Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Haziran '10

 
Kategori
Siyaset
 

Nefretin Suç Sayıldığı Bir Ülkede Yaşam Hayali Güzel Bir Duygu

Nefretin Suç Sayıldığı Bir Ülkede Yaşam Hayali Güzel Bir Duygu
 

Nefret etme ivmesinde, ülkemizin at başı bir yükselişle hemen ardından takibe yönelmiş olan ülkelere bir hayli fark attığını bilmem izliyor musunuz? İzlemiyorsanız şayet, bencileyin izleyin.

İzleyin, zira ülkemizin nefret etme hadiselerinde nasıl bir noktaya doğru evirildiğine bire bir şahit olun.

En basit konuşmalarda dahi meramımızı anlatırken, çok rahat bir şekilde istemediğimiz bir şeye dair nefretimizi dile getirmekten yana beis görmezken, bu gün gelinen noktada, modern toplumlar nefret etmeyi bir suç unsuru olarak niteliyor ve dahada ötesine geçerek, nefret etme güdülerini suç unsuru kapsamına sokarak yasal düzenlemeler yapma gayretine girişiyor. O halde, kendimizi evirip çevirip bir sorgulama sürecine tabi tutmak zorunda kalıyoruz ve gerçekten, nefret etme hadiselerinde, bireysel alanda ve toplumsal alanda hangi noktada olduğumuzu anlamaya çalışmak gibi bir çabamızın olması zaruret haline dönüşüyor.

En nihayetinde mazimiz misafirperverlik üzerine oturtulmuş ve misafirperverlikte pekde kusur eylemeyen bir toplumken, her nasılsa bu sosyal olumluluk hali son yıllarda yerini inanılmaz bir nefret ortamına bırakmış durumda.

Ben söylemiyorum bunu, bilesiniz. Söyleyenler kamuoyu araştırmacıları ve sosyologlar. Türkiye’de vatandaşlar birbirlerinden ve pek çok şeyden nefret eder hale gelmişler. Ve ilginçtir bu nefret hadiselerini maddelendirdiğimizde karşımıza şaşkınlık verici düzeyde bir ırkçılık şablonunun çıktığını görüyoruz. Yanlış anlamadınız, zira ülkemizde milliyetçilik ivmesinin bir hayli yükselişte olduğu malumane bir gerçektir, hali ile küreselleşmenin sanki doğal karşıtı olarak bir yükseliş ivmesi kazanıyor milliyetçi ve ulusalcı fikirler, beraberinde başlayıveriyor bir nefret dalgalanması.

Ve nedense ağırlıklı olarak nefret etme hali milliyetçi ve ulusalcı çevrelerde pek bir yoğun görülmekte. Ve yine bu çevrelerin zihin dünyasına yerleşmiş olan bir “satılmışlık” hissi var orta yerde duran. Her farklı düşünce ortaya koyma çabası içerisinde olanların memleketi ve vatanı sattığına ilişkin son derece yaygın bir inanış var bu çevrelerde ve nefret etmeye dair meşru zeminler yaratmanında bir aracı haline dönüşüyor bu duygusal yaklaşım. Bu çevreler AB’den nefret ediyor, bu çevreler etnik kökenlerden rahatsızlık duyuyor, bu çevreler AKP’den nefret ediyor ve yine bu çevreler üzgünüm ama varoş bölgelerindeki yaşamdanda nefret ediyor. Ötekilerin kendi dünyasının çevresini kuşatmasından hayli rahatsızlık duyuyor ve bu durumdan tiksinti ötesi bir nefretlenme hali yaşıyor. Öyleki, varoşlardan Taksim’e akan geniş bir kesime karşı ellerinden gelse Taksim’e giriş için vize talebinde bulunacaklar. Ve dahilinde bu durumu dile getirmekten rahatsızlık duymuyorlar.

Nefret etmenin altı biraz oyulup, yalın bir şekilde irdelendiğinde, aslında ırkçılığın yapı taşının varlığına dair bir dolu tarafından done elde ediyorsunuz. Etnik kökene yönelik nefret etme hali ki biliyorsunuz Hrant Dink’e tetik çeken zihniyet ve bu zihniyetin ideallerini gerçekleştiren tetikçilere ardı sıra düzülen şarkılar, türküler biz gibilerin kanını dondurmuştu ama nedense yükseliş halindeki nefret etme haline gözümüzü kapamıştık. Kahve köşelerinde, memleketin en ücra köşeleri ve ara sokaklarında nefret etme tohumları bol miktarda atılmıştı ve bu tohumlar henüz on yıl öncesinde tomurcuklanmaya yüz tutmuştu. Son üç yılımızda ise dal budak salarak toplumun tüm dokularına sirayet eder hale gelmişti. Ve sonrası malum hale gelmişti. Mezhepsel kökenlere yönelik nefret, inanç sistemlerine yönelik nefret, cinsel yönelime ilişkin nefret toplumun gündelik yaşamındaki sıradan davranışları haline dönüşüyordu. Oysa insanlar bu sebeplerden dolayı ölüyordu, öldürüyordu. Ve ülkemiz insanı öyle bir noktaya geldiki satırlar, döner bıçakları ve bilcümle kesici, delici aletler eşliğinde maçlara gitmek olağan bir sosyal aktiviteye dönüştü. Stadyum tribünlerinde, ölen gençlerin cesetleri toplandı. Bütün mesele bir maç uğrunaydı.

Nefret edilme halini en feci düzeyde yaşayanlardan olan sosyal kesimlerden biriside şüphesizki cinsel yönelim farklılığı taşıyanlardı. Ana arter yol kenarlarında cesetleri toplanan travestilerin sayısının kaç olduğuna dair kesin bir rakam var mı bilmiyorum ama sadece öldürülen sayısı ile değilde, salt nefret edilmek sureti ile toplumsal yaşamdan adeta tecrit edilmiş olan bu insanların durumu, toplumsal yaşam halimizin en dramatik yanlarından birisi olsa gerek diye düşünüyorum. Uğradıkları şiddet envayi çeşit tarafındandır bu insanların. Aileden dışlanma, iş yaşamından dışlanma ve en nihayetinde yol kenarlarında yapılan fuhuş pazarlıkları. Sonuç mu? “Ölen bir sapık işte” minvalinde en kaba, en hoyrat, en zaliminden yana anlatım iğretisi.

Nefret etme hali kendisini o denli çok olayda gösteriyorki ve ırkçılığın yanı sıra şiddet unsurununda yapı taşı haline dönüşüyor pek çok olayda.

Engin Çeber neden öldürülmüştü? Engin Çeber’in öldürülmesi içimizi bir hayli acıttı ve acısı halen yüreğimizin derinlerinde zaman zaman sızan hali ile duruyor. Sosyalist bir kişilikti Engin Çeber ve idealleri olan bir gençti. İdealleri uğrunu çaba veriyordu ve bu çabanın bir parçası olan derginin dağıtımını yapıyordu. Gözaltına alınıp, işkenceye tabi tutulmak sureti ile öldürüldü Engin Çeber. Bu nasıl bir ruh haliydiki ikibinli yılları devirdiğimiz dönemlerde ve internetin insan ufkunu sınırsız bir şekilde açan olanakları ortalığa salkım saçak dağılmışken, Engin Çeber salt siyasal görüşünden ötürü bir dolu polisin işkencesi sonrasında yaşama veda ediyordu. Nefretin insanları getirdiği en somut durumdur Engin Çeber hadisesi. Ve aynı nefret yukarıdada ifade ettik işte, yaşamın her alanında kendisini gösteriyor ve sokakta yürüyen İnci’ye salt kızdığı için henüz yeni polis olmuş bir memur, belindeki tabancasını çekip İnci’yi öldürmekten yana hiçbir sakınca görmüyordu. Ve dahada fecisi, bu durum polis memurunun mesai arkadaşlarınca onaylanıyor ve polis memuru tutuklandığında mesai arkadaşlarının alkışları arasında mahkemenin yolunu tutuyordu.

Henüz daha işin içindeki durum vaziyetin ne olduğunu anlayamadığımız bir başka mevzuu ise Münevver Karabulut cinayeti idi. Öldürmek ötesi bir şey olarak toplumun gündemine oturdu Münevver Karabulut cinayeti ve bir toplumsal cinnet halinin parçası olarak arşivdeki yerini aldı. Ve nefret ülke sathına öyle bir yayıldıki, belkide Kürt siyasetçiler içerisinde en âkil isimlerden birisi olan Ahmet Türk Samsun’da her nasılsa şiddetin tuhaf bir çeşidine maruz kaldı. Sorun Ahmet Türk’ün maruz kaldığı şiddetten daha öte, bu şiddet eylemine yönelik toplumun çeşitli kesimlerinden gösterilen tepkinin durumuydu. Ve bir köşe yazarı bu şiddet eylemini rahatlıkla savunabiliyor ve nefretine dair ortaya bir dolu malzemeyi ayan beyan çıkarıyordu. İşte tamda bu noktada Kürt siyasetçilerin maruz kaldığı nefret halleri zihin dünyamızda canlanıyor. O en modern hali ile kendisini her dem övgüye ihsan eyleyen İzmir ahalisi halkı, Kürt siyasetçileri taş yağmuruna tutmaktan dolayı en küçük bir rahatsızlık duymuyor ve o İzmir ahalisi zihin arşivimizde nefreti tavan yapan bir kent olarak yerini alıyordu.

Şimdilerde modern düşünce dünyası nefret etme hallerini suç olarak kabul ediyor ve yasal düzenlemelerle nefret etme hallerini sorgulamayı amaç ediniyor. Bence bu durum ırkçılığa, ayrımcılığa ilişkin son derece önemli bir adımdır.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..