Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ağustos '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Nemrut’un mahcup heykelleri

Nemrut’un mahcup heykelleri
 

nemrut heykelleri


Gecenin yüzü ağarmaya başladığında, ışık karanlığı silkelendiğinde yavaş yavaş dağların zirvesinde, taşların gözlerinde bir nemrut doğrar. Güneş yükseldikçe, perde aralandıkça, başları boyunlarından kırılıp ayaklarının dibine düşmüş heykeller dikilir karşımıza. Doğu ile batının Tanrısı olma hayali serilir gözler önüne. Biterken söylememiz gereken cümlelerle başladık bu sefer yazımıza.

İşte tam orada “Ben”leri taşlamış nemrutların bulunduğu dağ yoluna düştüğümüzde, benliğimizi de yanımıza alıp Adıyaman’ın Kâhta ilçesinden Nemrut dağının yoluna düştük. Yol ikiye ayrılıyor, bu yollardan hanginden giderseniz gidin dönerken mutlaka diğerinden gelin diye öneriyor Nemrut’u bilenler. Yerli halk Nemrut’a biraz soğuk duruyor. Kimileri oraya gitmeyi günah bile sayabiliyor.

Biz eski yolu takip ederek çıkmak istedik Nemrut’a. Kâhta’dan 12 km ilerde bizi ilk karşılayan Nemrut’un küçük maketi diyebileceğimiz Karakuş Tümülüsü karşıladı. Tümülüs 35 metre yükseklikte, nemrut dağı manzaralı. Buradan Atatürk barajının bir kısmı da görülebilir. Tümülüs Nemrut Tümülüsüne göre daha büyük taşlardan oluşmuş.

Tümülüsün, bir tarafında üç diğer iki tarafında birer olmak üzere beş sütun kuşatmış. Dört tanesi ayakta olan sütunlardan birisinin üzerinde bir kabartma diğerinde ise kartal heykeli bulunmakta. Tümülüs adını bu kuş heykelinden almakta. Kommagene krallarından I. Anctiochos’un oğlu II. Mithridates II’nin karısı, kızı ve torununun gömülü olduğu mezarın yüksekliği 10 metre çapı ise 2 metre. Burası bir nevi küçük aile mezarlığını andırıyor. Buradan başınızı kaldırıp Nemrut’a doğru baktığınızda gidilecek yolun daha uzun olduğunu görüyorsunuz.

Karakuş tümülüsünün yanına gelen misafirleri ikramda bulunmak için küçük bir çadırda kurulmuş. İsteyen soluklanıp bir çay içebiliyor.

Bu küçük aile mezarlığını bırakıp yolumuza devam ediyoruz. Yol boyunca can damarımız olan petrolü çıkarmak için çalışan at başları bizleri yer yer eğilip kalkarak selamlıyor sanki. Bulunduğumuz noktadan aşağı inmeye başlıyoruz. Yol kenarlarındaki zambaklar tüm güzellikleri ile bizi izliyor. Yol boyunca uzanan yüksek gerilim hattının direklerinin zirvesinde leylekleri ve onların yuvalarını görmek mümkün. Gökyüzünün tek hâkimi gibi leylekler.

Doğanın güzelliğine kendimizi kaptırmışken bir anda kendimizi Cendere Köprüsü’nde buluyoruz. Köprü Roma İmparatoru Septimus Severus (M.S. 193 – 211) zamanında XVI. Lejyon tarafından yaptırılmış Cendere çayı üzerinde yapılmış. Cendere çayının geçtiği yatak bölgesinin de kırk bir fay olduğu anlaşılıyor. Söyletiye göre asırlardır varlığını sürdüren köprünün yanına yapılan yeni beton köprü derenin yağmurlarla taşması sebebi ile bir kere yıkılmış yeniden yapılmış. Buda Cendere köprüsünün dayanıklılığı hakkında bilgi veriyor bize.

Cendere Köprüsü Habil’le Kabil arasındaki başlayan kardeş kavgasının devam ettiği bir sürecide içermekte. Köprünün başlangıçta dört sütunlu olduğu, sütunların Septimius Severius, karısı Julia Donna, oğulları Caracalla ve Getta'ya adandığı ancak Getta’nın sütununun kardeşi Caracalla tarafından öldürülmesinden sonra kaldırıldığı anlatılmakta.

Dünya adına makamların ve hırsların kardeş katili olmaya itebileceğini gözlemliyoruz. Babamızın kral olmaması kardeş sevgisini de bizimle devam ettiriyor.

Yolumuz devam ediyor hala, bu kez Eski Kâhta kalesine varıyoruz. Kale bir kartal yuvasını andırıyor. Kaleyi dolaşıyoruz. Bakımsızlıktan yer yer yıkılmış. Ancak kalenin ihtişamı bu toprakların değerini de anlatıyor bizlere. Büyük kaleler büyük ve değerli toprakları korumak için yapılmış olsa gerek diye düşünüyoruz. Kalenin vadiye bakan burçlarından aşağıya bakıldığında yükseklik ve sarp yamaçtan başınızın dönmemesi mümkün değil. Kalenin ilk inşası Hitit dönemine kadar dayandığı düşünülmekte. Kitabelerden, Memluk sultalarından Kalaun (1279- 1290), Eşref Halil (1290–1293) ve Nasır Mehmet gibi sultanlarında bu bölgede hüküm sürdüğü anlaşılıyor.

Kalenin düşen taşlarından, surlarında açılan gediklerden zamanın ötesine dalıp gidiyoruz bir süre.

Yolumuz uzun şimdi Kommagene Krallığının Zirvede kalan son kalıntılarını görmek için Nemruta yöneliyoruz. Yol dar ve yokuş. Dolambaçlı yolun sonunda nihayet Nemrut heykellerinin bulunduğu bölgeye varıyoruz. Tümülüsün alt kısmına kadar araçla gidiliyor. Bu noktadan sonra yürümek yâda katırlarla yola devam etmek durumundayız.

Biz yürümeyi tercih ettik. Herkesin o yamaçlarda katır üzerinde yolculuk etmeye cesareti olmuyor.

Her adımda biraz daha yükseliyor, her adımdan sonra aşağıdaki varlıklar biraz daha küçülüyor. Yükseldikçe aslında ne biz büyüyoruz, neden ovadakiler küçülüyor. Aslında her şey yerli yerinde ama biz yükseldikçe büyüdüğümüz vehmine kapılıyoruz.

Bizim kapıldığımız bu duyguya Kommagene kralları da kapılmışlar yükseldikçe büyüyecekleri yanılgısına kapılmışlar. Ve insanların kralı olmak onlara yetmemiş, en son noktadaki varlık olmaya özenmişler ve “Tanrı olmak” arzusuna kapılmışlar.

Kommagene Kralı I. Antiochos tarafından yapıldığı yazıtlardan tespit edilen devasa heykelleri görünce insan ister istemez hayrete düşüyor. Dağların en yükseğinde 2150 m de bulunan bu heykeller doğu ile batı dinlerini bir noktada birleştirmeyi amaçlamış. Nemrut heykellerinin konumu gerekse devasa büyüklüklerine bakınca bu dinleri birleştirmekten öte tanrılaşmak isteyen bir ruhun heykellerde taşlamış halini görüyoruz.

Doğu ve batı teraslarda heykeller bulunuyor. İki heykelin arası ise küçük çakıl taşlarından örtülü bir tepecekten oluşuyor. Üzerine çıkıldığında yâda altı kazıldığında çakıl taşları kayıyor. Orijinalliği bozmamak için çakıl taşı yığınında oluşan tümülüsü/tepenin içerisine girilmemiş. Burada kralların mezarı olduğu düşünülüyor.

Devasa heykellerin nasıl yapıldığı ise merak konusu. Görünürde yakınlarda bir heykel atölyesi yok. Bazı araştırmacılar, Gaziantep’in Yavuzeli ilçesinde bulunan Yesemek heykel atölyesinde yapılıp buraya getirilmiş olabileceğinden bahsediyor. Nasıl yapıldıkları buraya nasıl getirildikleri şimdilik sırrını koruyor. O günkü teknoloji ile tonlarca ağırlıktaki taşların 2150 metreye çıkarılması mümkün görülmüyor.

Aklımıza ister istemez dağın üzerinde dev kayalıklar vardı. Bu kayalar yontularak heykeller oluşturuldu. Sonrasında da çakıl taşları da mezarların üzerine konuldu diyeceğimiz geliyor. Ama demiyor bunu araştırmacılara bırakıyoruz.

Biz soruların içerisinde dolaşıp dururken gün batıyor ayaklarımız altından. Heykellerin yüzüne vuran ışıklarla heykellerin yüzü kızarıyor. Belki sonsuz bir mahcubiyet içersinde büyük çoğunluğu boyunlarından kırılıp başları ayakları altına konulmuş heykeller karanlığa karışıyor.

Ulaşım

Nemrut’a Adıyaman Kâhta’dan ulaşmak mümkün. Biz, nemrutun tepesinde benzin pompamız tıkandı. Size tavsiyemiz Kâhta’dan kalkan araçlarla gitmeniz.

 
Toplam blog
: 65
: 3295
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

Çeşitli dergi ve gazetelerde, gezi, deneme, öykü, şiir yazan bir yazar. ..