Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mayıs '13

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Neden Midilli’ye gidilir .10: Midilli’nin aşağısı yukarısı…

Neden Midilli’ye gidilir .10: Midilli’nin aşağısı yukarısı…
 

Ayvalık Gümrük


  Bugün 19.Mayıs.2013.Pazar .Tarih düşelim de sağlam olsun. Ne dediğimiz anlaşılsın. Sabah , uzonun etkisiyle bi hoş uyanıyoruz. Namussuz rakı, ne baş ağrısı yapıyor, ne bel! Sabahleyin şeker gibi uyanıyorsun. Sivrisinekler de bu yüzden bir yerde sızıp kalmışlardır. Oh ne güzel hiçbir ilacımı almadım…Üstelikle uzoyla sağlık buldum. Var mı diyeceğin Doktor bey! Benden duymuş olmayın, bütün doktor taifesi de o akşam uzoları şişe şişe iyi ettiler . Her halde geceleyin uzaya çıkmışlardır. Biz, iki kadehçik iyi ettik (Allah o kadarına günah yazmaz.. Yazar mı?)

Hey, bugün dağları aşacağız, taa Adanın Kuzey ucuna gideceğiz. Ama Midilli’nin yolları beni bitiriyor… O biçim viraj. (Şirini okuyun, ektedir.)  Ama çok zevkli… Yol boyunca, zeytin ağaçları, her yer zeytin ağacı… Ama hiç birine el sürmemişler. Ne çapa var, ne budama… Öyle zavallılar hüdai nabit büyümüşler. Özgür , büyük… Tam orman ağacı olmuşlar. Midillilere soruyoruz : “Bu zeytin ağaçlarına niye bakmıyorsunuz?” Sayıyorlar…
“İşçi tutacaksın… Çapa yaptıracaksın, budayacaksın, ilaçlayacaksın… İşçilerin her türlü masraflarını karşılayacaksın…Sigorta yaptıracaksın…” , “Astarı yüzünü karşılamıyor be… Satsak zarar ediyoruz…” Eee… Vaziyete bak…

Avrupa Birliği bu ülkenin ailelerine, sahip oldukları Zeytin ağaç sayısı kadar yuro veriyormuş. Onun için ağaçları kesmiyorlar ama özel bir özen de göstermiyorlar. Zeytin ağaçları burada alabildiğine özgür.

Midilli’nin her yanı zeytin ağacı dolu. Zeytin ürünleri ihracatı yılda 50 bin ton. Verilen bilgiye göre, Osmanlı Devleti zamanında bu rakam 90 bin tonmuş… Bu durum Midilli’lerin ne derece siesta yaptıklarının işaretidir. (Neyse bize ne adamlar iste toplar, ister yakar.. Onların bileceği iş… de insanın yüreği yanıyor!)

Sabahleyin otelde güzel bir kahvaltı yapıyoruz. Sonra sokağa çıkıp, etrafı temizleyen güzel Midilli’li kızları seyrediyoruz. Hayret… Bu işleri kızlar yapıyor! Niye yapmasınlar ki?

Sonra vurduk dağlara… Kuzeye hep Kuzeye . Dün Güney’e inmiştik… Laf aramızda bu Midilli’lerin tümü komünistmiş… Üç tane milletvekili çıkartıp Atina’ya gönderiyorlar… İşte size kısa günün dedikoduları… AB parasıyla komünist olup, siesta yapmak… Oh ne güzel hayat!

O kadar da değil. Adamlar bir şeyi ilim haline getirmişler. Yol boyunca sıra sıra fabrikalarını gösterdiler. Adanın kaynak suları bol, güzel… Ondan dolayı , adanın her tarafına UZO fabrikaları kurmuşlar. Tam 32 tane saydılar… bir ikisini gezdirdiler. Envai çeşit markalar.. Renkleri farklıymış… Yetiştirdikleri bir avuç üzümü, evirip çeviriyorlar… Rakı’nın bir çeşiti olan UZO yapıyorlar. Etki derecesine göre üç çeşiti varmış, buna göre Yeşil- zararsız; Kırmızı-zararlı, Mor… Adamı mosmor yapıyormuş. Ben bu fabrikaların yapım atölyelerini gezip, beleş diye kadeh be kadeh  UZO götüren ve oradan bir hayli sallanarak çıkan arkadaşlara bakarak söylüyorum. Siz benim de ağzımın koktuğuna bakmayın. Sadece tattım. Bilirsiniz gustosu yüksek bir insan sayılırım. O kadar olacak…

Evet, adanın batı ucundan başlayarak ilerliyoruz. Petra’yı ; kayalıklarda yükselen Panagia Glykofilousa Kilisesi’ni ve Türk Konağını ziyaret ediyoruz. Son olarak adanın belki de en güzel kenti olan Molyvos’a gidiyoruz. Dik bir yamaca kurulu rengarenk evleri, görkemli ortaçağ kalesi, göz kamaştıran balıkçı limanı ve kristal berraklığındaki sularıyla Molyvos’u geziyoruz. Daracık sokakları, küçük bakkal dükkanları, kayalardan Ege Denizine sarkan balkonları, tavernaları, kahveleri, lokantaları, hele hele mor salkımlarla örtülü Agorası, derken bizi kandırıp yine Midilli’ye getiriyorlar ve bizi Gümrük binasının önüne bırakıyorlar. Burada bizi bekliyen teknemiz ile, akşamüstü, güneşi denizde , Midilli’nin üzerinde batırarak Ayvalık’a doğru yol alıyoruz. Gemi bu kez ağzına kadar dolu. Nihayet Ayvalık görünüyor… Ohh.. çekiyoruz. Güzel ülkemiz göründü be…

Ama daha çekecek çilemiz varmış. Gümrük kapısında bir memur bırakmışlar; o kadar insan (belki bin kişi…) Gümrük kapısı önünde , saatlerce kuyrukta mahvoluyor. Gezi iyi de, geziye gittiğimiz için bu işkence ne?

Tabii bu arada sinirler geriliyor… İki bayan , yer sırasından dolayı , “Terbiyesiz…” le başlayıp , “Ben sana gösteririm..” devam eden ağız dalaşına giriyorlar. Çevreden:
“Ayıp.. ayıp…” sesleri yükseliyor.

Her vaziyetimizden Türkiye’ye geldiğimiz belli oluyor. Bizim kahraman halkımız daha kapıda birbirine karşı silahı çekmiş bulunuyor. Yaşasın, Türkiye’ye geldik. Ayvalık Gümrüğünde epeyce bir harcandık…

O bakımdan Yunan gümrüğüne teşekkür ediyorum… On dakikada işlerimizi bitirmişlerdi… Diyecek bir şey yok! İşte söyledim.  Bizim gümrükte resmen cezalandırılıyoruz. Vay siz misiniz Midilli’ye giden…?

Baştan sormuştuk , “İnsan Midilli’ye niye gider?” Cevabı şu: “Türkiye’ye dönmek ve iki saat gümrükte beklemek için…” Gümrükteki o tek memurun hiçbir hatası yok. O gariban elinden geleni yaptı mühürleri basmak için… Neyse?

Anlatacak çok şey var. Midilli’nin Ekonomik durumuna  gelince? Boşverin…

O da gelecek sefere kalsın.
Biraz da gidin kendi gözünüzle görün.  Laf arasında bir de Üniversitesi varmış… Biz göremedik, gidin arayın; belki bulursunuz!

 

 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..