Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Aralık '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Neden?

Neden?
 

Bu ilişkilerin şansımıdır, kaderi midir, kanunu mudur nedir bilinmez ama ben hala çözemedim. Bir çözebilen varsa lütfen anlatsın bana. Bir ilişki nerde boy verir, nerde filizlenir, nerede başlar, nerede biter. Neden İlişkiler başlarken, verilen sözler, edilen yeminler, koyulan hedefler bir süre sonra unutulur da tarafları doyurmaz olur. Neden önce gözler sonra eller, sonra gönüller dışarı kayar. Neden bu arada ilişkinin yaşaması için gereken suyu, gübresi, ilacı her ne ihtiyacı varsa eksik edilir, ihmal edilir, unutulur, bir nevi kurumaya bırakılır da sonra ahlar vahlar edilir.

Oysa evdeki bak her şeyin farkındayım, yaptıklarını biliyorum, hissediyorum, fark ediyorum ve bu davranışların beni çok üzüyor, çok kırıyor bunu bilmelisin der, der ama o an ayakları yerden kesik, aklı bir karış havada, gözü dışarıda olan bu mesajları almaz, algılamaz, duymak istemez nedense. Böylelikle sona doğru giden süreçte bir saatin tiktakları gibi işlemeye, ilişki kendini yemeye, yok etmeye, tüketmeye başlar. Ne kıskançlıklar kalır ortada, ne kavgalar, ne gürültüler. Tıpkı öncesinde görüp de önemsemediğimiz küçücük bir çıbanbaşı... elmanın içindeki kurt gibi…

Artık ortada ilişki, milişki namına bir şey kalmamıştır. Karşıdaki de bunun farkında değildir zaten. Ta ki evdeki de bu boşluğu bir biçimde doldurmaya, bir biçimde hayata tutunmaya başlayana kadar. Bunu gören ve tehlike sinyallerini algılamaya başlayan tarafın ise “işte tamda bu noktada” aklı başına gelir ve büyük bir hızla ve hırsla evdekine sarılmaya, debelenmeye, çırpınmaya başlar. Oyuncağı elinden alınmış çocuk gibidir adeta. İtiraflar gelir birbiri ardına. Üstelik tahminlerden bile öte. Tek başına bu itiraflar bile onun bağışlanmasına yetmeli, artık her şey eskisi gibi olmalıdır. Tek suçluda o değildir üstelik. İçerdeki nedenler yanında, dışarıda da onu tetikleyen nedenler vardır. Tamam, yapmıştır bir hata, yemiştir bir .ok ve dürüstçe itiraf ediyordur. Ne yani. Bir tek o mu yapıyordur üstelik. Onu seviyordur. Sevmiştir. Oysa o bunu hiçbir zaman anlamamıştır, algılayamamıştır. Hatta ona tanıdığı birçok özgürlük sırf ona olan koşulsuz sevgisi yüzündendir.

Yaşanan süreç içerisinde sessizliğin rahatına alışmış duvarlar ise böylesine hızlı bir gelişmeye açık değildir. Bu o kadar kolay da değildir üstelik. Yapamaz. O yaşanan bu ani gürültüyü tolore etmeye, içine sindirmeye çalışmaktadır o anda. Boyacıysa her zaman olduğu gibi; yine doğru yöntemi kullanmamakta, hatta bunun yöntemini bilmemektedir. Bu nedenle duvarda yanlış fırça izleri bırakmakta, duvarın daha da yıpranmasına, kirlenmesine, hatta çatlamasına neden olmaktadır.

Olmaz bebeğim olmaz. Bu böyle olmaz. Çatlak badananın üstüne badana atılmaz. Atılsa bile o badana tutmaz. Bir süre sonra tekrar atar. Onun için diyorum ki önce sızıntıyı engellemek, sızıntıların kaynağını kesmek lazım. Akabinde ve detayında duvarın tamamen kurumasını beklemek ondan sonra çaresine bakmak lazım. Bunun içinde bir süreç, yani emek lazım. Ben yaparım olur mantığı işlemez burada. Sen yapsan da olmaz, ben yapsam da olmaz, o yapsa da olmaz. Her şeyin bir yolu yöntemi vardır, adabı vardır. Öyle kırıp dökmekle, yıkmakla, özel hayata tecavüz etmekle olmaz bu. Önce bunu öğrenecek ve kabul edeceksin? O zaman belki bende denerim. En azından denemeye çalışırım ama dediğim gibi. Doğru yöntemle. Ne dersin?

GRİ BİTİŞLER

Gökkuşağıdır rengi tüm başlangıçların

Tüm bitişlerin gri

Her başlangıç doğururken sevinçleri

Her bitiş sorgular nedenleri.

Dökülür ortalığa bütün mişli zamanlar

Unutulan kesitte sere serpe cevaplar.

Birbirini izler ahlar, vahlar, pişmanlıklar

Aranır son bir umutla gözlerde kırıntılar.

Eller niye unutmuştu dokunmayı?

Gözler gülmeyi!

Nerde ne zaman kaybetmiştik?

Geride kalanları!

Bir sahibi var mıydı unutulanların?

Bir bulanı ya da kaybedilenlerin?

Nereye gitmişti Prensesi?

Beyaz atlı Prensin!

Neden böyle sus pus olmuştu Prensesi?

Neden böyle ağlamaklı oluyordu geceleri?

Yoksa başka gözlerde mi unutmuştu gözlerini?

Neden bıçak açmaz olmuştu,

Bir zamanlar bıktıran çenesini?

Sorular... Sorular... Sorular...

Sıkan, boğan, nefes aldırmayan sorular!

Sorularca çok yakılır sigaralar

Çöreklenir odaya öbek öbek bulutlar.

Dedektifçe sorgulanır gözlerde ayrıntılar

Şişmiş gözler ve gerilmiş sinirlerle karşılanır şafaklar!

Hazmedilemeyen nedir bu sahnede?

Gidişler mi, kalışlar mı?

Ya da zamanında göz ardı edilmiş

Sessiz haykırışlar mı?

Suçlu kimdir, katil kim?

İçerde mi, dışarda mı?

Yoksa çocukluğumuza uzanan

Pembe masallarda mı?

Dünlerin, günlerin, yılların hatırına

Yalvarışlar, yakarışlar...

Doldurulur mu sahiden üç günde

Yılların açtığı çukurlar?

Suçlu aramak yanlış belki de

Belki de bir ömrü var tüm sevgilerin!

Bütün bitişler acıtır unutma...

Rengi gridir tüm bitişlerin!..

Aynur

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..