- Kategori
- Öykü
- Okunma Sayısı
- 105
Nemrut'a doğru...

Uzun bir tuneldi bu. İki arkadaş birbirlerinin ayak seslerini dağların içinde; tarih öncesi mamutların gömütlüklerinden, yeraltı sularının uğuldamalarından, gittikçe koyulaşan karanlıkların içinden duyuyorlardı.
“Lambayı yüzüme tut. Ne görüyorsun.” Bakıyorum.
“Hiç. Ne olacak; ter, pislik..”
“Kaç yaşımdayım, dersin..?”
“Belki 30, belki 40.”
Ötelerde bir yerde ince bir ışık görünüyor. Ufak, yuvarlak, dünyaya açılan. Yeraltındaki devin nefes aldığı verdiği ağız.
“Bilmem ki, yıllar sonra beni hatırlar mısın? Gidip büyük kentlerden birinde öğrenimini sürdüreceksin. Belki gazetelerin dergilerin her gün adını ettiği büyük adamlardan biri olup çıkacaksın. Şimdiki şu sakallı, basma gömlekli, yırtık pantolonlu Murat abini hatırlayacak mısın? Acaba şu altından geçtiğin Nemrut dağını hatırlayacak mısın? Ve o dağların başında yer alan koca kartallar .., Onları da unutacak mısın?”
Niye geldim buraya? Liseyi bitirdiğim yaz tatilinde, üniversiteye giriş masraflarını karşılamak için kimseye yük olmak istememiştim. Nemrut dağlarında iş var, dedikleri zaman düşünmeden gelmiştim. Sonra, işte bu koca dağ, demiryolları, ve o demiryollarını biraz daha uzatmak için, Van’a ulaştırmak için çalışan insanlar.
“Biliyor musun seni kolay kolay unutmayacağım. Beni tanıyan, beni en iyi anlayan arkadaşım oldun. Buradan gittiğin zaman belki sen, burayı da Nemrut’u da unutacaksın. Ama ben belki de bundan sonra büyük kentlere bile inmem. Zaten görürlerse beni yakalarlar orada. Oysa burada kimsenin kimseye aldırdığı yok. Görüyorsun kentlerde avlanmaktan uzak, bu dağlarda hayatımı tüketmeye zorunluyum. Karımın resmini görmüştün. Gerçi evlenirken onu sevmemiştim; anne, baba zoruyla evlenmiştim. Severim, belki çocuklarım olduktan sonra her şey değişir, diye düşünmüştüm. Olmadı.”
“Dağların başında dertler konuşur. Anlatacak birisini buldun mu ne öyküler uydurulmaz ki. Herkes her şeyden dertlidir. Herkes her şeyden yakınır. Anlat bakalım Murat anlat...”
“Görüyorsun kaçıyorum. İnsanlardan, kentlerden, içinde bulunduğum şantiyeden; hatta yolda rastladığım köpeklerden bile.
Köpeklerin insanlara ne zararı dokunur. En kocamanlarının yanına dostça bir davranışla yaklaşırsan, seni sayarlar, seni severler. Ama onlara bile güvenemem. Bir tek dostum var. O da koca damperli kamyonum. Onun içinde rahatım ve güvendeyim..”
“Gelecek ay koca kente gideceğim. Koca kentleri bilmiyorum. Nerelerde kalabilirim. Nasıl yaşayabilirim. Ailem beni destekleyeck mi? Sorular, sorular... Konuş Murat konuş… “Bir gün ölebilsem, diye şu dağların tepesine çıktım. İki gün yemeden, içmeden ölmeyi düşündüm. Niye geliriz bu dünyaya, ne işimiz var. Niye bu işkence, bu av ,diye düşündüm. Aç susuz, oralarda yılanlarla, çıyanlarla günlerce dolaştım durdum, deliler gibi. Yanan bir mumun bitmesi gibi sönüp gidecektim.. Sonra mı ne oldu? Korktum. Kendi kendime düşününce, yukardaki yıldızlarla, aşağıda karınca gibi görünen varlıkların arasında bir yerde bulunduğumu anladım. Bana en yakın olan insanlardı. Kimseden daha fazla cesaretli değildim. Yaşayacaksam yine insanların arasında sürünerek yaşayacaktım. “
“Suçu kendi vicdanında benimsememiş olsaydı, büyük kentlerin birinde; hukuk, töre kuralları içersinde başkalarının omuzlarına basa basa yükselmiş, bilmem ne dairesinin onurlu bir memuru olarak çalışmakta olacaktı. Ama o aynı yolu seçmemiş; ailesine, çocuklarına karşın, “Ben gidiyorum..” demişti.”
Rahva düzünün daha çok Nemrut dağına yakın bulunan bölgelerinde el değmemiş,yarı orman, yarı çalılık bir yeşil alan uzar gider. Nasıl açıldığı belli olmayan dağ yollarından, eski model bir jip’le hoplayıp zıplayarak, uzaktan pek belli olmayan, toprakla kaynaşmış, genellikle Kürtçe konuşulan köylere uğradığımızda bir yabancılık duygusu çökerdi üzerimize.
Köylerin uzaklarında,dağların eteklerindeki geniş pınarlardan kaynayıp gelen, bir ucu ihtiyar Fırat’a,bir ucu yeşil ovanın bilinmeyen bir köşesindeki bir bataklığa karışacak olan güzel,ince dereler bulurduk.
Ya o sıcak sular. Güzel kaynarlardan çıkıp bir süre göllenip, ovanın içinde, temiz, kararsız, bırakılmış, boşuna akıp giden o güzel sular.
Gece dönüp dolaşıp şantiyemize dönerdik. Dağın eteklerine serilen irili ufaklı çadırlarımız vardı. İki veya üç arkadaş aynı çadırı paylaşırdık. Akrepler girmesin diye, bir fener sürekli çadırın tepesinde yanardı sabaha kadar. Genellikle yemek yedikten sonra, çadırlarımızın önünde toplanır, bir ateş yakar, geç vakitlere kadar günün olaylarına ilişkin gevezelik ederdik.
Geldiğimin kaçıncı günüydü bilemiyorum. O akşam, Tatvan dolayındaki işten döndüğümüzde herkes çok üzgündü. Kimse konuşmak istemiyordu. Nedenini sorduğumuzda, “Duymadınız mı?” dediler. “ Bugün kamyoncu Murat danperli kamyonuyla toprak çekerken dağdan aşağı uçmuş… Sizlere ömür..” Anlaşıldı. Yamyassı olmuş zavallı Murat; cenazesi Muş’a gönderilmiş bile.
O sessizlik içinde mırıldanmalar olmasa daha iyiydi:
“Suçluydu, kaçaktı ama İyi insandı. Allah günahlarını affetsin,” diye anılardan konuşuluyordu. Derken.. Topluluğun arasına süzülen bir yılan ince dilini çıkarıp, herkesin yüzüne şöyle bir baktıktan sonra, ayağa sıçrayan bağırmaya başlayan kalabalığın arasından bir iki kez devindikten sonra çok hızlı bir şekilde geldiği gibi kaydı gitti. O şaşkınlık içinde,” Neydi bu yahu..”dediler.
“Yoksa gelen Murat’ın ruhu muydu?” diye sordu biri.
Çoğunun Murat’tan korktuğu bilinirdi ama Murat’ın devrini tamamlayıp bir yılan olduğu düşüncesi kimseyi sarmadı.
“Hay Allah,”dediler… “Belli ki zehirliydi..”
İnsan olarak yaşamaktan, insanların arasına girmekten korkan Murat yılan mı olmuştu? Murat durmadan konuşuyordu:
“..Tren yolları yapıyoruz. Buraya katarlar dolusu insanlar getirecekler. Ve onlar yasaları, yönetmelikleriyle gelecekler. Ama aynı zamanda pislikleriyle gelecekler. Bütün bu dağlar, ovalar, kaynaklar, dereler kirlenecek. Ondan sonra yine kaçacak dağlar arayacaklar. Ve trenler dolusu insan gitmek için yeni yerler arayacaklar. Nereye kadar?”
Önerilerine Ekle Beğendiğiniz blogları önerin, herkes okusun.

Üstat, bu öykü değil sanki şiir...
Şahin ÖZŞAHİN 16.04.2012 17:33- Cevap :
- Evet, öykülerde de biraz şiir olmalıdır.. Yada ben öyle düşünüyorum... 16.04.2012 18:48
Kalabalık bir yalnızlığı seçen Murat. Dağların doruklarında ki özlem, hasret, hesaplaşma, yüzleşme. Emeğinize sağlık Hocam, güzeldi. Selamlar
Merve Ballı Acar 16.04.2012 11:57- Cevap :
- Biraz kende yaşatılarımızdan, biraz değişik algılar... Bir zamanlar epey öykü yazdık ama ne yazım ki bir araya getiremedim. Uğraşamadım. İlgine çok teşekkürler Merve Hanım, Saygılar. 16.04.2012 14:01