Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ocak '14

 
Kategori
İlişkiler
 

Neden severiz?

Sevmenin temelinde hiç kuşkusuz insanın toplumsallaşması yatar. Bizden olanı, bize benzeyeni severiz. Çünkü, bizden olan ve bize benzeyen, varoluşumuzun hem güvencesi hem de parçasıdır. Bu güvenceyi aramak ya da yaratmak ve bunu aramanın ve yaratmanın süreci toplumsallaşma oluyor. Bu olup bitmeler bizim kimi, neyi, neden, nasıl seveceğimizi, genel çerçevede belirliyor.

Bu açıklama sevmenin kökeni üzerine belki felsefi bir bakış içeriyor. Ancak hayatta, yukarıdaki çerçeve doğruysa eğer, o çerçeve içinde insanlar sevgi ilişkilerinde hiç de analitik ya da felsefi bir tutum içine girmiyorlar. İnsanlar kendilerine sunulan dünya içinde varoluşlarını sürdürüyorlar.

Bu dünya için de "neden severiz?" diye sorabiliriz. Özellikle kadın ve erkek ilişkisi açısından.

Neden severiz diye düşündüğümüzde, sanki adeta sevmek zorundaymışız gibi bir durum sözkonusu. Dünya nüfusunun ve her ülkenin nüfusu, kadın ve erkek olarak, aşağı yukarı yarı yarıya. Gördüğümüz kadarıyla da, herkese mutlaka birileri düşüyor. Bu açıdan bakınca, sevme ve sevilmenin olağan bir dağılım gösterdiğini düşünebiliriz. Bu dünyada sevilmeyecek ve sevmeyecek kimse yok demek ki.

Ama hiç kimse her önüne geleni sevmiyor. Belki yüzlerce adaydan sadece bazılarını seviyor. Bunun nedeni üzerine düşündüğümüzde belli cevaplar verilebilir. Örneğin, ilgimi çekiyor, hoşlanıyorum, aşık oldum, çok tatlı vs. denebilir. Ancak aradığımız cevaplar bunlar değil, bunların nedeni.

Düşünce tarihine bakarsak, sevgiye değer hep iyi ve güzel olan olarak gösterilmiş. İyi ve güzel olan, erdemli olmakla, ve diğer insanı değerlerle eşitlenmiş. Böylece sevgiye değer olan bu değerlere sahip olan anlamına geliyor.

Bu yaklaşım, yazının en başındaki, varoluşumuzu güvenceye almak ve onun bir parçası yapmak anlayışıyla örtüşür. Çünkü esasında bu erdemler ya da değerler de, bu varoluş kaygısının en iyi ilaçlarıdır.

Yalan söyleme, dürüst ol, sağduyulu ol, aklı selim ol, zarar verme, alçak gönüllü ol, adaletli ol vs.

Evet, bütün bu kavramların nerden çıktığı, ne amaca hizmet ettiği, temellendirilip temellendirilemeyeceği vs. bunlar felsefenin işi. Ama sonuçta biz bu değerlerle çevrelenmişiz ve olağan hayatımızda bunlar gerçekten önemli.

Olağan hayata baktığımızda, yukarıda sayılan özelliklere sahip olup da saygı duyulmayan kimse var mıdır? Olmaması gerekir. Saygı ile sevgiyi bu noktada kategorik olarak ayırmazsak, bu tip insanları hep sayar ve severiz.

Evet bu tarz insanları diyeceğim  (ama şüpheci yanım dürtüyor ve diyor ki, bu tarz homojen insan yoktur, bir insan olumlu özellikleri yanında olumsuz özelliklere de sahiptir, o kadar ki, olumlu olan özellik başka koşul ve durumda olumsuza, olumsuz olan da olumluya dönüşebilir, evet bu gerçektir, bir de bu durumlara yönelik algılarımızı tabakalandırırsak, zemin iyice kayganlaşır ve bu da gerçektir)  hürmetle karşılarız. Kategorik olarak böyle. Ancak parantez içindeki durumlar da gerçek olduğu için, aslında böyle peygamber gibi adamlar pek yoktur hayatta, bu insanlar da gündelik hayatlarında olağan insan durumuna girerler. Bu da hayatın gerçeğiyle tutarlı. Çünkü biz sadece erdemli olan insanları sevseydik, dünyada az sayıdaki kadın ve erkek çok sayıdaki kadın ve erkek tarafından sevilirdi  (dünyada bu da yok değil, ünlü insanlara, fanların duyduğu sevgiyi düşünürsek, ancak bu, doğrudan kadınlar ve erkekler arasındaki yaşanabilir sevginin kaynağı nedir sorumuzla ilgili değil)

Sonuç olarak, erdemlilik sevginin parçalarından biri ama tamamı değil. Çünkü dünyadaki herkesi seven birileri var. Peki hiç erdem taşımayan bir kimse sevilir miydi yine de? Bu soruya gerçek cevap almak için önce şunu sormak gerekir ama, hiç erdem taşımayan insan var mıdır? Bu sorunun cevabı otomatik olarak hayırdır. Otomatik yapan şey, bizim algılarımızın bizde yarattığı oyunlardır. Yukarıda demiştik, algılarımız matrisi büyütür. Kişinin erdemi yoktur, ama biz varmış gibi sanabiliriz.

Bu açmazdan nasıl çıkabiliriz? Yukarıda homojen insan yoktur demiştim. Bu iyilik için olduğu kadar kötülük için de geçerlidir. Koşulara göre çapraz durumlar yaratır ve en nihayetinde algı oyunları işin içine girer -ve en bilge dediğimiz kişi bile algının çocuğu ise. Bu üç boyutlu matristen, 'hiç erdemi olmayan insan' diye bir sonuç çıkamaz.

O zaman, erdemsiz insan olmayacağı sonucu çıkarsak bile, bu yine de, erdemin sevginin bir parçası olduğunu kanıtlamayacaktır. Bunu kanıtlamanın bir yolu var ama. Biz her halükarda, en aptal ve en zeki, kişiler olsak da, -bu ifadeleri kullanışım çok çekincelidir, çünkü kendini zeki sanan, en aptalımız olabilir- en temelde varoluşumuzu sürdürme kaygısı içinde yaşıyoruz ve özünde bu kaygıyla yaşamımızı sürdürmemizi kolaylaştıran şeylere iyi, güzel ve erdemli diyoruz. Evet evrensel değerlerin, insanlık için iyi, güzel ve erdemli denmesinin temellendirmesi de bundan başka bir şey değildir.

Bu işlem gündelik hayatta da böyle oluyor, işimize yarayanı iyi, güzel ve erdemli diyoruz. Çünkü erdemli olan bu işlevlere sahip olan oluyor. Böyle bir tutumla, on kişinin güzel demediğine güzel diyen birini ikna etmek de mümkün değildir, çünkü zihin ve akıl öyle işler ki, kişi, kendi düşüncesini çok kuvvetli bir şekilde savunabilir, çünkü kendini inandırmıştır ona, evet bu da gerçektir.

Geldiğimiz nokta şu; varoluşumuz sürdürmek için iyi, güzel ve değerli şeyleri üretiriz ve bunları severiz şu ya da bu şekilde oldururuz.

Gündelik hayatta da, tekil insanlar sahip oldukları koşul ve imkanlar içerisinde böyle yaparlar.

Bunu yaparken, karşılarında onlarca insan vardır. Her biri için bu kontrolü yaparlar ve sonuçta eleyerek, ve tabiki karşılıklı etkileşim içinde uyuşarak belli kişiler seçilir. Bendeniz bu seçme ve seçilmeyi hasbelkader olarak görüyorum. Bunun bir nedeni olduğunu düşünmüyorum. Karşı cinse evrimsel, yani doğuştan ve sonra da kültürel olarak, potansiyel olarak gebeyiz. Birini seçeceğiz ve bedenimiz ve ruhumuz bizi zaten rahat bırakmayacak. Birini sevmeye itileceğiz. Bu itilim, bize birini seçtirecek. Bu seçim de, rastlantılara ve koşullara çok bağlı. Aslına bakarsanız bu rastlantının evreni o kadar da geniş değil. Dünyada yarı yarıya kadın ve erkek olduğuna göre, yüzdelik şansımız o kadar da yüksek değil.

Sevmeye itiliriz. Nasıl olsa, elimizde kalıplar hazırdır. Toplum bunu sunmuştur, sevme ve sevilme davranışları. Bunlar paket program gibidir. Yeter ki, birini ağımıza düşürelim ve ağa  düşelim. Gerisinin algoritması filan var zaten.

Evet, temel varoluş kaygısı ve bunun işleyişini, daha sonra koşul ve imkanların hasbelkaderliğini vurguladık, ancak yine de cevap tam değil.

Nihayetinde bütün bunlarla birlikte, seçiyoruz, seçiliyoruz vs. Bütün bu söylenenler dışında seçimlerimizi etkileyen başka hususlar var. Bunlar belki daha nüans olan iletişimler. Mesela elektrik alma, içi ısınma, sempatik bulma gibi şeyler.

Bu tür nüanslar üzerinde düşünürken de, en başta koyduğumuz varolma kaygısının işbaşında olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, giyimle, konuşmayla, hitabetle, bakışla gönderilen mesajlar, kişinin bu kaygı alanına düşer ve oradan onay ya da ret alır. İlk bir kaç saniyelik iletişime önem verilir ya, işte belki de bu proses, varolma kaygısının denetleme yaptığı prosestir.

Giyim, konuşma, hitabet, bakış vs. ve diğer tüm faktörler kişiler arasında bir ruh alışverişi yaratıyor olabilir. Evet, iç dünyamızda, o ana kadar yaşamış olduğumuz tüm süreçler bir makinenin dişlileri gibi çatır çutur çalışıyor, en ağır ve aşağılık kavramlardan en narin kavramlara kadar, ama nihayetinde sadece kişinin varoluş kaygısının dişlerini doyuracak kadar narinlikle, ilk iletişimde ret ya da onay mekanizması çalışıyor.

Bu karar alınırken varoluş kaygısının tatmin olması şart. Bu şartı yerine getirecek ve ruh iletişimin kuracak ve ideal ruh iletişimini kuracak şey şu olabilir: Karşılıklılık kesinlikle oluşmalıdır. Yani şu, örneğin bir erkek olarak 'dünyanın en güzel kadınını' da öpse, eğer öptüğü kadın ona karşılık vermiyorsa, ya da öpülmekten mutlu olmuyorsa, o erkek öpmekten hemen vazgeçecektir. Oradaki öpüşün kıymeti harbiyesi et olarak dudağın, et olarak, diğer dudağa teması değil, öpmenin kabul edilişidir. Yani ruhsal, varoluşsal bir öpüşme sözkonusudur. Öpmeyi ve öpülmeyi karşılıklı olarak kabul etmek ve tam özgürlükle bunu yapmak, öpmenin en doruğudur. Kişilerarası iletişim de bu örnekte olduğu gibidir bence. Kabul etmek ve kabul edilmenin karşılıklı oluşunun yarattığı sıcaklık ve coşku insanların birbirlerini sevme nedenleridir.

Bu da nihayetinde, varoluş kaygısının komutasındadır. Kabul etmek ve kabul edilmenin karşılıklı oluşu iki taraflı varoluş kaygısının uyuşumudur ve en az tehlikeli olanıdır. Yani en tatlı, en elektrik alınanı, en iç kaynayanı vs.

Karşılıklı kabul etmek ve edilmek de rastlantılar içerir. Erdemler, koşul ve imkana göre çapraz olmuş yani yer değiştirmiş erdemler, diğer hasbelkaderlikler.

Ancak bunun, öyle ilahi, gizemsel, dünya aşırı bir nedeni yok. Varoluş kaygılarımız karşılıklı olarak tatmin olacak, tehlike yaratmayacak, birbirini anlayacak, benzer toplumsallaşma ya da anlam dünyasına sahip olacak. Ancak böylelikle iki insan birbirine eklemlenebilir.

Karşılıklılık öyle koşullar ve imkanlar ve yaşantılar içinde oluşur ki, o kişiyi hiç dikkate almazsınız, ama öyle koşul ve imkanlar olur ki, o kişinin, sizi anlayan, sizin zekanızı, duygunuzu yakalayan bir sözü davranışı, ruhsal kapıları, yani varoluş kaygısının demir kapılarını gacırt gucurt diye açabilir. Nihayetinde, varoluş kaygısı ana merkezdir, sizin kafanızı da kopartacak kadar acımasızlığa, sizi kirpikleriyle sevecek kadar narinliğe de sahiptir, bu sizin ona neyi sağladığınızla ilgilidir.

Burada, aşk ile ilgili de ilave yapılabilir. Bazen öyle oluyor ki, bir varoluşun varoluş kaygısı, diğer varoluş kaygısına esir düşüyor. Buna aşk diyoruz. Bu teslim olma süreci iki yönlü olabilir. Aşık olanın varoluş kaygısı tek cephede savaşmıyor, kaybettiği başka cepheler var. Bu kaybediş içinde, öyle bir başka varoluş kaygısı ortaya çıkıyor ki, bu kişiye gerçekten ya da kişinin algısının bir oyunu olarak, sarıp sarmalıyor. Bunu bir psikolojik üstünlükle yapıyor. Yine koşullar, daha zeki, statülü vs. olma. Çünkü güç sahibi olunana daha kolay aşık olunur, bunun nedeni, varoluş kaygısının kendini daha güvende hissetmek için ne gerekiyorsa yap ilkesidir. Varoluş kaygısını güçlü kılmış bireye de duyulan, saygıya ya da hayranlığa dönüşmüş bir hınç. Varoluş kaygısı çünkü, herkes eşit olsun  diye hareket etmez, kendi varoluşunu egemen kılmak üzere hareket eder. Başkalarını tanıması, kendi güvenliği için bir reel politiktir.

Sözün kısası, sevmek ve sevilmek iyidir, hoştur, ama boştur, neticede, olsa da olur olmasa da olur iki varoluş kaygısının bir oyunudur. 

 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..