Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

01 Mayıs '07

 
Kategori
Blog
 

Nefes

Nefes
 

Uzun zamandır birşeyler yazıp bir süreliğine kenara çekilme arzusundaydım. Biraz kıyıdan izlemekti gelip geçen gemileri. Eskiden bir blog yazacağım zaman özenle oturur keyifle yazardım. Bilirdim, yazacaklarım pek okunmasa da sağlam gözlerle okuyan arkadaşlarımla telepati kurup kelimelerin büyülü dünyasında gezineceğimi.

Bir yazar değilim, asla böyle bir kaygı taşımadım. Gazeteci zaten değilim. Hani "bunca yıl edindiğim kendimce birikimlerimi paylaşmak" gibi bir çabam da olmadı. Benimkisi Akdeniz'de esen ikinde şarkılarını sizlere paylaşmaya çalışmak, bir "düş" içine sıkıştırdığım dünya sorgularımı paylaşmak, "ne" sorusunu sormak, hepsinden önemlisi "nefes" vermek ve almaktı. Ama ne gariptir ki blog'ta yazan arkadaşlarımın sayıca artmasıyla birlikte, bir dağınıklığın ve okunmadan aralarda kaybolup giden onca güzel yazının varlığını görünce içimin acıdığını söylemek isterim. Bu hızla devam edecek olursak binlerce düşüncenin önümüzden akıp amaçsızca boşlukta kaybolup gideceğine korkum artmakta. Bir çözüm önerim de yok; olması zaten dikte edilmiş bir düşünceden fazlası olamaz.

Sanıyorum bizler ilkleri yaşadığımız için bu tür bir ortamda, zamanla herşey yerli yerine oturacaktır. Birazdan yazacaklarımın sadece kendi gözlemlerimden yola çıkarak eksiklerimiz ve fazlalıklarımız hakkında olacağını söylemek isterim.

Bizi oluşturan kavramlara yöneleceğim öncelikle.

Ülkemiz uzun zamandır sancılı bir değişimin içinden geçmekte. Bizler için dış dünyanın bilmem hangi ülkesinde kararlar alan yöneticiler, yurt dışına vizesiz çıkamayan koca bir halk, günü aynılıklar içinde tamamlamak zorunda kalan kitleler, ekonomik sıkıntıların kuşatmasında kendine zaman ayıramayan insanlarımız, eğitim sorunlarının çözüm üretmekten uzak oluşu ve sorunlu bireyler yetişmesine karşı çaresizliğimiz gibi sorunlarımız nedeniyle daha nitelikli ve yaşamdan keyif alan bireylerin azlığı kuşatılmışlığımız.

Sorunlarımıza doğru teşhisler koysak bile çözümlerde hatalar yapıyor olabiliriz diye düşünmekteyim. Asıl sorunun planlama ve uzun vadecilikle gerçekleşebileceği aşikardır. Teknolojinin yaygın kullanımı konusunda güzel adımlar atılmış olunsa bile "teknolojiyi nasıl kullanacağımız" konusunda zaman kayıpları yaşamaktayız. Belki size garip gelmiş olabilir; "vize, monoton yaşamlar, eğitim, teknoloji" kavramlarını aynı paragraf içinde kullanmış olmam. Ancak insanı bütünleyen kavramların günümüzdeki isimleriydi saydıklarım: İyi bir eğitim, güçlü ekonomik yapı ve gelecek kaygısının olmadığı bir ortam, dünyanın başka yerlerindeki yaşamlar ve kültürleri tanımak, her çalışan insanın motivasyonu ve boşalımı için tatil hakkı, yaşamı kolaylaştıran teknolojik ürünleri yerinde kulanabilme vs.

Tüm bu bütünlük içinde bir yöntem belirlemeden yola çıktığınızda koca bir şaşkınlığın sizi hemen kuşatacağı bir gerçek. İnsan bildiği kadar özgürse, aynı zamanda bildiği kadar da duvarlar arasında kalabilir. Çözüm, tüm toplumun ortalama bilgi düzeyini yukarı taşıyacak, yöntemi sağlam ve gelecekli eğitimidir. Bu, kanımca tüm toplumu daha özgür yapacaktır: Birlikte bilgilenerek özgürlük çıtasını yükseltmek. Yöntem ise eğitim roformunun mutlaka yapılması gerekliliği. Sistemimizdeki sıradanlaşmış yanlışlara bir örnekleme yapmam gerekirse; orta öğretimde tarih derslerinde sadece savaşların anlatıldığı bir yanlıştan söz edebilirim. Bilinen on binyıllık insanlık tarihinin yanlızca savaşlardan oluştuğunu savlamak, savaşların olağan ve insanların birbirlerini öldürmelerinin sıradan olduğunun kişinin bilinç altına ittiği bir gerçektir. Yaşamdan tat almak, evrensel sanat değerlerinden keyif almak, yılda bir ay dolu dolu tatil yapabilmek, öğrenmenin keyfine varmak, inançlarını en güzel ve doğru anlamda bilmek, geleceğine kaygısız ve umutla bakabilmek diye sıralayabileceğim ama insanımıza çoğu kez fazla görülen değerlerden söz ediyorum.

Tüm savaşları kazanmış Anadolu insanı, kendi yaşam savaşında sıkışıp kaldığı bu sorunlardan sonra hâlâ aynı dirilikte vatan sevgisi taşır. Bu toprakların çocuklarının sırrıdır bu.

Milliyet blogta yazan arkadaşlarımın herbiri -belki farkında olmayanlar vardır- toplumumuzun elit sayılabilecek entelektüel birikimleri olan insanlardan oluşuyor. Ancak, burada, sürekli bir yanılgının içine girildiğini görmekteyim. Yazma eyleminin bir emek olduğu doğrudur ancak her emeğin mutlaka ödüllere boğulacağı inancıyla davranmak bizleri kendimiz olmaktan çıkaracaktır. Beğenilmek, değer verilmek tabiki keyifli ve insanı onore edicidir. Bütün bunlardan çok daha önemlisi; düşüncelerinizi paylaşmak, kalem sevdalılarının bir araya geldiği sıcacık dostluk havasını ciğerlerinize çekebilmektir. Güzel bir yazı okuyup bitirdiğinizde, hâlâ aynı sayfada gözleriniz takılı kalmış ve yazının üzerinde düşüncelere dalmışsanız eğer, o yazıyı yazan kişiyle aynı nefestesiniz demektir. Güzel bir yazı yazdığınızı hissettiğinizde nefesinizin çook uzaklardaki birine ulaştığını hissettiğiniz gibi. Sanki büyülü bir hava dolaşır evlerimizde, yaşadığımız mekanlarda. Tüm bunların yaşanmışlığını verebilen bir ortam blog'umuz.

Öyle güzel ve özenle yazılmalısınız ki, blog yazınızı okuduğunuzda önce siz büyülenmelisiniz. Neden böyle yazdığımı soracak olursanız; günümüz insanının zamansızlık sorunu olması ve size zaman ayrıcaksa en iyiye yönelme arzusunu söylerim. Yazdığınız blog yazısının kısa veya uzun olmasının hiç bir önemi yoktur ayrıca. Güzel yazarsınız ama çok uzundur; bir de bakarsınız en çok okunan ve yorum alan yazınız o olur. Kısacık yazarsınız ama insanlar yılan ıslığı duymuş bir kurbağa gibi donup kalır; yine güzel yazdığınız anlamı çıkar ortaya.

Peki güzel bir yazı yazmak için çok kitap okumuş olmanız gerekli midir? Yüzde yüz diyemem ama geriden başladığınızı bilmeniz gereklidir. Bu durum açığınızı kapatmanız için sizi, okumaya, arayı bir nebze olsun kapatma isteğine iteceğinden bence olumludur.

Gündemi sürekli ayrıntılarıyla izlemek gerekli midir? O da yüzde yüz gereklidir diyemem. Ama sayın Süleyman Ekim gibi inanılmaz üretken ve güzel yazmak istiyorsanız tabiki gereklidir. Ancak hepsinden öte, genele hitap edecek bir yazı yazacaksanız eğer, en azından blogta emektar yazan arkadaşlarımızın önemli yazılarını okumanız gerektiğini düşünmekteyim.

Bir yazıya yazılan yorum konusuna gelince. Bence yazı sahibi için en güzel ödüllerden biridir yorumlar. Hem kendisini tartmasını hem de yazının anlaşılabilirliği adına güzeldir. Peki bir kriter midir? tabiki değildir. Öyle güzel yazarsınız ki okuyan arkadaşınız altına yorum yazmak istemez ama güzel olduğunu bilir. Bazen, "yazınız güzeldi" diyen bir yorum, aldığınız en güzel yorum olabilir.

Peki nelerle kıyaslayacaksınız yazınızın değerini? Yanıtı çok basit: Kıyaslamayacaksınız hiçbirşeyle. Çünkü o yazı size aittir, o artık bir belgedir, o yazı siz gecenin kör saatinde uykudayken birileri tarafından okunuyor olabilir ve sizin tahmin edemeyeceğiniz tatlar verebilir insanlara. İşte o yüzden yazılarınızın bir kıyaslaması olamaz.

Sözümü fazla uzattım sanıyorum.

Küreği toprağa saplayıp sözümü bitireyim;

en büyük emek kendinize verdiğinizdir.

sağlıcakla kalın..

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..