Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ağustos '18

 
Kategori
Öykü
 

Neden Tadın Kaçtı Ömrüm

Neden Tadın Kaçtı Ömrüm
 

  • "Görsele vuruldum.
  • Varsın hikayeye uymasın.
  • Koca bir pirinç tarlası, koca dünyada,
  • içinde yalnız bir adam..."

 

Neden Tadın Kaçtı Ömrüm

     Kasabayı ilk kez ziyarete gelenler yaz-kış kasabada sürekli yaşayanlardan hemen ayırt edilir. Yeni gelenlerin aksine orada yaşayanlar ağzı açık hayran hayran bakınmazlar etrafa. Her şey olağandır onlar için. Meydandaki Atatürk Heykelinin önü ve arkası boyunca uzayıp giden sahildeki masalar,  bir dalgalanıp bir durulan deniz, denizin tam ortasındaki ada her şey ama her şey ağzı kapalı izlenecek kadar çok görülmüş artık heyecan yaratmayacak kadar ezberlenmiştir. Oysa manzara her şeyi kanıksayan ev sahiplerini kışkırtmak için çırpınıp durur. Denize atılmış simitlere pike yapan martılar, martılardan önce denize fırlatılan ekmek kavgasına düşen balık sürüleri, bangır bangır piyasa müzikleri yükselen demirlemiş yatlar…

  Sallama değil yeni demlenmiş ada çayı deyip tepsideki buruk kokuyu yanınızdan tüttürerek geçen garsonlar, sarkmış vücutlarını gizlemeye artık hiç hacetleri olmayan buruşuk ihtiyarlar, henüz diri vücutlarını sergilemek için can atan genç kızlar, o vücutlarda bakışlarını rahatça gezdiren yaşlı ve genç erkekler…

 İnsanlardan korkmadan tek tek bütün masaları yoklayan muhlis kediler…

 Bunca şey çırpınıp durur ama nafile.

 Bana gelince ben bu çağrıya kulak kabartırım. Hem başka çarem mi var?

 Bir sabah ansızın hiçbir açıklama yapmadan çekip giden, giderken de yaşamaya duyduğum açık saçık hevesi birlikte götüren kolum kanadım kıran o, o… tadı kaçmış ömrümü unutmak için en küçük bir çırpınışa, heyecana kulak kabartışım bu yüzdendir işte.

Bu sabah ta erkenden kendimi denize en yakın masayı kapmak için sahilin yolunu tutarken buldum. İstemsiz yaptığımdan bir baktım ki, yola çıkmış gözüme en güzel yeri kestirmiş, oturmuşum bile…

Olmuyor, denizin dalgaları inip yükseldikçe benim de midem hareketlenip ağzıma geliyor. Yosun kokusu ve iyot da bulantıyı arttırınca kalkıyorum. Batıp çıkan bu denize bakmaktansa şehre gider kalabalığın arasına karışır kaybolurum diyorum. Hani ben çırpınıp duran manzarayı kasaba halkının hodbinliğine rağmen görüyordum. Şimdi neden kaçıyorum, görmezden geliyorum?

Ah o açıklama yapmadan ellerimden sevdası yalan kuş gibi uçup giden tadı kaçmış ömrümün yüzünden bütün bunlar işte.

Hem dokunmayın bana, rica ederim, başka çarem mi kaldı ki?

Kendimi avutuyorum, gönlümü orda burda eğleyerek.

Düşüne düşüne şehre giden minibüslere gelip, biletimin parasını ödeyip koltuğa oturmuşum bile…

Hiç haberim yok.

Önümde bir ana oğul oturuyor. Kadın öyle iri ki, yolculuk boyunca gözümü ondan kaçırmam imkânsız. Eşarbının bütün motiflerini ezberliyorum. Oturdukça şişiyor sanki kadın. Bir ara ayağa kalkıyor. Biraz ayakta bekliyor. Oğlu da kalkmaya davranıyor. Sen otur diyor, terliğin içindeki patladı patlayacak parmaklarını gösterip, benim ayağım şişti, daha var gideceğimiz yere.

Sahi biz nereye gidiyoruz? Bu kadınla çocuk nereye gidiyor diye tatlı tatlı hayalini kurmama fırsat kalmadan kadın şoföre soruyor.

Salih Dede yatırı nerde? Oraya gelince indirsene bizi.

Şoför aniden duruyor ara sokaklardan birinde. Caddeyi gösterip şura diyor.

Kadın vücudunun hantallığına inat tüy gibi iniyor minibüsten. Oğlu da arkasından. Ben de oğlanın arkasından.

Bu inişi muhafaza edip arka arkaya yürüyoruz.

İşlek caddenin yan tarafında dede için yeşil ferforjelerle kapatılmış iyice sulanıp ıslatılmış gül ekili bir alan bu yatır. Kadın ve oğlan dedeye hiç oralı olmadan çekip gidiyorlar hemen yanında bulunan dükkânın içine. Belli ki dedeyi adres sormak için kullanmışlar. Cıklıyorum, koca yatır ne ayıp, insan bir selam verir bari…

Ben dedeyle baş başa kalıyorum. Ne denir ki? Hiç de inanmam yatırlardan medet ummaya.

Boğazımı temizleyip ellerimi açıp ruhuna dua okuyorum dedenin. İçim yumuşuyor sanki. Belki de istek bekleyen dede bu dua karşısında duygulandı da hissiyatı bana geçti diyorum.

İçim yumuşayınca başlıyorum caddede yanımızdan gelip geçenlere aldırmadan dedeyle konuşmaya.

 Ah be Salih Dedem; sabah dalgalı denizin burnumun direğini sızlatan kokusu, midemi kaldıran dalgası olması olmasaydı şehre gelmeye hiç niyetim yoktu. Ameller niyetlere göredir derler ya ortada bir niyet yok anlayacağın. Belli ki bu senin niyetin. Beni sen arzuladın. Şu koca dünyada kendimi koyacak yer bulamıyor, hiçbir yere sığamıyorken bak şu bir lokmacık toprakta yatmakta olan sana kadar geldim. Bu dünyadan göçüp gitmiş hiç tanımadığım biriyle ne konuşulur?. Artık kendine bile faydası olmayacak birinden ne istenir ki? Hem istemeye daima utanmış biriyken. Aldırma bütün bunlara hele sen derdini anlat da rahatla dersen, hayatım aziz bir dostken bana, şimdi el olmuş gibi. Kendi hayatımın yabancısıyım.  Ben de özümü ona kabul ettirmek için çırpınıp duruyorum. Hatta mahir olduğum yeteneklerimi sergiliyor, bu yeteneklere her defasında bir yenisini katmak için uğraşıp didiniyorum. Süslenip püslenip itina gösteriyorum ona biraz olsun sevdirebilmek için kendimi. Gece ayrı renkte gündüz ayrı renk ve kokudayım. Sazımın yayını elime alıp nice nağmeler döktürüyorum. Sazımı bırakıp hoşuna gider umuduyla incitmekten korkarak yumuşakça raks ediyorum da yine de boşuna. Bunları görmeyip benden küsüp incinmiş gibi bir sabah ansızın hiç konuşmadan çekip gitti hayatım. O gitti, gözüm yaşı hiç dinmedi. Söyle Salih Dedem söyle benim hayatım nereye niçin gider? Beni bir başına nasıl koyar? Ufacık bir sitem bile etmeden, belli etmeden niçin beni terk eder?

Ben sustuktan sonra birden Salih Dedenin toprağı kabarır gibi oldu.

Suphanallah, Bismillah dedim ama nafile toprak kabarmaya devam etti.  

Kabaran toprak konuşmaya başlamaz mı bir de?

Siktir et ya, dedi.

Her şey beklerdim de bunu beklemezdim koca yatırdan.  Üstelik konuşmaya devam etti.

Kendini yorma bu kadar, hayat dediğin ne ki? Üç kuruşluk bir yer. Keyfine bak. Kaldığı kadar artık. Bak, hayata böyle ince davranma kulun kölen olur anasını satayım. Değil bırakmak seni köpeğin olur. Sen pek kibar hatunsun. Gevşe kızım biraz, dedeni dinle.

Öyle kaldım. Toprak eşelendi gibi. İçinden kara bir adam çıktı.

Dedenin az ilersindeki çeşmenin burdan geçen borusu patlamış. Onu değiştiriyorum dedi ve pis pis sırıttı.

Ben alı al moru mor arkama bile bakmadan koştum kasabaya giden minibüse doğru.

 

 
Toplam blog
: 110
: 1076
Kayıt tarihi
: 26.05.14
 
 

Dünyanın kirletemediği bir lotus... ..