Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '08

 
Kategori
Felsefe
 

Nedensellik ilkesi

İlim’e Mektup – Bir ‘Meta’ Yemin / Hipokratötesi

Bundan kısa bir süre önce, gelecek ayki baskıya yetiştirmek için aklımı kırka yararak yazmaya çalıştığım araştırma yazım ‘nedensellik ilkesi’nin tam ortasındaydım, ateşli bir fizikçinin akademik bir dergide yayınlanan ‘hiper determinizm – kuvantumfiziği ışığında materyalizm ve idealizm’ adlı yazısını okudum ve yazmakta olduğum yazıma katkısı olur düşüncesiyle kendisiyle randevulaştım. Bilim adamı ruhunu yerinde okşamak için buluşmamıza resmi röportaj maskesini giydirmeyi de unutmadım tabiî.

Öyleydi de zaten ya, neyse. Elimde kayıt cihazı ve sayfa sayfa hazırlanmış sorularla kapısına dayandım. Adı Pierre Bench; daha doğrusu Dr. Pierre Bench; Yeni Zelanda’lı. Yıllardır Londra’da yaşıyor ve orada bir ilmî dergide yazıyor; fırsat buldukça da çeşitli üniversitelerde özel doçentlik yapıyormuş. Yaklaşık iki saat süren görüşmemizden edindiğim izlenime göre gerçekten iyi yürekli biri; aydın da.; işinin de erbabı. Mesleği de, geliri de dile alınabilecek iyilikte; durumu iyi yani. Tabiî konu ‘nedensellik ilkesi’ olunca fiziğe, kuvantumfiziğine, matematiğe, cebire de karışıyorsun, teleolojiye, psikolojiye, sosyolojiye, felsefeye, vesaire, vesaire’ye de.

Gerçi iki saat süren konuşmamız sonunda ortak bir fikirde uzlaşamayacağımızı ikimiz de anladık. Yani ne o bu güne kadar ne bileyim kaç fizikî evrim geçirmiş atomist/materyalist tavrından, ne de ben her yeni bir edinimle bir yaprak daha zenginleşen, kendimi bildim bileli ruhumu gövdesine yasladığım sadık çınarım idealist tavrımdan taviz vermedik. Ama canım İlim’im, şu ‘nedensellik ilkesi’ konusu kadar kulağıma kolay gelip de aklımı akıl almaz bir şekilde allak bullak eden başka bir konu daha yok diyebilirim. Hayır, ne onun ‘sebebi’ benimkine, ne de benim ‘sebebim’ onunkine adapte edilebilir özellikteydi. Ortak ‘sonuç’tan söz etmek zaten ne mümkün?! Ama canım İlim’im, benim anlatmak istediğim de bu değildi; bambaşka bir şeydi. Bench bey ile sürdürdüğüm röportajın tam ortasında aklıma sen geldin. Neden mi? O an ben de pek anlayamadım aklıma neden geldiğini. Ama röportajı bitirip, büroya yollanır yollanmaz sebebinin ardına vardım. Belki de aklıma neden senin geldiğinin ardına varabilmeme sebep, sokağa ayağımı basar basmaz yaktığım sigaraydı. Bilemiyorum. Ama iyice düşündükten sonra şu yargıya vardım: aklıma senin gelmenin sebebi de ‘nedensellik ilkesi’ndendi. Hem de araştırma yazıma aradığım cevabı içerir özelliğiyle. Anlatayım. Dinle.

Bench bey’e yönelttiğim sorularla ulaşmak istediğim sonucu tahmin etmişsindir. ‘Nedensellik ilkesi’ndeki materyalist, yani objektif olamayacak düşüncelerin yüzdesini bana söylesin istiyordum. Yani sorularıma vereceği cevaplarla ‘gördünüz mü, bu söylediklerinizle ‘nedensellik ilkesinin’ gebe olduğu idealist düşüncelerin sağlamasını yapmış bulunuyorsunuz’ diyebilmek istiyordum. Tabiî yüzüne değil; bunu sonra, yazacağım yazıyla yapacaktım. Cevabımı yazımda verecektim. Yani ‘causa formalis’ ile ‘causa finalis’in, hani şu her yerde buluşup da bir bu iki durakta ayrıldığımız ‘ilk ve son sebep’te okurlarımla buluşacaktım. Hem de bir fizikçinin neye kullanmaya kalkıştığımdan habersiz bilirkişiliğiyle. Neyse. Röportajın bir yerinde, ben ‘tam ortasında’ diyeyim, Bench bey’e ‘evrensel geçerliliğini kabul ettiğiniz kuvantumfiziğinin lugatında materyalist bağlamda ‘nedensellik ilkesi’ni doğrudan hedef alan ‘uzak etki’, yani birbirine ışık hızıyla bile katedilemeyecek uzaklıktaki iki parçacıktan birinin maruz kaldığı manipulasyonun diğer parçacıktaki gözlemlenir etkisi, ‘yersiz parçacık’, yani rotası, bilinen başlangıç sebeplerine rağmen, beklenilenin dışında seyreden parçacık, ya da büyük ümitler vaad eden string teorisinde izafiyet teorisinin yasakladığı, imkânsız kıldığı, ışık hızından hızlı ilerleyebilen, takyon adlı parçacıklara, yani gözlemlenir etki ve tepkileriyle bildik anlamda zaman ve mekân anlayışımızı ve bu iki fenomeni sıkıştırdığımız boyutların sınırını alt üst eden, hatta fizik dünyasında bir nevi boyut ya da boyutlar enflasyonuna neden olan, dolaysıyla da kendi idrakımızın boyutlarının sınırını infilâka zorlayan fenomenlere rastlanmakta, bu konu hakkındaki düşüncelerinizi açıklar mısınız?’ sorusunu soracaktım.

Gözlerimi elimdeki soru kâğıdına diktim ve bir yandan ezbere bildiğim soruyu aktarırken diğer yandan yine de bir yanlışlık yapmayayım diye söylediklerimin kâğıt üzerindeki sağlamasıyla uğraşıyordum. Taa ki ‘uzak etki’ terimine hem dilimle hem de gözlerimle takılana kadar. İşte orada o iki kelimeye hem dilimle hem de gözlerimle takılmama sebep sendin. ‘Uzak etki’ sözcüklerini söyler söylemez, görür görmez aklıma sen geldin. Canım İlim’im, aklıma gelişinden dolayı hayalimde oluşuveren resmin hem dilimi hem de gözlerimi bir anlığına da olsa saf dışı bıraktı. Kekeledim. Takıldım. ‘Nerede kalmıştım?’ pozisyonuna düştüm. Neyse. Bench bey’in bu ve diğer sorularıma verdiği cevapları başka bir zaman uzun uzadıya masaya yatırırız. Ben sana röportajımın orasında seni düşünmemin ‘nedensellik ilkesi’yle olan ilişkisini anlatayım. Canım İlim’im, şayet ‘nedensellik ilkesi’nin hiçbir laboratuvara sığmayan, yani idealist, bir tanımı yapılacaksa o zaman bu ilkenin tanımı ‘uzak ilişki’dir derim. Orada kalmaz, onunla yetinmez, benim insan oluşumdan dolayı ‘uzak ilişki’den anladığım zamanı ve mekânı aşabilmiş ‘dostluk’tur derim. Şimdi biri gelir de ‘dostluk’ insanlığa mahsustur, ama insanın başka varlıklarla da ‘ilişki’si vardır derse, o zaman kendimi hiç tutamam: ‘kardeşim, sen kim oluyorsun da benim ‘dostluk’ anlayışımı senin sözde ufku geniş kafanın eseri bir formülün laboratuvarının metrekaresini aşmayan dar çerçevesine sıkıştırmaya çalışıyorsun?!’ derim.

Ne desin istersin?!: ‘Benim formülüm tüm evreni içeriyor’ demesin mi?! Yaaa kardeşim, biz de başka bir şey demiyoruz herhalde, değil mi? Senin formülün bütün evreni içerse ne değişir ki, kafa laboratuvardan çıkmadığı sürece. Laboratuvarının büyüklüğü bütün evrene denk olsa ne değişir ki?! Ben dilini öğrenip de cismine içimin ısındığı her şey ile ‘dostluk’ kurarım. İnsanıyla, hayvanıyla; ah bir dillerini çözebilsem, kendimi onlara anlatabilsem, dertlerine baş, sevinçlerine kadeh kaldırabilsem, yüreğimi bir kabartıp bin yakabilsem, elektronuyla da dostluk kurarım, protonuyla da, nötronuyla da.

Ey hiçbir şey bilmediğini bilemeyen çok bilmiş, şimdi sırf sen bunun sağlamasını yapabileceğin bir formül bulamadın diye bu umuttan vaz mı geçeyim yani?! Fotonu, kuvarkı (?) (quark) muhtemel dostlarım listesinden silip atayım mı yani?! Ben bu umuttan vazgeçmemek uğruna kendimden vazgeçmeye razı olmuşum. Mütevazılığı ilk fenlerden bilmişim. Sen laboratuvarında, kimseye söyleyemesen de, cennetin formülünü ararken, ben ‘bilinmeyenle’ ‘dostluk’ kurabilme umudumdan vazgeçemeyişimin faturasını cehenneme sevkimle ödemişim. ‘Yahu bu cehennemin ateşi nereden gelir böyle?!’ dediğimde, kimler sıkıştırıyordu sanki dinî mabedlerin günde ne bileyim kaç vakit atan kalbi saflarını? Evrenin bütün sebep-sonuç ilişkisini fizikî evlilikle bitiren sözde tek geçerli ilmin memurları kimi bilim adamları kendi ilişkilerini kurtarmak için neden materyaya olan inançlarını feshedip birden buhurun dumanında soluklanırlar ki?! Sözde materyalistlikleri bile neredeyse ırsî denilebilecek derin köklülükteki dindarlılıklarından da o yüzden! ‘Nedensellik ilkesi’ne ne dediğini kendisinden başka anlamamış birçok filozofun gizli mesajlarında, bir protonu bin yaran ‘kuvantumhızlandırıcısı’(?)nın başı ucundan bir çocuğun oyuncağı başından ayrılmayışı gibi ayrılmayan bir atomfizikçinin çelişki tanımaz bir formülünde olduğu gibi, sana uzak bir dostunu gözünün dibine, dilinin ucuna ışınlayabilişinde de rastlamak mümkündür.

Hele bir de o işi nasıl becerebildiğine aklın ermiyorsa var ya, tamam, o zaman keyfine diyecek yoktur. Ama fiziğe ben bir başka hastayım İlim’im, bilirsin; kalbim felsefe’ye takılı kalsa da, aklım fiziğe batıp çıkmaktan çekinmez, korkmaz; birçoğu beni ona düşman bilse de. Dedim ya, benim dostluk anlayışımın formülü başkalarına kalmaya görsün. Sonunda yine beni şarlatan ilân ederler. Fiziği neden seviyorum biliyor musun İlim’im? Yorgunum İlim’im, yorgunum! Yorgunluğumdandır fiziğe olan sevdam! Her türlü rahatlığı kutsal bilirim ben İlim’im! Hayatımdaki birçok rahatlığın kimden geldiğini de! Şimdi bu fizik neden yarın bir gün ben seni böyle düşündüğümde cisminin bir kopyasını gözümün önüne serivermesin?! Rahatlığı seven, zevkin sırrına çoktan varmış olandır. Ben fiziği nasıl sevmem?! Fiziği seviyorum çünkü yorgunum dediydim. Ama ‘fizik sevgim’ bedensel yorgunluğumdansa ‘felsefe sevgim’ de ruhî zindeliğimdendir. Şimdi fizik bedensel yorgunluğumu giderecek formüller buluyorsa ve bunları bu özellikleriyle kabul ediyorsam, o zaman ruhî zindeliğimi ödüllendirecek felsefî formülü arayışım da doğanın gerçeğinden kök salmış bir formül gibi geçerliliği tartışılmaz bilinmelidir. Bu formülün içeriğinin geçerliliğini tartışmak başka bir konudur. İçimdeki bu dürtünün aklımın boğazına yapışışının sebebi de tartışılmaz kendi doğallığındandır.

Madem fizik her şeye bir formül buluyor, o zaman lütfen içimdeki bu dürtüyü ortadan kaldıracak bir formül geliştirsin. Her şeye felsefî bir anlam yükleme dürtümü ortadan kaldıracak bir formül denkleştirsin. Baksın bakalım bunu insanın kendisini ortadan kaldırmadan halletmek mümkün müymüş?! Sanki ben kafamı derin felsefî konulara iş olsun diye yoruyorum. Bendeki o ben yakamı bırakmıyor ki. Bendeki o ben ile ondaki o ‘o’nun arasında hiçbir fark yok ki. Bendeki ben ile ondaki o tartışadursun. Ben ve o kendi yorgunluğumuza kurban gittiğimizi ne zaman göreceğiz. Sen de biliyorsun, yanlışsız akıl olmaz. Beni fiziğe düşman bilenlerin yanlışı budur İlim’im. Yoksa sözde fiziği sevmeyen ben seni nasıl sevebilirim?! İşte sana benim anladığım anlamda ‘nedensellik ilkesi’: senin sebep benim sonuç, benim sebep senin sonuç olduğumuz bir ilişkinin sonu ‘her şey’ olabilir! Sana ‘bilmiyorum...!’ diyebilmenin gizli sarhoşluğunda aklımla olur olmaz düşüncelere takılıp bilebileceğimi sandığım yersiz yolların peşine düşmeden satırlarıma son vereyim. İnsanın ‘bilmiyorum...!’ diyeceği kimsesi kalmamışsa en büyük düşmanı zamanı yenip kendi zaferine yenilmiş demektir. Biri bizi bu durumdan korusun. Felsefeyse felsefe, fizikse fizik, amenna! Sağın ve solun ilgiyle bilgiye de selamlar, benim canım İlim’im!

Not: Bu mektupta dile gelen her konu ve her isim tarafımca düşünülmüştür. Konu ve şahıs (isim) benzerlikleri tamamen tesadüfîdir.

 
Toplam blog
: 47
: 537
Kayıt tarihi
: 09.04.08
 
 

Freiburg Üniversitesi Nörolengüistik ve Felsefe bölümü mezunuyum. H..