Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Haziran '08

 
Kategori
Haftasonu
 

Neden boşuna uğraşır, dertlenir insan..

Neden boşuna uğraşır, dertlenir insan..
 

Pazar günleri berberler de fırınlarda kapalı.

Geceden moralim bozuk biraz, Portekiz’e yenildik ya

Maçı izlerken Ömer ağabey aradı, telefondan gülüş cümbüş evin içine aktı, kulaklarım saatlerce yandı durdu.

Adadaymışlar.

“ Maçı neden izlemiyorsunuz” diye bozuk çaldım.Güldü..

“Manevi destek olsanıza” takıma dedim..

Bir şeyler söyledi ama söylediklerinden tek kelime anlamadım…

Bakkaldan günlük gazeteleri doldurdum koltuğumun altına, eklerle falan bayağı bir yük.

Meşrubat şişesinden ekmek dolabının kapağını açtım..Bu bakkal Yeniçiflik’ten taze ekmek getirtiyor..

Bu Pazar fırıncının babası ölmüş! Ekmekler dünden…

Bizdeki de şans işte..

Mahalle araları fırın dolu, bir bir hepsini gezmeye başlıyorum. Raflar boş, kapılar kilitli

Gök gürlüyor, yağmur yağıyor..

Sokaklarda kimse yok..

Sokaklarda asfalt yok.

Bu inşaat işleri patladığından beri, apartman dikilmedik bağ kalmadı buralarda..Camlarında satılık, kiralık yazan o kadar çok ev var ki!

Ev fiyatları da çok düştü diyorlar sağda solda…

Belediye yolları asfaltlamaya başlamış, bakalım bizim mahalleye ne zaman gelecekler..

Şansıma açık bir fırın buluyorum, selam verip içeriye giriyorum.

Sıcak ekmek bir insanı bu kadar sevindirsin..

Çıtır çıtır…….

Savaş kazanmış komutan edası ile arabaya biniyorum.

Bu fırının Pazar günleri saat bire kadar izni varmış…

Yasağı koyanlarla izni verenler aynı olunca… Yersin mi övsün mü bilemiyor insan.

***

Kahvaltı ediyoruz televizyon açık, bir taraftan çayımı yudumluyor, diğer taraftan gazetelerin manşetlerine göz atıyorum..

Yumurtanın sarısına bandığım ekmek parçası bir yazının başlığına düşüyor…

Direkler bile daha iyi oynadı!”

Akşamki maç aklıma geliyor, canım sıkılıyor.

Tuncay Şanlı’ya, Tuncay Şanlı’yı doksan dakika boyunca sahada tutan Fatih Terim’e ne diyeyim ben...

Eskiden duygularını işine yansıtan adamları sever, sayardım..

Şimdi bu tip insanların, adam kayırdığını düşünüyorum.

O sırada kapı çalıyor..

Yaşlı bir teyze davetiye getiriyor… Oğlu evleniyormuş..

Ekranda Ender Saraç var. Çekimler Boğazı gören bir iskelede yapılıyor..Hava güneşli, deniz kapkara…

“ Balık dedikte” diye kimse “balık” dememişken kitabın orta yerinden Saraç başlıyor anlatmaya, insanlarımızın balık yemediğinden, küçük balıkların kılçıkları ile beraber yenmesi gerektiğinden, balığın ızgara pişirilmesi lazım geldiğinden anlatıyor… Konu dönüp dolaşıp erken kalkmaya geliyor...

Konuklar Deniz Akkaya ve Burak Kut

Deniz Akkaya alıyor sazı eline Cuma sabahları sabaha karşı dört buçukta kalkıp Eyüp Sultan’a gittiğini ardından Emirgan’da kahvaltı ettiğini söylüyor..

Saraç Burak Kut’a nereli olduğunu soruyor...

Kut soruyu İstanbul Beyefendisi olduğunun altını çizerek aynen şöyle cevaplıyor;

İstanbul Ortaköylüyüm efendim

Dikkat ediyorum “efendim” kelimesini başka hiçbir cümlede kullanmıyor.

İşi kapıyorum, bundan sonra beyefendi olduğumu göstermek için, nereli olduğum sorulduğunda “ Tekirdağ Çorluluyum efendim” deme kararı alıyorum...

***

Pazar günü gece yarısından sonra;

Bir saat önce geceyi yarıladık, eski bir kitapla sevişerek uyumak gayesi ile hikâyenin kahramanını yatağıma almış, işgal altındaki İstanbul’un Arnavut kaldırımlarında volta atarken; zamansız havlayan komşu köpeğinin keskin dişleri paçamdan tuttu, korkudan konsantrasyonum bozuldu..Kalktım..

Aylardan haziran, hava soğuk! İstemeyerek yatağın altındaki terlikleri usulca giydim, kümese yaklaşan tilki sessizliğinde yatak odasının kapısını açıp kendimi dışarı attım.

Böyle zamanlarda mutfağa saklanırım.. Dolapta dün geceden kalma mercimek çorbası var..Yüzüne bakmam, hatta terslerim. ( Hele Ender Saraç’ı saatlerce dinledikten sonra)

Başıma ne geldiyse böyle zamanlarda yediklerimden geldi.

Daha önce de yazmıştım, bizim Mürefte’li, kır saçlı bir eniştemiz var.

Kış aylarında ona telefon etmiş, Çorlu’ya gelirken bir koli kırmızı şarap getirmesini rica etmiştim.

Karlı bir günde koltuğunun altında şaraplarla geldi, yüzüm olsaydı tuzlu fıstıkta isteyecektim, getirecekti mutlaka ama utanacağım tuttu, isteyemedim.

Şarapların birazını biz içtik, birazını gelen misafirlere ikram ettik, kala kala bir şişe kaldı.

İşte o şişeyle göz gözeyiz şu an…

Aklımı çelmeye çalışıyor... Cilve yapıyor…

Seni eteği zilli, seni şıllık seni!

Bir kadeh içsem ne olur?

Yarın iş var. Ya canım bir kadeh daha içmek isterse?

Şişe elimde, plastik tıpayı keseyim mi kesmeyeyim mi?

İçeceğim ulan…… Aklımda kalacağına….(!)

***

Nihayet şişe bitiyor…

Sabah oluyor…

Dışarıda hala yağmur yağıyor…..

 
Toplam blog
: 1280
: 1114
Kayıt tarihi
: 09.08.06
 
 

Deniz tutkunu.Amatör kıyı balıkçısı. Aynı Şarkı ve Ilık Havada Hoşça Kal adlı kitapların yazarı ..