Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ekim '07

 
Kategori
Blog
 

Nerde kalmıştık?

Nerde kalmıştık?
 

Üç dört gün yazmaya ara verince, sanki yıllardır Blog'tan uzak kalmış gibiyim. Üstelik günde birkaç kere yazılanları okumaya çalıştığım halde...

Eskiden gazeteler birinci gün okuyucularıyla bayramlaşır, Ramazan'da iki gün, Kurban'da da üç gün tatil yaparlardı. Çalışanlar ve yazanlar da bu arada azıcık dinlenme fırsatı bulurdu.

Yılda beş gün, Gazeteciler Cemiyeti tarafından Bayram gazetesi çıkarılırdı. Çalışmak isteyenler yine gidip bu gazetede çalışırlar, yazmak isteyenler de yazarlardı.

Ben kendime 4 gün izin verdim bu bayram. Sanki pek çok arkadaşımız da benzer şekilde kendini dinlenmeye aldı, ya da az yazdı. Çünkü Blog habercim bu dört günde bana, normal zamanlardaki bir günden daha az müjde getirdi.

Bu arada ben Blogta sürekli yazan arkadaşlara Bayram mesajı göndermeye çalıştım. Açtım listeyi, A'dan başlayıp Z'ye kadar...

Bayram süresince yazı yazmasam da, yazılanları okuyorum ya, Aydın Sevinç beyin herkesin bayramına kutlayan bloguna rastladım. Bir an, mesaj gönderdiğim sırada, Aydın Sevinç adıyla karşılaştığımı hiç hatırlayamadım. Bu arada sanki kendi adıma da rastlamadığımı farkettim. Tekrar girip baktığımda, gerçekten listede ne Aydın Sevinç beyin adı vardı ne de benim...

Sanıyorum Milliyet Blog yönetimi, yazar adları için her harfe 200 kişilik kontenjan ayırmış. Ancak adı A, M, S harflerinde yazar sayısı iki yüzü geçince, sistem fazlasını gösterememiş.

Bu yüzden şahsen görüştüğüm, ismen tanıdığım, yazılarını severek okuduğum bazı arkadaşlara mesajımı iletememiş oldum. Aklıma gelenlerin bir kısmına sonradan yazdım ama, ulaşamadıklarım varsa af diliyorum.

*****

Evet, nerde kalmıştık?

Zaten sıkıntılı ve tatsız geçen günlerimize, 13 şehidin acısı da eklenince, Celal Çelik arkadaşımızın önerisiyle sayfalarımızı karartmıştık.

Bayramı neşeyle kutlamaya gönlümüz elvermediği için, acılarımızı daha da depreştiren yazılar yazmıştık.

Bu arada bayrama bile kızmaya başlamıştık. Mümkün olsa böyle bir âdetin kalkmasını bile teklif edebilirdik.

Ben kendi adıma bu çelişkiyi iliklerime kadar yaşadım. Hakikaten bayram boyu içimden hiçbir şey yapmak gelmedi. Bir burukluk, bir hüzün her yanımı kapladı. Aklıma geldikçe üzüldüm, sinirlendim, yeri geldi ağladım. Ama bütün bunlar sorunun çözümüne ne kadar katkı sağladı bilmiyorum.

Geçenlerde Tijhal arkadaşımızın "Terör bugün İzmir'deydi" başlıklı yazısında, terörizmin kısa vadeli amaçları, -ilgili bir siteden alıntı yapılarak- üç başlıkta özetlenmişti:

"1. Öncelikle hedef alınan rejimi ve siyasi iktidarı yıpratmak, mevcut otoriteyi sarsmak. Bunun için de halkın, ihtiyaç duyduğu anda devletin kendisine yardım edemeyeceği inancını yaymak;

2. İç ve dış kamuoyunda davalarının duyurulmasını sağlamak ve dikkatleri savundukları davanın üzerine çekmek;

3. Şiddet eylemlerine bağlı olarak oluşturdukları tedhişle, toplumun direnme gücünü kırarak, kendi davalarına karşı olumsuz duyarlılıkları ortadan kaldırmak ve kitleleri itaate zorlamak..."

Şu anda maalesef terör örgütünün bu üç amacı da gerçekleşmiş görünüyor. Bu açıdan baktığımda, tuttuğumuz yasın onların ekmeğine yağ sürdüğünü görüyorum. Ama göz göre göre de, bu kadar acının üstüne hiçbir şey olmamış gibi davranılmaz ki...

Demek ki çıkmaz bir sokağa girmişiz.

Birinci maddeyi biz zaten kendimiz hallediyoruz. Milletin ve devlet kurumlarının, birbiriyle bağlantısı öylesine kopuk ki... Yaptığımız bu ayıbı da kâh demokrasi zannediyoruz, kâh particilik diye adlandırıyoruz. Bazı gerçekleri anlamak için daha nasıl bir badire atlatmamız gerekir bilmem ki...

Şimdi toplumun bir "sınırötesi" beklentisi var... Sanki orada öbek öbek çadırlarda yuvalanmış teröristler, cephanelikleri, mühimmatları ile birlikte, bizim onları bombalamamızı bekliyorlar... Böyle bir durumda hiçbir çözüm elde edemeden, daha çok askerimizin şehit haberini alırsak, nasıl bir tavır takınacağız, merak ediyorum.

*****

Önce Ramazan'ı bir hayli hırpalamıştık. Ardından bayramı, gerektiği gibi kutlayamadan, sevincine ortak olamadan, neşeli, eğlenceli bir hale dönüştüremeden geçirmek zorunda kaldık ve bu yüzden bir hayli de onu sorguladık... Sanki kabahat bayramınmış gibi... Sanki bizim bayram yapmaya hakkımız yokmuş gibi... Sanki sevinçlerimiz hep kursağımızda kalacakmış gibi...

Şimdi biraz da Ramazan bayramı mı, şeker bayramı mı diye tartışalım. Sonra şekerde karar kılalım. Hem tatlı, hem daha realist. Üstelik dinle minle bağlantısı da yok, bu yüzden daha da laik...

Bir süre sonra da yeni kuşaklar, "canım, şeker için de bayram mı yapılır" deyip toptan kaldırsınlar. Siz sağ ben selamet, kurtulalım şu bayram derdinden... O zaman terör, olmayan bayramı da bize zehir edecek değil ya...

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..