal eşek gibi gözün bağlı, körsün demektir. Habire daire çizip durursun. Ama hata görürsen, o hatayı bir daha yapmaz böylece tekamül sürecinde ilerlemiş olursun.

Hayatımda asla sahip olamayacağım veya, sadece kullanım hakkını elde edebileceğim bir şey elde edemezsem, çok da fazla üzülmem. Bir yere kadar uğraşırım, bir yerden sonra baktım olmuyor, kısmet derim vazgeçerim. Bu düşüncemden hareket ederek, hayatında sahibi olmadığımızı çünkü öldüğümüzü, bize ait her şeyi bırakıp gittiğimizi anladım. Başka bir deyişle hayatında kullanım hakkını belli bir süre elde ediyoruz. Hayatta maddi olarak her şeyi bıraktığımıza göre, elde ettiğimizi sandığımız şeylerin de kullanım hakkını elde ediyoruz. Ama asla gerçek sahibi olmuyoruz. O zaman…

Kafamda bazı kavramlar şekil değiştirmeye başlıyor. Örneğin önceden akıllı kimse dendi mi, ilk düşündüğüm, sivri kıvrak bir zekaya sahip olan, bu zeka sayesinde hayatında belli bir yere, içinde yaşadığı toplumda belli bir konuma gelmiş kişiyi düşünürdüm. Şimdi ise durum farklı… Şimdi akıllı dendiği zaman, bırakıp gideceği şeyler için kendini gereğinden fazla üzmeyen, hırpalamayan ama öldükten sonra artık başka bir ölümün olmadığı, diğer dünyada iyi bir hayat yaşamak için elinden gelen gayreti gösteren, etrafına faydalı olan, insanlara ve tüm canlılara sevgiyle merhametle yaklaşan, kişi aklıma geliyor.

 
Toplam blog
: 116
: 735
Kayıt tarihi
: 27.07.06
 
 

1994 Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat bölümü mezunuyum. Aynı üniversitede Genel İktisat Polit..