Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Temmuz '08

 
Kategori
Sosyoloji
 

Neler düşündürdünüz hocam!

Neler düşündürdünüz hocam!
 

Kahvehanelerimiz


Hocam Mehmet Tekol, Mevlana beyitleri üzerine yazdığı yazıda düşünmeye sevkediyordu insanları… Beyit için yaptığı araştırmasını Yüzüncü Ad isimli kitabın peşinden koşan Baldassare Embriaco’nun yolculuğuna benzettim. Daha önce okumaya çalışmıştım mesneviyi… Hocamın okuduğu gibi beyit beyit hem de incelemesine değil de günümüz Türkçe’si ile ve hikayeleştirilmiş haldeki Mesnevi’yi…

Gücüm yetmemiştir zaten beyit halindeki mesneviye açıkçası…

Nereden esmişti de okumaya başlamıştım.

Yazar Orhan Pamuk Kara kitap adlı eserinde Mevlana’nın hayatından kesitler verirken ince ayrıntılara girip okuyucuyu incelemeye sevkettiğinde okumaya çalışmıştım. Mevlana Celaleddin ile Şems-i Tebrizi arasındaki ilişkinin farklı yönlerine girmeye çalışıyordu romanın kahramanı Celal Salik…

Mesnevi’nin hikayeleştirilmiş özetinden ilk çıkardığım insanların hikayelerinden, hayvanların sözlerinden, karakterlerinden insanlara ders vermeye çalışan bir yapıt olduğu idi. La Fontaine eserlerindeki gibi yani… Dünyaya La Fontaine tanıtılmış ama biz Mevlana’yı bu yönü ile tanıtamamışız. 18 yaşını geçtiğimden okuma hakkına sahibim ama hikayeleştirilmiş haldeki mesnevide bu kırmızı noktalara rastlamamıştım. Türk kelimesi üzerine güzel bir inceleme yapmış Hocam… Ben ona da rastlamadım. Ancak başka kitaplarda anlatılan olaylarda, Osmanlı döneminde Türklerden hep etrak-ı bi-idrak yani idraksiz Türkler (Çetin Yetkin; İktidara karşı Türk direniş ve devrimleri, sayfa numarasını veremeyeceğim. Çünkü sil baştan okumam gerekir) olarak bahsedilmekte olduğunu okumuştum.

Neyse burayı da geçiyorum.

Benim aslında yazmak istediğim konu farklı idi. Yazının dibi görünmeyecek yoksa…

Hocam, Mevlana’nın farklı farklı yönlerini ele almıştı yazısında… Hatta mağazinleştirilmesi konusunda aktardıkları kayda değer bir konu olduğu görüşündeyim. Ben de başka bir yönünü ele alayım.

Benim 2000-2001 senesindeki ev sahibim ile bir sohbette; (kendisi unuttum bilmem hangi tarikatın üyesi idi.) tarikat şeyhinin (herhalde) eteklerine yüz sürmeye gitmişler (eski zaman anlatan filmlerinde öyle olur ya ondan esinlendim galiba) bilmem kaç otobüs dolusu insan… Anlata anlata bitiremiyordu oradaki yemekleri ve kaynayan kazanları… Bereketinden bahsediyordu şeyhin evinde ama lafı da benim ağzıma veriyordu bu arada… Kendilerinin de şeyhe bir şeyler sunup sunmadığını sordum. Erzak falan götürdüklerini çaktırmadan ağzında alıverdim ve taşı gediğine oturttum: Benim eve de getirsinler o kadar erzak benim kazanlar da kaynar deyiverdim.

Ha gelelim şimdi Mevlana’ya…

Mevlana (ve hatta Yunus Emre) ve adını sayamayacağım kadar fazlalıktaki insanlar bizim milletimize uyuşukluğu, miskinliği empoze etmişlerdir. Üretmeyen ve çalışmayan bu insanlar hem de çevresindeki bir yığın insanlarla, üreten ve çalışan insanların bağışları ile ayakta kalmayı düşünmüşlerdir bana göre… Bu benim fikrimdir. Herkes iyi yönlerini görmüştür. Ben de bardağın boş tarafını görmüşümdür. Ve bu sebepten dolayı İslam dinini, insanlar, miskinler ve uyuşuklar dini haline dönüştürmüşlerdir diye düşünürüm. Kolay ekmek çünkü…

Bir hikayede (menkıbede) anlatılıyordu; Yunus Emre, diğer arkadaşları gibi dua edip yemek istiyordu ve sofra bu kez diğerlerinin dualarına gelen sofranın iki misli geliyordu. Onlar gökten zembille gelen yemeği yiyorlardı tabi biz de bu türden hikayeleri yiyorduk hiç gökten yemek gelir mi diye düşünmeden…

Çalışmayı, üretmeyi öneren bir anlayış yerine gelsin lokmalar, ben ibadetimi yaparım anlayışı ile bugünlere kadar geldik ve bugün de aynı şekilde işlevi olan insanların varlığı ile milletimiz uyuşukluktan kurtulamıyor diye düşünüyorum. Halbuki çalışmak; en güzel ibadettir bizim dinimizde…

Saygılar

 
Toplam blog
: 37
: 557
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

2006 itibarıyla 36 yaşında, yolun yarısını geçmiş bir inşaat mühendisiyim. İşim ve ailem herşeyimdir..