Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Kasım '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Neden kaybetmekten korkarız?

Neden kaybetmekten korkarız?
 

İnsanlara, hayvanlara, bitkilere, eşyalara bağlanmak... Bağlılık... Son zamanlarda yaşadığımız bazı olaylar bana bu konuyu düşündürttü. Bağlanmak mı bağlanmamak mı? Ya da çevremizdekilerle hiç bağ kurmamak mümkün mü? Hangisi doğru? Kafanız karıştı değil mi? Benim de karıştı.

Şimdi soracaksınız bana "nereden çıktı bu konu böyle" diye. Bir iki hafta önce çok değer verdiğim ve güvendiğim fitness eğitmenlerinden biri, üye olduğum spor tesisinden ayrıldı. Aslında bir aydır ayrılıp ayrılmamayı düşünüyordu ve bana bu düşüncesinden bahsetmişti. Sonunda ayrıldı. Tam bir ayrılık sayılmazdı bu. Bundan böyle alanda bulunan eğitmenlerden biri olmayacaktı. Dışardan sadece özel dersler ve grup dersleri vermek için gelecekti. Bu fitness eğitmeninin ayrılma kararı beni derinden etkiledi. Niye mi? Çünkü yaklaşık bir sene boyunca benim kişisel eğitmenimdi. Haftada iki kere baş başa özel ders yapıyorduk. Ona güveniyordum. Fitness programlarımı o ayarlıyordu. Ben, öyle her eğitmenin yaptığı programı beğenen ve her grup dersine giren biri değilim. Biraz seçiciyim bu konuda. Karalar bağlayıverdim mi hemen!

Bir de işin alışkanlık ve bağlılık yönü vardı. Ne olursa olsun bir sene özel eğitmenin olmuştu bu fitness eğitmeni arkadaşım. Son bir sene özel ders yapmadık ama onun derslerini çok zorunlu olmadıkça kaçırmıyordum. "Leb demeden leblebiyi anlama" misali, ben onun halinden, tavrından, duruşundan hangi hareketi yaptıracağını bile çoğu zaman kestirebiliyordum. Tarzına alışmıştım. Grup derslerinde "adam gibi" çalıştırıyordu. Gerektiğinde "canımızı çıkartıyordu." Beni de kendi tarzına uydurmuştu. Kendi yoga derslerimde, ben de öğrencilerimin canını çıkartıyordum. Tıpkı sevgili fitness öğretmenim gibi.

İşte tüm bu alışkanlıklardan ve bağlılıktan ötürü, sevgili eğitmen arkadaşımın alan eğitmenliğinden ayrılacak olması beni derinden sarstı. Hemen bağlılık, alışkanlık ve bağımlılık konularını düşünmeye başladım. İnsandık sonuçta, çok kolay bağlanabiliyorduk. İstediğim kadar yoga eğitmeni olayım, yoga felsefesine inanayım ve uygulamaya çalışayım olmuyordu işte. Yine de "bağlanıyordum."

Bu bağlardan nasıl kurtulacaktım diye düşünürken bir olay daha geldi başıma. 17 yaşındaki köpeğim biraz rahatsızlandı. Aslında bir iki senedir mide-bağırsak sisteminde sorunlar vardı. Yine de idare ediyorduk. Yaklaşık iki sene önce karaciğerine iyi gelen bir köpek maması vermeye başladık. Ondan önce, genellikle biz ne yersek onu yiyordu. Tabii ki et, özellikle de tavukla besleniyordu. Tüm bu yedikleri köpeğimizin mide-bağırsak sistemini bozmuş, karaciğerinin yağlanmasına sebep olmuş ve biraz da kan değerlerini yükseltmişti. Tıpkı insanlar gibi, öyle değil mi?

Neyse, bir haftalık tatile gittiğimizde onu da götürdük. Yolumuz oldukça uzundu. Araba yolculuğu 17 yaşındaki köpeğimize biraz zor gelmişti. Bir-iki gün kendine gelemedi tatil beldesinde. Üç-dört gün iyi hissetti kendini. Sonra da döndük. Bu sefer, yaşadığımız şehirde iki-üç gün kendine gelemedi. Mide-bağırsak, yeme-içme ve gezme saatleri değişti. Hepsi birden köpeğimizin poposundaki bir kitlenin kanamasına neden oldu.

O gün eve geldiğimde evi kan gölü içinde buldum. Köpeğimin yarası kanamış ve evin içi "sanki cinayet işlenmişçesine" bir hal almıştı. Köpeğim de titriyordu. Hemen aldım veterinere götürdüm. Kanı durdurmak için iğne yaptılar ve ertesi gün hemen cerrahi bir operasyonla o kitleyi almaya karar verdiler. Ertesi gün yine gittik ama kan değerleri biraz yüksek çıktığı ve kansızlık çektiği için ameliyat yapamadılar. Bir hafta boyunca kan değerlerini düşürmeye ve kan depolaması için vitamin ve ilaç takviyesi yapmaya karar verildi. Sonra tekrar bir kan tahlili yapılacak ve sonuca göre ya ameliyat yapılacak ya da bilmiyorum ne olacak.

İşte köpeğimin başına gelenler ben de "kaybetme korkusu" yarattı. Neden "kaybetme korkusu?" Hiçbir şeye bağlı ve bağımlı olmasak, kaybetme korkumuz olur muydu? Tabii ki olmazdı. Kaybetme korkusu, sadece ve sadece "bağlı ve bağımlı" olduğumuzda gelişen bir duygu. Köpeğime öylesine alışmıştım ki! Beraber büyümüştük adeta. 17 senedir bizimleydi. Evimizin bir ferdiydi. Ona bağlanmıştık ve belki de ilk defa "somut olarak" onu "kaybetme" riskiyle karşı karşıyaydık. Yaşı ileri olduğu için, anestezi ve ameliyat riskliydi. O yüzden de tüm bu tetkikler ve ilaç desteği yapılıyordu.

Bu iki olay, beni bu konuyu sorgulamaya itti. "Bağlılık", "bağımlılık" ve "bağlı olmak". Yoga üstadı Patanjali'nin derlediği yoga sutralara göre, yoganın dayandığı iki temel ilke vardır. Biri "abhyasa" (pratik) ve diğeri de "vairagya" (bağlanmamak). Bu iki temel ilkeyi uygulayarak, gerçek benliğimize ulaşabiliriz.

"Abhyasa" yani "pratik", sürekli sakin ve dingin olmak ve bu sakinliği ve dinginliği korumak için bir şeyler yapmak anlamına gelir. Bu nedenle pratik uzun süreli olmalı ve asla sekteye uğramamalıdır.

"Vairagya" ya da Türkçe anlamıyla "bağlanmamak", bağımlı olduğumuz şeylerden vazgeçmek demektir. Bu bağımlılıklar, "gerçek benliğimizi" görmemizi engelleyen korkular ve hoşnutsuzluklar olabilir. Ya da herhangi bir kişiye, hayvana, bitkiye ya da eşyaya aşırı bağlılık ve bağımlılık şeklinde sirayet edebilir.

Bağlanmamak, bizi "doğruya", "gerçeğe", "benliğimize" ve "manevi şahsiyetimizi" anlamaya götürür. Oysa bağımlılıklar, yaşam tarzımız, davranışlarımız, sözlerimiz ve düşüncelerimiz yoluyla bizim "daha ulvi bir deneyim" yaşamamızı engeller.

"Abhyasa" (pratik), bizi daha sakin ve durağan bir duruma getirecek şeyleri yapmak demektir. Zihin, çevredeki cisimlere karşı ilgisini kaybettiği zaman ve onları artık istemediği zaman, "bağlanmamak" ilkesi kendiliğinden devreye girmiş demektir. En basit ifadesiyle, "bağlanmamak", vazgeçmek, koyuvermek, işi oluruna bırakmak ve serbest bırakmak demektir. Bu sözde basit ama uygulamada zor bir süreçtir. Bir şeyden vazgeçmek, öncelikle "zihinde" başlar. Zihin vazgeçmezse ve bırakmazsa, biz asla vazgeçemeyiz.

"Bağlanmamak", isteklerin, arzuların, düşüncelerin ve duyguların durdurulması ve zihnimizdeki "ben bağlı değilim, ben bağımlı değilim" gibi cümlelerin susması demektir. Eğer zihnimiz içten içe böyle söylüyorsa, bu noktada "vairagya"dan bahsetmek mümkün değildir. Bu noktada, zihnimizin neye bağlandığını anlamaya çalışmamız gerekir.

Patanjali'ye göre, "bağlanmamak" kişiliğimizin derin katmanlarına doğru yol alan bir süreçtir. Kısaca ne anlatmak istediğini açıklayım. Yoga üstadı Patanjali, öncelikle, kişilere ve cisimlere karşı olan daha yüzeysel bağlılıklardan başlayıp, zaman içinde daha süptil ve psişik güç ve deneyimlere karşı bağımlılıklarımızdan da vazgeçmemizden bahsetmektedir. Patanjali'ye göre, eninde sonunda bu tür süptil ve psişik bağımlılıklar yüzünden de biz kendi benliğimizi anlayamayız ya da bu süreç biraz uzun sürer.

Özetleyecek olursak, öncelikle çevremizdeki insanlara, hayvanlara, bitkilere ve nesnelere karşı bir bağlılığımız vardır. Bu bağlılıklardan kurtulduğumuzda özgürlüğün birinci aşamasına ulaştık demektir. Sonrasında, meditasyona, "prana"ya (yaşam enerjisine), beş elemente, duyulara ve zihnin daha derin katmanlarına bağımlılıklar kurtulma gelir. Son olarak da, "guna" olarak adlandırdığımız maddi doğanın üç haline bağlılıktan vazgeçmek gerekmektedir. İnsan her zaman maddi enerjinin bu üç halinin etkisi altındadır. "Sattva guna" insanı gelişme ve yükselişe, "Tamo guna" çöküntü ve inişe, "Raco guna" ise ortalama hayata yöneltmektedir.

Tüm bu bağlılıklardan kurtulduğumuzda, bilinç seviyemiz yükselir, artık herhangi bir şeye bağlanmayız ve "samadhi"ye (sonsuz mutluluk ve huzur) ulaşırız.

Bence zor bir yolculuk. Sizce de öyle değil mi? Ama imkânsız değil. Tüm bu bağlardan, bağımlılıklardan ve bağlanmalardan kurtulmak ve özgür olabilmek kolay bir süreç değil. Sonuçta hepimiz insanız. Şehir hayatını terk edip dağda inzivaya çekilip bir keşiş olarak yaşamıyoruz. Şehir hayatının içinde, istekler ve arzular ile yaşıyoruz. İstersek uzun yıllardır yoga yapıyor olalım, öyle ya da böyle, mutlaka bazı şeylere karşı bağlılık ve bağımlılık hissedebiliriz. Bu bir insan, bir hayvan, bir bitki, bir cisim, kılık kıyafet, çanta, ayakkabı, seyahat ya da herhangi bir şey olabilir. Bu durumda ya alıp başımızı gideceğiz şehirden, inzivaya çekileceğiz ve dünyanın nimetlerinden uzak bir yerde "bağımlılıklarımızdan" vazgeçerek, gerçek benliğimize ulaşmanın ve gerçek anlamda bir "yogi/yogini" olmayı deneyeceğiz; ya da şehir hayatı içinde elimizden geldiğince kendimizi, ruhumuzu ve zihnimizi terbiye etmenin yollarını arayacağız. Dünyanın nimetleri içinde "bağımlılıklarımızdan" ve "bağlılıklarımızdan" vazgeçmeye çalışacağız. Bence meşakkatli bir yol ama denemeye değer. Eğer bunu başarabilirsek işte o zaman "gerçek anlamda bir yogi" ve "gerçek anlamda bir ermiş" olabiliriz bence...

 
Toplam blog
: 201
: 432
Kayıt tarihi
: 08.05.13
 
 

Uluslararası Yoga Alliance onaylı hatha, vinyasa, yin ve prenatal yoga eğitmeni... Hayata bambaşk..