Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Mayıs '13

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Neden Midilli'ye gidilir 2 : İzmir Turu...

Neden Midilli'ye gidilir  2 : İzmir Turu...
 

 İzmir’den Ayvalık’a çıkacağız. Oradan da Midilli’ye geçeceğiz ya… Plan bu.

Otelimize yerleşmişiz. Elimizi yüzümüzü yıkamışız. “Hadi bakalım, aşağı inelim , bizim gençlerden kimler gelmiş bir bakalım,” dedik , aşağıya indik. Kimse yok…

Otelin önüne dört beş tane koltuk atmışlar. Kaykıldık koltuklara gelen geçen İzmir’lileri seyrediyoruz.

Acaba Avrupa’lılığın ölçütü nedir? Bana göre bir ölçüt : Sokaklardan erkek sayısı kadar kadının bulunması… ve buna göre, İzmir’in bütün kızları kadınları sokaklarda. Arı gibi.. kimi okuluna, üniversitesine gidiyor ; kimisi çalıştığı iş yerine…koşturup duruyorlar. Ben pek dikkat etmedim ama, eşim bakmış :  “Buranın hanımlarının çoğu mini-etek giyiyor,” dedi. Belki de doğrudur…Kimbilir! (kadınlar öyle şeylere çok bakarlar).

Karşımızda bir Türkü Evi var. Şimdi sessiz sedasız duruyor ama geceleyin başımıza gelecekleri tahmin edebiliyorum…

Yok arkadaş… bekle bekle …Öğle vaktine kadar bizim gençlerden kimse yok. Biz şöyle bir turaladık, geldik. Hah, birkaç kişi gelmişler. Sarılıştık, öpüştük, ağlaştık.. Kaç kişi kaldık ki şunun şurasında… Böyle toplantıların en kötü yönü de kötü haberlerin çok çabuk yayılıyor olması… O da gitti… Şu da gitti…

Durun yahu, kim nereye gitti? Diye soracaksın ama cesaret edemiyorsun… Oysa gidenlerin nereye gittikleri belli… ama  “...dönen yok seferinden…”

Bazen espri konusu da oluyor… Arkadaşın birisi , ötekinden biraz para istedi, acil bir işi için.
“Para ver ben sana sonra veririm,”dedi. Öteki de …
“Evet. Artık öteki tarafta verirsin..!” diye bir cevap. Ne kadar soğuk… değil mi ? Ama dünya bu. Bazıları oyunlarını oynamışlar ve artık perde kapanmak üzere.

Bu koca çınarlar, koca bir Türk neslini yetiştirdi be… her biri 40-45 yıl öğretmenlik yaptılar. Çeşitli yöneticilikler yaptılar, sorumluluklar aldılar. Ama artık  Midilli yolundalar…! Ne güzel.

Akıllı Rehberimiz geldi. Yemeği , yandaki T. adlı  tanınmış lokantada yemeği önerdi. (Ha bu arada bizim otelin adı da M… artık anlayan anlar..!) Kabul … İzmir’in başka neyi ünlü? Çöp şişi… Eee çatlayıncaya kadar yedik.

E artık benim tansiyonum yine 24’e çıkmıştır. Eskiden bir elim kalbimde, bir elim tansiyon aletindeydi… Önümde de bir sürü tansiyon hapları.. Pembe mi olur; kırmızı mı, yeşil mi?  Tadlarına bakıp duruyordum (tabii, ondan sonra da yatıp uyuyordum…) Artık o huyumdan bir şey kalmadı…

Hatta bir keresinde ilaç almak için acemi bir doktora gitmiştim. Tansiyon ilacımın yenilenmesini istedim. Hocam şöyle bir tansiyonunuza bakalım, dedi Doktor. Demez olsaydı! Kolumu sıyırdı , açtı ölçtü.. Benim tansiyon, fiyaka yapar gibi , yine 24 … Aldık mı başımıza belayı… Doktor da şafak attı! Hoca, gidiyorsun, dedi… (ben içimden gülüyorum… biz öyle nice 24’ler gördük evlat, bize söker mi?) Hemen bir adet “dilaltı” verdi. Bir tansiyon ilacı yutturdu. Bir saat yattık, sonra baktı … Tansiyon 16. öldür Allah düşmüyor. “Haydi hoca git, kendine dikkat et…” diyerek selametledi. O genç insan bir yıl sonra , kalpten gitti… Hay koca Allahım, kim öle kim kala… İşe bak!

Nerde kaldık İzmir Turu’nda… Saat 13.30 , arabamız geldi. Konak’tır, Alsancak’tır … duman ediyoruz İzmir’in yollarını. Rehberimiz Nafia hanım arabayı durdurup durdurup bilgi veriyor ki.. Ne bilgi! İzmir’i artık ezbere biliyoruz… Oradan Asansör’e gittik… Asansör, Dario Moreno sokağının sonunda. Artık “Asansör” asansörlüğünü yitirmiş, tam turistik bir yer olmuş. Tepesinde lüks gazinolar, Cafe’ler… Oturduk, dinlendik… Çayımızı kahvemizi içtik. İzmir’in panoromasını seyrettik; resimler çektik… Sonra yallah aşağıya. Nafia hanım düdük çalıyor… Biz de Pavlov’un köpekleri gibi dikiliyoruz… Ondan sonra ne denirse yapıyoruz. “Otur..” oturuyoruz. “Kalk” kalkıyoruz… Böyle… ama neme lazım  turizm , folklor üzerine iki kitabı olan saygıdeğer bir hanımefendi. Haydi bakalım, dedi , kalktık… Arabaya… Doğru, Kadifekale’ye … Bu İzmir’in 3000 yıllık tarihi var.  O tarihin parçası… içindeki tarihi sarnıcı görmek için bile gitmeye, görmeye değer. Çevresinde eski İzmir ve Doğu’dan, özellikle Mardin’den göçen yeni İzmir’liler… Hayırlı olsun.

Sonra Agora, Smyrna’nın  antik çağlardan kalan eserleri, Roma , Bizans eserleri hep burada… Bazı amcalar , pat, küt hala kazıyorlar (bence onlar hazine arıyorlar… bildim) Ama bulunanların hepsi hazine. O kadar çok tarihi eser kazandırmışlar ki, bravo çalışkan Arkeologlarımıza… İzmir’i İzmir yapan eserler artık ayan beyan. Ama bu eserlerin en güzellerini İzmir Arkeoloji Müzesi’nde görebilirsiniz. Çok güzel, harika…

Sonra Basmane’ye gittik… Oralardaki küçük otellerde babamla kalışımızı hatırladım. O otellerden eser kalmamış… Her yer çarşı. Basmane çarşılarını gezdik. Lokmacıda durduk. Adam bizi görünce (herhalde hayaletler gelmiş diye..!) bırakıp kaçtı. Lokma yiyemedik..! Neyse gelecek sefere.

Oradan , Kızlarağası Hacı Bekir Ağa tarafından  1744 yılında  emekliliğinden sonra yaptırdığı Kızlarağası Han’ına gittik. İzmir’in görülmesi gereken çok önemli bir turistik yeri. Kahvesi meşhurmuş, içmek için üst kata çıktık. İşte burada ben bombayı patlattım. Evet, bombayı…
Daha önce , yarım su şişesinin içine, yarım kalan maden suyunu eklemiştim. Açıp içeyim derken… bir bomba sesiyle kapak fırlayıp, gidip tavana yapışmasın mı… Tabii , bu arada benim gözümü Allah esirgedi.. İşte , birinin yaptığını ötekiler çeker (bazen..) Bütün millet ayağa fırladı, “He oluyor yahu…” diyerek. Yani orada da bir rezalet çıkardık. Neyse… Affola. Bütün İzmir’den af diliyorum. O bombayı ben patlattım..!

Sonra artık akşamüstü. Otele döndük. Yemeğimizi Otelin terasında Güzel İzmir’i seyrede seyrede yedik. Harika bir manzara vardı. Hele güneş batarken. Yeme de yanında yat… (bizim de güzellik deyince, nedense, aklımıza hep yatmak gelir…!) Paydos…

Hanımları filan postaladıktan sonra, biz erkek takımı , İzmir sokaklarını turaladık… bütün çevremiz meyhanelerle, lokantalarla, barlarla dolu… Herkes de milli içkimiz olmayan Aslan Sütünü bir güzel iyi etmekle meşguldü. İzmir’in milli içkisi belli… hiç tartışma götürmez. Bazıları istediği kadar… Neyse!

Gece… Iztırap. Evet, benim sivrisineklerim buraya da gelmişler! İmdat!
Bağırsan ne olacak; bağırmasan ne olacak… Onlar işlerini biliyorlar. Bizim akılsız kafamız. Çare düşünememişiz.

Ayrıca, gece saat 2.30’da Türkü Evi’nde sahne alan Hakkı Bulut’u da sabaha kadar söyletenlere de helal olsun. Onlar sayesinde neredeyse ağlaya ağlaya gözden oluyorduk;  döğüne döğüne de dizden…  İbrahim bey’de uyuyamamış, “Hoca sen duymamışsın, sabaha karşı ne kavgalar oldu…” dedi. Bence o kaçıp giderek, Türkü Evi’nde manzara da seyretmiştir…

Böylece İzmir’in gecelerini de uykusuz yaşayarak sabahı ettik.

İnsan İzmir’de uyuyabilir mi , ayıptır, yazıktır o güzelim gecelere..!

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..