Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ocak '12

 
Kategori
Yılbaşı
 

Neee?? 2012 mi oldu??? Ne zaman??!!

Yeni yıl yeni yıl yeni yıl yeni yıl herkese kutlu olsun, yeni yıl yeni yıl yeni yıl yeni yıl herkese mutlu olsun :)) Yıl : 2012, hep beraber hoşgeldik. Cümleten gazamız mübarek olsun ...

2011'i uğurlamadan önce yazılacak bloglar vardı daha, ancak yazacak vakit olmadı. 2011'den kalma unutulmayacak olayları atladık yazamadık. Biz de bir kaç tanesini 2011 hatırına 2012'de yazarız artık napalım :)

2011 deyince, tamda doğum günümde ölen (02.02.2011) Defne Joy Foster geliyor aklıma. Yılın başında Defne'nin ölümüyle şok olmuştuk, üstelik o gün benim doğum günümdü... Benim için unutulmayacak bir ölüm oldu bu. Gencecik yaşta o da kaydı gitti aramızdan, toprağı bol olsun... Ölüm deyince aklıma ikinci ölüm geliyor, 23 Temmuz 2011 Amy Winehouse 27 yaşında vefat edip 27'liler Kulübüne katıldı istemeden. Gencecik bir isim daha, üstelik çok çok başarılı, sdece iki albüm çıakrdı, üçüncü albümü ölümünün ardından derlenip çıkarıldı, canlı konser veremeyecek oysa o artık... Onunda toprağı bol olsun... Aralık ayındaki Van Depremi diğer unutulmayacak olaylardan biri, onca ölü, Yusuf'un umut dolu gözlerinin kurtuluşuyla sönüşü... Tüm ölenlerimizin toprağı bol olsun... Neden kala kala ölümler kalıyor akıllarda? Güzel bir şy gelmiyor aklıma felaketlerden başka. Hımmm, Kate ve William evlendi Nisan ayında, kraliyet düğününü atlıyordum sanırım. Usame Bin Ladin ve Steve Jobs'un ölümünüde atlamamak gerekiyor dünya genelinden bahsediyorsak eğer. İzmit'de Kartepe isimli feribot kaçırıldı ve teröristin ölümüyle sonuçlandı, bu da gerilimli unutlmaz oalylar arasında bence.

2011'de öne çıkan filmler dersek, Alacakaranlık, Dedemin İnsanları, Kaybedenler Kulübü, Aşk Tesadüfleri Sever, İncir Reçeli, Eyvah Eyvah 2, Bağlanmak Yok, Paranormal Activity, Siyah Kuğu, Zoraki Kral, Saklı Hayatlar diyebilirim. Öne çıkan kitaplar ise, Yılmaz Özdil'in İsim Şehir Hayvan kitabı ile Elif Şafak'ın İskender kitabı olsa gerek, dünyada ise Paulo Coelho'nun Elif'i yadsınamaz. Diğe sayabileceğim kitaplar ise Canan Tan'ın İz, Aykut Oğut'un Ayna, Hakan Günday'ın Az, Ece Temelkuran İkinci Yarısı, Sinan Yağmur'un Aşkın Gözyaşları 1. ve 2. serisi ve John Verdon'un Aklından Bir Sayı Tut. Okuduğum kitapların haddi hesabı yok lakin bu kitapların hakkını vermek lazım. Müzik sektörüne şöyle bir baktığımızda, beni tanıyanlar az çok bilir ki, bu sene çıkan ve tutkum haline gelen ZAZ başrolde benim için. Öyle ki 23 Ekim'de ki İzmir Arena'da ki konserine bile, o sabah İstanbul'dan dönüp koştura koştura gittim. Yakından görmek ayrı bi güzeldi :) Zaz bu yıla damgasını vurdu diyebilirim, ve Ajda Pekka'ın da eline su dökülmez ki çok ses getiren bir iş çıkardı ve tüm yaz ayını doldurdu şarkıları.

2011 bitti... Önümüzde ki maçlara bakacağız artık :) Nedense trajik bir ruh haline giriyor herkes evdeki biten takvimler atılırken. Çöpe giden takvim yerine, yerine yeni asılacak gıcır gıcır takvimler beni her zaman daha çok heyecanlandırmıştır oysaki. Kurtulun demode şeylerden, eskilerden, tozlu anılardan; taptaze sıfır kilometre bir yıl kapımızı çaldı, korkmayın açın. Neden olduğunu da bilmediğim bir şekilde, her biten yıl kötü hatırlanır sanki hiç güzel şeyler olmamış gibi. Tarihede, kendi kişisel tarihimizede damgasını vuran hep üzücü olaylardır, kayıplardır, ölenlerdir, yitenlerdir, kaybedilenlerdir; istenilipte kaybedilmiş olsa bile. Oysa elbet güzel şeylerde yaşandı. 2010 bitip 2011'e girerkende bu yıl güzel geçsin bari umutlarıyla girildi, hep biten yılın hakkının yendiğini düşünürüm böyle anlarda. Şimdi de 2012 için aynı hissiyatlara sahibiz. Tüm güzel dilekleri sıraladık, sanki hiç kötülük olmasa her şey çok güzel olacakmış gibi. Oysa hep derim, zıt duygular, olaylar olmasa, hiç bir duygunun anlamı kalmaz diye. Üzülmesek mutluluğun bir anlamı olur muydu? Üzülmeyi bilmediğimiz için mutluluğu anlamazdık ki o zaman. Üzülebildiğimiz için mutluluk bu kadar kıymetli... Bundan sebep, mutluluklar kadar acılarda şart... Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın demekte, bencillikten öteye geçebilecek bir duygu mudur sizce? Başımıza iyi ya da kötü bir şeyler gelmeye elbet devam edecek; kimileri bizim tercihimiz olacak hatta. Biz yollar seçeriz, o yolların sonunu göremeyiz; ve o yolların sonunda bizi bir duygu karşılıyor olur hep iyi ya da kötü. Ve hiç birimiz, o yola sapmadan ne ile karşılaşacağımızı bilemeyiz. Ve yaşamakta buna denir zaten, tercihler... Doğru ya da yanlış tercihler, ama tamamen bizi biz yapan tercihlerdir bunlar. Sorgulamaya, ahlamaya vahlamaya, kafa yormaya çokta değmez aslında. Çünkü aslında, her seçimin, sağladığı yararlar yanında bazı bazı zararları da vardır. Hiçbir şey, tam anlamıyla yüzde yüz mutlu edemez insanı, onca mutluluğun yanında bedel diyebileceğimz bir şeyler vardır ki, kayıp sayılabilecek durumları göz ardı etmemizi sağlar, görmezden geliriz pastanın mutluluk adına olan payı daha büyükse. Her getirinin bir götürüsü vardır ve bu yüzden derim ki hep : Mutlak doğru diye bir şey yoktur... Her doğruda bir yanlış, her yanlışta bir doğru vardır. Veyahut bana doğru gelen, sana yanlıştır bazı bazı.

Bu sebepledir ki, bizim aslında tek dilememiz gereken daha fazla anlayış ve hoşgörüdür... Sürekli mutluluk istemek bencil bir istekten öteye gidememektedir. Asıl mutluluk, birbirimizi anlayabilmektir, kabullenebilmektir, hoş görebilmektir...

Fazla edebiyat yaptığımın farkındayım içine üç tutamda felsefe ataraktan :) Hep mizah olacak hali yok ya. Yazdığım yazılarda da harmanı seviyorum ben. Güldürürken bir anda düşündürmeyi, düşündürürken bir anda hüzünlendirmeyi - ama ağlatmayı değil-, hüzünlendirirken bir anda neşelendirmeyi... Bakırköy ruh ve sinir hastalıkları kıvamında yaşıyorum ve yaşatıyorum hayatı vesselam :) Gül, hüzünlen, düşün, neşelen derken ömür dediğimiz üç kuruşluk olan ama paha biçilemez! kavramda akıp geçiyor...

Yılbaşı gecesine geri dönmek istiyorum şimdi hayalmen. (Hayalmen ne demektir diyenler için, Burcuca diye bi sözlük çıkaracağım anacım olmuyo böyle :) Hayalmen, yan, hayal olarak) Yılbaşı gecesi annemle evde geçirdik. Arkadaşların olası tekliflerini geri çevirerekten, annemle başbaşa bir yılbaşı geçirdim evde. Sabah erkenden kalkıp (başka bişi için olsa kalkmam!) Reyhan Pastanesinin yolunu tuttum, Alsancak'a gittim. Topu topu iki kişiyiz, iki pasta alıp 84 lira sadece pastalara bayılıp Karşıyaka'ya geri döndüm efenim. Ah şu boğaz aaahhh... Napalım yani, yılda bi kez yılbaşı kutlanıyo, pastasız mı girelim diyip, durumu kotarmaya çalışsak da kendi açımızdan, sanki yılbaşı harici eve pasta alınmıyo önergesini ekarte ettik beynimizde hemmen. Kıtlıktan çıkmışcasına eve lüzumsuz envai çeşit cips ile doldurup, üstüne meyve, kuruyemiş, midye dolma, hindi , iç pilav klasiklerinide es geçmedik. Çikolata reyonalrına saldırmadık ne hikmetse bu yılbaşında, normalde en temel ihtiyaç! maddesi olarak gördüğümüz çikolatalara koşardık ilk. Bu sefer neremizle yiyeceğimizi bitireceğimizi düşündüğümüz pastalarımıza fazla dalmış olsa gerek çikolata aklımıza gelmedi heralde! Böğürtlen şarabı açıldı, votkalar içildi, iki kafadar kafalar bulundu! Lidyalılar parayı bulmuş, biz kafaları bulduk!
 

Resimden de anlaşılacağı gibi tüm mühimmat masanın üstüne dizilmiş vaziyette :)) Star Tv'nin Doğuş grubuna geçmesiyle o gece çok güzel bir yayına imza attılar. Hadise'nin konserine bayıldım, sahne şovu, kıyafetleri, bakışları, dansçılar hepsi müthişti. Çoğunlukla Star olmak üzere, zap yaparaktan bir gecenin sonunu sabaha bağlamaya az kalmıştı ki sarhoş olmuştum! Güzel başlayan gece kafayı yastığa koymamla uyumam, ve uyumamla kusmam bir oldu diye nitelenebilir! Hayır normalde kusabilen bir insan olmadığım halde (mide bulantısından gebersem kusamam bi türlü) evde içtiğimde bu mertebeye nası erebildiğime ben bile şaşırıyorum! Dışarda içtiğimizde sınırımı bilip içtiğimden olsa gerek, ev içince koyver gitsin moduna geçip sanırım çizmeyi aşıyorum! Kıssadan hisse, içenzi bir ev ortamında benden korkun! :)) Annem çilekeş modunda iki saat boyunca etrafı temizlemiş kadıncağız ben uyumaya devam ederken! Beni kusunca lavaboya gönderdiğini hatırlıyorum, döndüğümde yatıp zıbarmışım yine acil kısmından. Hiiiiç bişi hatırlamıyorum. Sabah uyanınca yataktan kalkamadım dolayısıyla tabii, saat öğleden sonra 3 gibi anca teşrif ettim salona. Tüm eşyalarım yıkanmış, halım temizlenmiş, etraf silinmiş idi. Bir önce ki geceden pek bi iz yoktu, hantallaşmış ben dışında. Dün geceden tek iz bendim evdeki yani :) Oysa güzel güzel içiyodum, noldu anlamadım.
 

Resimdede görüldüğü gibi, gecenin sonlarına doğru haf kaykılmışım ama, yıkılmadım ayaktayım duruşu sergiliyorum yaaaağni :)

Yılbaşı vesilesiyle babamlada buluştum fırsattan istifade :) Fıssattan istifade diye tanımlayabiliyorum çünkü Bush'dan randevu almak, babamdan randevu almaktan emin olun daha kolaydır! Hep meşgul, hep meşgul. İşler yetişiiiiir diye hakrırasım var ama hezayanım babamın kulağına sinek vızıltısı bile olmaz, bilincindeyim. Hazır yeniyıl fırsatı yakalamışken görüşelim dedim. Cumartesi sabahı kaçabilirsem kaçar gelirim dedi, son güne son dakkaya bırakacak beni. Yer miyim ben, sonra işim çıktı diyecek telafi edecek gün olmayacak :) Daha önce dedim, Cuma gelirim o zaman dedi, hah işte. Cuma işi çıkarsa Cumartesi mecbur ayarlar gelir yaani:) Cuma günü geldi allahtan, Ege Park'a gittik Özsüt'te oturduk. O Özsüt'ün Aynasını yerken ben Trio'yu denedim bu sefer. Üçlü çikolata tabir edilen Trio bana epey bi ağır geldi vesselam. Özsüt'de oldum olası Thomas yerim, antep fıstıklı. Yemeyenlere şiddetle tavsiye olunur ;) Ordan iki tur atıp alışveirş merkezinde, Türk kahvelerimizi içmek üzere Balıkçı Barınağı'nın yolunu tuttuk.

 

Babamı ilk kez götürmüşüm meğersem, o da tanışmış oldu envai çeşit kuş familyası ve manzara ile. Kahvelerimizi içip o şantiyesine döndü, ben çarşıya yöneldim annemle buluştum bu sefer.

Haaaa, yılbaşı dedik de, piyango almadan olmaz tabii. Annem çekmişti Kordon'da kahvaltı yaptığımız bi gün, ben ise çekemedim. Son güne bırakmışım farkında olmadan, son gün bilet bul bulabilirsen. Herkes benden hızlı davranmış. Allahtan annemin biletine amorti vurdu, gittik onunla iki bilet aldık. Umudumuz hala devam etmekte :))

Uzun oldu mektubum uzun, gözlerinden öperim tadında bitirmek istiyorum bu blogu bu sefer :) İki gün ayrı kalınca böööğle uzun oluyo yazılar işte. Beni çok salmayın, ne kadar salarsanız o kadar uzaklara uçuyorum ve o kadar çok şey biriktiriyorum :) Yeni yıldan hiç bi dileğim yok, olacakları zaten biliyorum : Kitabımı çıkaracağım, istediğim işe başlayacağım, aşık olacağım, belki bu sene çocuk da yaparım ama ondan emin değilim yalan olmasın :D ve son olarak, hiç başlamadığım bir şeye başlayacağım ya da yapacağım, mesela tenis oalbilir, ya da salsa, ya da bungie jumping, ya da bilmediğim bi şehre ya da ülkeye seyehat. Bişi bişi bişi işte, ama bakalım ne...

Sevelim sevilelim öpelim öpüşelim, başlangıçlara umutla bakalım... Gidenlere ağlamayalım, her giden bir gene gebedir... Hiç bi şey gittiğiyle kalmaz, ayağının tozuyla yenisini taşır hayatınıza. Biz sadece çabuk adapte olmaya bakalım, hayat kısa alışma süreci derken ömür törpüsü haline getirip her şeyi ömrümüzden yemeyelim ;) Çokça sevelim, her şeyin sevgiyle başladığını unutmayalım sakın sakın sakın... Ve lütfen, seviyorum demekten çekinmeyelim, çünkü söylemesi en keyifli ve de duyması en keyifli şey bu : SENİ SEVİYORUM ...

S.B.Ş.
 

 
Toplam blog
: 6
: 415
Kayıt tarihi
: 04.12.11
 
 

Seyehat etmekten inanılmaz keyif alıyorum. En büyük tutkum yazmak, ama ne olursa, kısa öyküler şi..