Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Aralık '13

 
Kategori
Güncel
 

Nedir bu kavga?

Nedir bu kavga?
 

Daha önce de söylemiştim, Şimdi yine söylüyorum;

Türkiye’de halk futbol takımı tutar gibi parti tutuyor. Yanlış da yapsa, doğru da yapsa parti her zaman her şeyin üstündedir. İyi de böyle olması Türkiye’nin menfaatine mi? Açıklıkla söyleyebilirim ki, bu kutuplaşmalar kimsenin umurunda değil, yeter ki istedikleri parti iktidar olsun. Halk, partilerin seçim başarısını futbol maçını kazanan şampiyon gibi karşılıyor ve bunun uzun sürmesi için dua ediyor ama hiç kimse ülkenin doğru veya yanlış yönetilmesini zerre kadar umursamıyor!.. Muhalefet hariç, o da kaymağı yiyemediği için.

Diğer açıdan, parti başkanları ve üyeleri iktidara geldiklerinde kendilerini bir başka görüyor. Sanki oraya hizmet için seçilmemiş de hizmet almak için seçilmiş. Astığım astık, kestiğim kestik anlayışla öncelikle partisinin ve tabanının menfaatlerini gözetmek daha sonra partiye bu yolda yardımcı olanları desteklemek ve en sonunda kendi paylarına düşecekleri aile içinde değerlendirmek, bunları sağlamak için de halkı kullanmak. Bu saydıklarımın hepsi de topluma ve ülkelerine hizmet etmekten önce gelir. Anlayacağınız tamamıyla futbol mantığı, Biz de taraftar. Onlar yaşasın biz çeşitli ekonomik bahaneler altında ezilelim.

Nereden mi biliyorum?

Ben bu ülkede 40 yıldan fazla yaşıyorum ve bunun aksini hiç görmedim.

Siz hiç AKP Başkanı ve aynı zamanda ülke başbakanının muhalefet partilerinin başkanlarıyla hiç el ele gördünüz mü? Ben görmedim, internetteki yüz binlerce fotoğrafta sadece birkaç tane ve onlar da zoraki bir araya gelmeler esnasında çekilmiş. Demem şu ki, iktidar diğer partileri muhalefet kanadı değil de rakip, her an gol atmaya hazır veya kuyusunu her an kazacak düşman olarak görmektedir. Belli ki ganimeti kaptırmak istemiyor. Partiler de her zaman iktidarı düşürmenin peşinde, onlar da kaçırdıkları ganimetin peşinde ve bu nedenle iktidarın ülkeye ne kattığının hiç bir önemi yoktur, yeter ki eldekiler kayıp gitmesin.

Hâlihazırdaki iktidara baktığımızda, tamamıyla sahiplenme duygusuyla yönetiyor ve yönetiliyor.  Başındaki insanın zihniyetinde Türkiye benim, bana çalışıyor mantığı hâkim. Bu nedenle ister muhalefetten, ister parti tabanından veya halktan gelen olumlu veya olumsuz her eleştiriye adeta kapalıdır, gözünü öyle bir hırs bürümüş ki kendinden başka kimseyi tanımaz durumdadır.

Aynı gözle muhalefet eden partilere baktığımızda, tamamıyla iktidarı alaşağı etmeye odaklanmıştır. Başkanları ve parti mensupları, iktidar partisini yılan gibi görür, bütün söylemlerinde ve  eleştirilerinde tamamıyla "baş" hedeftedir.

İktidar partisinin muhalefete danışarak, yakınlaşarak veya orta noktalarda buluşarak bir karar aldığını veya bir teşebbüste bulunduğunu ve anlaşarak sonuçlandırdığını duydunuz mu?

Muhalefet partilerinin bir karara itirazında veya teşebbüs durumunda merci’i veya liderlerini hedef almadan veya aşağılamadan sonuca gittiğini duydunuz mu?

Ülkenin geleceğini etkileyebilecek köklü karar ve teşebbüsler konusunda iktidar ile muhalefet bir araya gelebilselerdi ne güzel olurdu diyeceksiniz ama gerçekte gelmez çünkü iki tarafta kişisel çekişmeler ön planda tutmasından dolayı hiçbir zaman bu ülkenin hayrı için de olsa bir araya gelmemişlerdir. “Tutuyorsa benim eleştirmem lazım, eleştiriliyorsa benim tutmam lazım” zihniyetinden kurtulmamız ancak yeni nesil siyasetçilerin tamamıyla maddiyattan uzak, farklılık gözetmeksizin her vatandaşa aynı mesafede durmaları ve ülkenin bir bütün olarak kalkınması için çalışmalarını sağlamak ve düzgün denetlemekle gerçekleşir. Bu bizim henüz rastlamadığımız medeniyettir.

Gönül isterdi ki, ülkemde güzel şeyler yapıldığında herkes tarafından alkışlansın, kötü şeylere de teşebbüs edildiğinde kavgasız ortamlarda kanun çerçevesinde tartışılsın ama nerede! Tartışmalar öyle bir alevleniyor ki, Dünya'ya reklam oluyoruz, zaten de bir çoğu beklenti içerisinde, hemen ortalığı daha da kızıştırmaya can atıyor, amaçları da Türkiye'nin yükselen istikrarını bozmak.

Bu atasözü boşuna söylenmemiş : "Kol kırılır, yen içinde kalır".

Sn. Recep Tayyip Erdoğan’a bakıyorum; Hırsından etrafındaki olumlu gelişmeleri başkaldırı olarak algılıyor. İnsanları değersiz görüyor, yapıcı da olsa kimden gelirse gelsin eleştiriye tahammülü yok. Yönetimindeki iktidar güzel şeyler yaptı ve yapmaya devam ediyor ama memleket meseleleri, muhalefet, uluslararası arenadaki girişimleri ve geçirdiği rahatsızlıklar onu bayağı yordu ve neticesinde her şeye kuşkuyla yaklaşmaya başladı diye yorumluyorum. Psikolojik desteğe ihtiyacı var desem, vatan haini ilan edilirim! 

Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’na bakıyorum; Olumsuz karar ve teşebbüslerde hedefi hep başbakan, hep kişiyi hedef alan sert demeçler veriyor ama girişimleri engellemek adına yapılan bir şey yok. İstanbul’da trafik sorununu 5 yılda bitirecekmiş! Ben bir günde bitiririm; Çift plaka – Tek plaka düzenine geçişi sağlarım, kent merkezlerini gün içerisinde belli saatlerde hususi araçlara yasaklarım olur biter. Biter mi! Yasaklar hiçbir zaman çözüm olmamıştır. Bana göre tek çözüm İstanbul’un her köşesine hızlı toplu taşıma ağını ulaştırmaktır, bunun da zaten aksatılmadan yapıldığı kanısındayım.  

Başkan olarak seçildiği günden bu yana parti olarak yapmak istediklerini hiç anlatmadı, hep başbakanı ve yaptıklarını eleştirmekle meşgul oldu, hep Deniz Baykal’ın izinden yürüdü, öyle olmasa bile bugüne kadar iktidarı şikâyet etmekten başka icraatını görmedim. Sanki CHP sadece AKP’yi eleştirmek için var!

Özellikle Kürt kökenli vatandaşlarımıza ve sayıları küçümsenmeyecek birçok cemaat ve üyelerine kucaklayıcı olması gerekirken daha mesafeli davranması hala partinin eski çizgisinde olduğuna işaret etmektedir ve bundan en kısa sürede kurtulması gerekir, tıpkı Sn. Mustafa Sarıgül’ün Türklük anlayışı gibi.

Sn. Devlet Bahçeli’nin de bana göre tek yönlü düşünceleri bırakıp, savaş kazanmanın artık öldürmekle ve yakıp yıkmakla değil, bir insanın dahi hayatını kurtarmakla olduğunu öğrenmelidir.

Herkesin eleştiri yaparken ülkemizin bütünlüğünü, beraberliğini ve zafiyetleri açısından sonuçlarını düşünmesi gerekir. Atatürk’ün ilkelerini çizgi olarak belirleyebilir ama gölgesinde yaşamamalıyız. Bir Türk olarak ben Atatürk’ün ilkeleri ile büyüdüm ve bunlarla da çocuklarımı büyütüyorum ama ben Kemalist değilim, ben Atatürk’ün askeri değilim, ben Fatih Sultan Mehmet'in de askeri değilim. Ben yalnızca ve ömrüm vefa ettiği sürece Türkiye Cumhuriyetinin askeriyim. Her Türk gibi amacım bu ülkenin bütünlüğünü korumak, ileri taşımak ve bayrağı devralmak için iyi evlat yetiştirmek, başka bir düşüncem varsa da Allah belamı versin.

Daha önce de belirttim. Ben Türkiye sevdalısıyım, yurt dışında daha iyi imkânlar varken gitmedim. Oralarda çocuklarımın eğitim alabileceği daha yüksek düzeyde okullar varken ben burada okutuyorum, neden mi?

Çünkü ülkemi ve insanını seviyorum ama devlet üstlerimizin şahsi çıkar kavgaları ve menfaat çekişmeleri benim gibi hepimizi üzüyor ve yoruyor. Özellikle zamanında çıkar amaçlı yapılan etnik ayrımcılıktan da artık bahsetmek istemiyorum.

Bu kavgaların bittiği günü görmeyi nasip eyle ya rabbim.

Herkese gönlünce, barış dolu ve mutlu yeni bir yıl diliyorum.

 
Toplam blog
: 27
: 4680
Kayıt tarihi
: 21.10.06
 
 

Sosyal adaletin varlığından şüphe eden, dünyanın birçok yerini gezmiş, varolmanın bizim seçimimiz..